Dr. Vehbi KARAKAŞ
Sevgili Peygamberimiz (sav), Allah’ın (cc) şöyle dediğini bize haber veriyor:
“Ben kulumun bana olan zannı üzereyim. O beni andığı, hatırladığı zaman onunla beraberim. O beni kendi nefsinde anarsa, ben de onu kendi nefsimde anarım. O beni bir toplulukta anarsa, ben onu ondan daha hayırlı bir toplulukta anarım. O bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana bir kulaç yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.”[1]
Bu kudsî hadise dayanarak ben de Rabbime hüsn-ü zan besliyorum. O’nun bana ölüm acısını çektirmeyeceğine inanıyorum. Onun kudretine, rahmetine, hikmetine, adaletine güveniyorum. Ben hiç yokken, nasıl beni acı çektirmeden var etti ise; beni yaratırken, ruhuma beden elbisesini giydirirken, bedenime el-ayak, dil-dudak, göz-kulak gibi türlü türlü paha biçilmez kıymetli cihazlar takıp dünyaya gönderirken nasıl bana acı çektirmedi ise; verdiklerini elimden alırken beni öldürüp ahirete gönderirken de bana acı çektirmeyeceğine inanıyorum. Gözlerimi açtım, nasıl kendimi bu dünyada bulduysam, yine gözlerimi açacağım ahirette kendimi bulacağım. Benim Allah’a hüsn-ü zannım var. Allah ne yaparsa güzel yapar. Onun icraatında ölüm de hayat kadar hayattır ve güzeldir. Hatta hayatın daha güzeli, üstelik ebedî boyutudur. Öyleyse ölümden niye korkayım, öleceğim diye niye gam çekeyim. Böyle düşünen herkes, bu dünyada da çok mutlu olacak ve ahirette de ebedî huzuru ve cenneti bulacaktır.
Yine inanıyorum ki Rabbim beni, anne karnı denilen karanlık bir alemden alıp daracık yollardan geçirterek acı çektirmeden dünyaya çıkardığı gibi, dünya anamızdan alıp kabir tünelinden acı çektirmeden geçirterek ahirete, hatta cennete çıkaracaktır. Benim, Rabbim hakkındaki hüsn-ü zannım budur. Ben Onu seviyorum. O dostlarını üzmez. Onu sevdiğim için Ona secde ediyorum, o farz kıldığı için beş vakit namazı kılıyorum. O emrettiği için muhtaçlara yardım ediyorum. Onu sevdiğim için, haram kıldığı şeylere yanaşmıyorum, helal kıldığı sınırların dışına çıkmıyorum. Kur’an’ın ahkâmını anayasa, Rasulullah’ın (sav) ahlak ve sünnetini yaşama biçimi olarak seçmişim. İçkim, kumarım, aldatmam, evlilik dışı birlikteliğim, hatta sigaram, çevreye şiddetim yok. Nefsim ve şeytanım bunların hepsini istediği halde, imkânım da olmasına rağmen bunlara yaklaşmıyorum. Çünkü sevdiğim Allah’ın bunlara izni ve rızası yok, diyorum. Korkumdan çok, Ona olan sevgim bunlara engel oluyor. İnanıyorum ki Rabbim beni seviyor. Çünkü ben Onu seviyorum. Namazda beni huzuruna kabul ettiğine göre, beni dostlarının arasına aldığına da inanıyorum. Dostları hakkında söylediği şu ayetin beni de kapsadığı kanaatindeyim. Buyurmuş: “Haberiniz olsun, Allah’ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.” Kimdir o dostlar? Cevap veriyor Mevla: “Onlar, iman edip takva dairesinde kalanlar, (helallerle yetinip harama ve günahlara tenezzül etmeyenlerdir.) “Dünyada da ahirette de onlara müjdeler olsun.”)[2]
Ben bunları söylerken kendi meziyet ve faziletimi anlatmaya çalışmıyorum. Şahsımdan yola çıkarak, her kuldan beklenen anlayış, amel ve düşüncenin bu olması gerektiğini sevgili okurlarıma anlatmaya çalışıyorum. Bu kapı herkese açık. Herkes bunları çok rahat söyleyebilir, söyleyebilmelidir. Aile huzurumuz, ülke huzurumuz, dünya huzurumuz bu meziyetlerle yaşamaya bağlı.
