Allah, insandan, özellikle mümin insanlardan her yerde, her zaman dindar olmalarını ve dini yaşamalarını istemiştir. Bu da her an Allah’ı zikretmekle yani Allah’ı unutmamakla olur.
Müslüman, camide ve namaz seccadesinde nasılsa ve nasıl olması gerekiyorsa, caminin ve namazın dışında da öyle olmalıdır. Yani Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu, her an herkesi ve her şeyi görüp gözettiğini bilerek yaşamalıdır. Camide dindar, caminin dışında dinsiz gibi yaşayamaz Müslüman. Camide melek gibi, caminin dışında kobra gibi olamaz Müslüman. Camide ve namaz seccadesinde Hz. Aişe gibi, caminin dışında Madonna gibi olamaz Müslüman. Camide hakperest, adil, dürüst caminin dışında haksız, hırsız, zalim ve güvenilmez biri olamaz Müslüman. Müslümana Allah’ı görürcesine namaz kılmak nasıl farz ise, namazın dışında Allah’ı görürcesine yaşamak da öyle farzdır.
Peygamberimiz işte böyle bir Müslümandı. Peygamberimizin üslûbundan ve güzel ahlakından dünyada bir saadet asrı çıktı; ahirette de ebedî cennet ve cennetin sahibi ile görüşme şerefi çıkacaktır. Peygamberimiz, camiyi, caminin ruhunu, ahlakını, sosyal hayata, sosyal hayatı da camiye taşıdı. Sosyal hayatı adeta camiye aldı, evirdi, çevirdi, yoğurdu, Müslümanlaştırdı, Allah’ın razı olduğu biçime soktu, tekrar caminin dışına koydu. Onun dünyasında caminin içi ile caminin dışının farkı yoktu.
Kâinat bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber oldu ona. Onun nuru ve bakışıyla kâinata bakılsa, kâinattaki her bir varlığın, Allah’a işaret eden bir ayet, Allah’ı anan ve anlatan bir hatîb olduğu görülür.
Peygamberimiz, camide ve namaz seccadesinde nasıl idiyse her yerde böyle bulundu. Aile içinde, beldede, eğitimde, ticarette, mahkemede, siyasette, devletin başında… Onun rahmetinden ve güzel ahlakından inanan da, inanmayan da ve inanır görünen de istifade etti. O, inananlarını tutup ta inanmayanlara kapıları kapatmadı ve onlardan ümit kesmedi. İnanmayanları da inanacaklar diye, bir gün gelirler diye hep bekledi, durdu. Bu tutumuyla çok insanın hidayetine vesile oldu. Hatta fevç fevç, bölük bölük insanların İslamiyet’e girmesini sağladı.
Peygamberimiz halkın içinde iken de Hak’la beraberdi. Allah’ı unutturacak hiçbir eylemin ve eğlencenin içinde olmadı. O öyle bir Müslümandı ki onun alanında Allah’ı unutturacak bir eylem ve eğlence olamıyordu.
Halkla beraber olduğu zaman en rahat, en kolay namazı kılar ve kıldırırdı. Ama Rabbiyle baş başa kaldığı zamanlarda ise en dayanılmaz ve en uzun namazı yine o kılardı, en uzun duaları o yapardı.
Peygamberimiz işte böyle bir Müslümandı. Yalan yoktu, aldatma yoktu onun dünyasında. “Bizi aldatan bizden değildir”[1][1] diyordu. Zulüm yoktu, lüks, israf, ihtişam, enaniyet, gurur, kibir yoktu Onun hayatında. En azılı düşmanlarını dahi kucaklayan bir şefkati, en yakınını dahi kayırmayan bir adaleti vardı onun. İyilikleri unutmazdı, kötülük yapanlara iyilikle karşılık verirdi. Eliyle, diliyle hiç kimseyi incitmedi. Ne eşini ne arkadaşını ne komşusunu ne bir çocuğu ve ne de bir hayvanı. Bu yüzden, Nuh deyip peygamber demeyenler hariç, ondan memnun olmayan yoktu. Çünkü o alemlere rahmetti. Onun rahmetinden her şey ve herkes nasibini aldı. Müminler, kâfirler, münafıklar, insanlar, cinler, ağaçlar, hayvanlar, dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar, hatta kuru kütük bile. Bunların her birine ait misalleri görmek isteyen, Siyer yayınları arasında çıkan “Hz. Muhammed’i (sas) Okuma, Anlama ve Yaşama Sanatı” adıyla yayınlanan kitabımıza bakabilir.
Peygamberimiz hiç savaş istemedi. Çünkü o, barış ve rahmet peygamberiydi. Savaş gelip kendisini bulunca da savaşmaktan kaçınmadı. Şöyle diyordu: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz; Allahtan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.”[2][2] İş bu noktaya geldiğinde de kendi askerlerinin lehine, düşmanın da aleyhine şöyle dua etmişti: “Ey kitabı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gezdiren ve aleyhimize ittifak edenleri yenilgiye uğratan Allahım! Şu karşımızdakileri hezimete uğrat ve bizi onlara galip getir, muzaffer eyle!”[3][3]
Peygamberimizin savaşlarının hedefi, düşmanı öldürmek değil, savaşta bile İslam’ın güzelliklerini göstererek onu şirk ve küfür bataklığından kurtarmak ve insanlığın başının belası olmuşları cennetlik insanlar haline getirmekti.
Peygamberimiz, işte böyle bir Müslümandı. Allah, bizi her açıdan seçkin, güzel halli, güzel dilli, güzel ahlaklı Peygamberine uyanlardan eylesin. Çünkü Dünyanın böyle Müslümana çok çok çok ihtiyacı var.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[4][1] Müslim, Îmân 164, Fiten 16.
[5][2] Müslim, Cihad, 20
[6][3] Müslim, Cihad, 20
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi