İmanın bir esası, bir de ahlakı vardır. İman esaslarına inanmak, yani Yüce Allah’ın Peygamberi vasıtasıyla gönderdiği zarûrât-ı diniyyeyi tasdik etmek, imanın hakikatidir. Allah’a güvenmek de imanın ahlakıdır. Gerçek mümin, Allah’a hem inanan hem de güvenendir. Bir mümininAllah’aimanı tam, fakat güveni eksik veya silikse, imanında zafiyet var demektir.
Allah’a inanıyor fakat SSK, Bağkur ve Emekli Sandığı’na (yani sosyal güvenlik kurumlarına) güvendiğimiz kadar Allah’a güvenmiyorsak işte o imanda bir problem vardır. Bizi küfürden kurtarır ama cehennemden kurtaran amel işletecek güçte değildir. Zaaf illetiyle mualleldir. Öyleyse inandığımız Allah’a tereddütsüz olarak güvenmek zorundayız. Mümin, “İnanan, güvenen, kendisine güvenilen ve başkasına güven verendir.”
Yüce Allah “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar” (47Muhammed:7) buyurmaktadır. Allah, 89 ayette “Ey iman edenler” diye müminlere özel hitapta bulunmakta ve onlara imanlarıyla uyumlu özel görevler vermektedir. Yukarıdaki ayette, müminlere yapacağı yardımı, kendine yani dinine yapacağı yardım şartına bağlamaktadır. Allah açık çek vermekte, kulunu sigortalamaktadır. “Ayaklarınızın sıratı müstakimde sabit ve güçlü kalmasını ve kendinize yardım yapılmasını istiyorsanız, bana yani dinime yardım edeceksiniz” demektedir.
Sigorta kurumları da “60 veya 65 yaşına kadar sigortalı bir işte veya devlet kademesinde çalışır, primlerini yatırırsan geriye kalan ömründe ben seni emekli ederek maaş ödeyeceğim. Seni şemsiyem altına alıyorum, sigortalıyorum, sağlık masraflarını da karşılayacağım” diyor. Biz buna sonuna kadar güveniyor ve aralıksız çalışıyor, kanunların yüklediği görevleri eksiksiz yaparak bu sigorta nimetinden istifade ediyoruz. Buraya kadar bir problem yok. Sosyal bir devlette bu gayet normal ve yerinde bir uygulamadır. “Vatandaş Niyazi”, verilen garantilere erişebilmek için üzerine düşeni hakkıyla yerine getiriyor ve bu konuda da “Acaba emekli edilir miyim, edilmez miyim? Primlerimin üstüne yatarlar mı? Beni üçkâğıda getirirler mi” diye bir güvensizliğe de düşmüyor. Ama “Kul Niyazi”, Allah’ın verdiği garantiye bu kadar güvenmiyor. Dine hizmet söz konusu olduğu zaman hemen mazeret üretme kolaycılığını tercih ediyor. Ona:
– “İ’lây-ı kelimetullah için, yani Allah’ın adını yüceltmek ve tanıtmak, dinini tebliğ etmek, Kitabını öğretmek, iman hakikatlerini anlatmak için infak edin, malınızdan harcayın denilse;
– Tevhid kelimesini asrın anladığı dilde ispat ve ilân etmek, iman hakikatlerini yaymak, Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu hikmet diliyle cihana duyurmak, iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak için sorumluluğumuzu yerine getirelim; malımızı, canımızı, zamanımızı, eforumuzu, sosyal statümüzü bu uğurda ortaya koyalım denilse;
– İnsanların gönlünü İslam’a ısındırmak, müslümanı daha iyi müslüman yapmak, İslam aleyhine yapılan şerleri def etmek, gençleri kötülüklerden muhafaza etmek, Müslümanlıklarını güçlendirmek, müslüman kimliklerini korumak, İslam’a hizmet etmelerini sağlamak için gençlik dernekleri açsak denilse… Bizim “Kul Niyazi” bu sayılan hizmetlerde yer almamak için; devlet memurluğunu, yakında terfilerin yapılacağını, siyasi konjonktürü, ekonomik problemleri, fincancı katırlarını ürküterek elektrikleri üstüne çekmemesi gerektiğini, daha bu gibi faaliyetlerin erken olduğunu, kör olası hanede evlad ü ıyâlin bulunduğunu vs. vs. mazeretler zincirine ekleyip duracaktır.