Evet herkes Allah’a hüsn-ü zan beslemelidir, ancak bu hüsn-ü zannı da kimse su-i istimal etmemelidir. “Nasıl olsa Allah bağışlayıcı, sonsuz merhamet sahibidir” diyerek hiç kimse günah ve haramlara cesaretle atılmamalıdır. İstemeyerek günahlara düşmüş ve bulaşmış olanlar da Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelidir. Ümit veren ayetler olduğu gibi ödümüzü koparan ayetlerin de olduğunu unutmayalım. İşte onlara bir iki misal. Mevla buyuruyor:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
“De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”[3]
وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ
Öyleyse azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve Ona teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz. Hiç farkında olmadığınız bir sırada azap ansızın başınıza gelmeden önce rabbinizden size indirilen en güzel hükümlere uyun;”[4] Yine:
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
“Kullarıma haber ver: Şüphesiz ben, çok bağışlayıcı, çok merhamet ediciyim. Ama azabım da çok (çetin ve) çok acıtıcı bir azaptır!”[5]
Peygamber (sav) Efendimiz, ölmek üzere olan bir gencin yanına girdi ve sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?”. Genç, “Ben Allah’ (ın affın)ı umuyor, günahlarımdan da korkuyorum ya Rasulellah!.” dedi. Bunun üzerine Resûlâllah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğu azabından emin kılar.”[6]
Öyleyse hiç kimse Allah’ın bağışlayıcılığına güvenerek günah işlememeli ve yine hiç kimse günahlarının çokluğundan dolayı Allah’ın rahmetinden ümit kesmemelidir. Buna havf ile reca (korku ile ümit) arasında yaşamak denir. Ne güzel demiş Hz. Ömer (ra): “Duysam ki cehennem dolmuş, bir kişilik yer kalmış, korkarım ki oraya konulacak kişi ben olurum. Yine duysam ki cennet dolmuş, yalnız bir kişilik yer kalmış, ümit ederim ki oraya konulacak kişi ben olurum.” Hz. Ömer’e (ra) demişler: Sen cennetle müjdelenmiş bir insansın, nedir bu korku, nedir bu göz yaşı? Cevap vermiş: Nefse ve şeytana uyar da yoldan çıkarsam, cennetle müjdelenme özelliğim kalır mı? Kalmaz, demişler. İşte ben bunun için ağlıyorum. Nefsin ve şeytanın tuzağına düşmemek için Allah’a sığınıyor ve yalvarıyorum.”
İşte bu sebeplerden dolayı ben de diyorum: Allah’ım! Beni dünyaya nasıl getirdiysen, ahirete de öyle götür. Ağrı çektirmeden getirdin, ağrı çektirmeden götür. Günahsız getirdin, günahsız götür. Sana hüsn-ü zannım var Allah’ım. Benim yanlışlarım dolayı hüsn-ü zannımı boşa çıkarma! Azabını üzerime çekecek günahlarla değil, merhametini üzerime çekecek dürüst işler ve ibadetlerle beni meşgul et. Tâ ki dünyada huzurlu ve mutlu olayım, ahirete de ağlayarak değil, güle güle gideyim. Bu dua ve temenniler aynı zamanda hepiniz içindir değerli kardeşlerim. İki dünyanın selamet, afiyet ve emniyeti hepinizin üzerinize olsun. Selam ve sevgilerimle.
[1] Buhar, Tevhid, 35; Müslim, Zikir, 1; Tirmizi, Zühd, 51
[2] Bkz.Yunus, 10/62-63
[3] Zümer, 39/53
[4] Zümer, 39/53-54
[5] Hicr, 15/49-50
[6] Bkz. Tirmizi, Cenaiz, 11, İbn Mace, Zühd, 31