Saydığımız bütün bu hizmetlerin karşılığı Yüce Allah tarafından en az 1’e 10 mükâfat verilerek ödenecektir (Bak:6Enam:160). Allah’ın yardımı tecelli edecek ve ayaklarımız kaymayacaktır. Niyazi, “vatandaş” iken SSK, Bağkur ve Emekli Sandığı’na kesilen primlerin hiç hesabını yapmıyordu. Nasıl olsa emekli parası olarak kendine döneceğinin rahatlığı içinde primlerini seve seve ödüyordu. Ama “Kul Niyazi”, “Zamanını, parasını ve eforunu Allah’ın dinine hizmette kullan ki, Allah da sana yardım etsin, ayağını sağlam bastırsın, 1’ine 10 versin ve sonunda seni cennetine koysun” anonsu karşısında, ya boynunu büküp suskunlaşıyor, ya da mazeretler zincirine yenilerini ekleyerek savunmaya geçiyor. Bütün bunlar, Allah’a inandığı halde, SGK’ya güvendiği kadar O’na tam olarak güvenmemesinden kaynaklanıyor. İşte kendi halimize terk edilmişliğin ve ataletimizin arka planında yatan gerçek budur. Çünkü Allah (c.c), emrolunduğu gibi dosdoğru olmayan, O’nun rızasına uygun olarak dinine sahip çıkıp gayretlerini ortaya koyarak dinine yardım etmeyenleri, kendi halleri ile başbaşa bırakır.
Öyleyse gelin Allah’a olan güvenimizi tekrar gözden geçirelim. Allah’ın verdiği garantiye olan güvenimizde hiçbir sarsıntı duymadan O’nun dinine omuz verelim. Çünkü dünyamızı ve ahiretimizi imar etmenin yolu buradan geçmektedir. Biz sefere çıkalım. Sefer için üzerimize düşen bütün hazırlıkları tamamlayalım. İnsan olarak yaşadığımız topraklarda Allah’ın dininin ihya ve inşası için bütün gücümüzü ortaya koyarak, var olan doğal enerjimizi tüketelim ve sonunda “Bittik ya Rabbî” dediğimizde Allah’ın yardım jeneratörü devreye girecektir. Hedefe varmak için üzerimize düşeni yapmadan, Allah yolunda tükenmeden Allah’tan yardım beklemek, Mehmet Akif’in tevekkülü anlatırken ifade ettiği gibi, -hâşâ- Allah’ı ırgat tayin etmektir. O halde unutmayalım ki, Allah’ın yardımı, O’nun dinine, gücümüzün sonuna kadar omuz verme ve enerjimizin tamamını o uğurda tüketme şartına bağlıdır. Allah yolundaki seferberliğimiz bu şekilde gerçekleşirse, Allah’ın yardımı da beraberinde tecelli edecektir. Sefer bizden, zafer bahşetmek de Allahtan’dır. Eğer Yüce Allah, “Benim dinime yardım ederseniz, ben de size yardım ederim, elinizden tutar, ayağınızı kaydırmam” diyorsa, yardım eder ve elimizden tutar, ayağımızı da kaydırmaz. Çünkü Allah, şarta bağlı söz vermişse, o şart yerine getirilince, O da sözünü yerine getirir. Yani Allah vaadinden hulf etmez/caymaz. Biz müminler, imanımızın gereği olarak buna can-ı gönülden inanmak zorundayız.
Ne mutlu Allah’a imanlarını, O’na güven ile taçlandıranlara!
Musab SEYİTHAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi