Makale

ALLAH’TAN UTANMAK

Aşıkpaşaoğlu Tarihi’nde şu  bilginin de yer  aldığı görülüyor:. Fatih Sultan Mehmet,  ordusu ile birlikte Uzun Hasan’ın anası Sârâ Hatun’u da yanına alıp  Bulgar Dağı’ndan[1] Trabzon’a  gitmek için yola koyulur.  Fatih  bu dağın pek çok yerini yaya yürür. Sonunda Trabzon’a varırlar. Sârâ Hatun: “Hey  oğul! Bir Trabzon için bunca zahmetler çekmek  nedir?”  diye sorar.  Fatih de “Ana!  Bu zahmetler Trabzon için  değildir.  Bu zahmetler İslam dini  yolunadır ki ahrette Allah Hazretine varınca utanmayalım, diyedir. Zira  bizim elimimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer  biz bu zahmete  katlanmazsak  bize gazi demek yalan olur” [2] diye  cevap verir.  Fatih’in  ahirette  Allah’tan utanmamak için  bunca zahmete katlandığını okuduğumda  Hz. Peygamber’ in “Allah’tan hakkıyla (gereği gibi) hayâ edin!” [3] hadisini  hatırladım ve şunları  düşündüm:

Bizim  nesil, bir şekilde “Allah korkusu” ile büyüdü ve O’ndan korkmanın gerekliliğini öğrendi. Ama Allah’tan utanmayı yeterince öğrenemedi. Bu nedenle de  “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” sözü, kulaklarımızda sürekli çınlayıp durdu.  Dolayısıyla bütün  davranışlarımız, Allah korkusu üzerine bina  edildi. “Bir tehlike  veya  tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygı”[4]  anlamına gelen  korku,  öne geçirildi ve  geliştirildi.  “Onursuz sayılacak veya gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak ve mahcup olmak” [5]  anlamına gelen utanma/haya duygusu ise  olduğu gibi bırakıldı, dolayısıyla  da geliştirilmedi ya da yeterince geliştirilemedi. Bu nedenle çoğu kimsenin, toplum baskısı sebebiyle kuldan utansa da Allah’tan utanma konusunda yeterli bir bilgiye ve bilince ulaşamadığı, dolayısıyla insanlar  arasında  yapmaktan çekindiği  davranışları, tenhada veya gizlice  yapmaktan çekinmediği  görüldü.

Oysa Kur’an’da utanma duygusu ile ilgili bilgilerin  de yer aldığı  ve bunlar  arasında Allah’tan utanma duygusunun Hz. Adem ve eşi  üzerinden  verildiğini anlıyoruz:

“Allah Adem’e yönelip, “Ey Adem!” dedi. “Sen ve eşin şu bahçeye yerleşin, istediğiniz gibi yiyin için. Fakat şu ağaca sakın yaklaşmayın. Aksi takdirde kendinize zulmetmiş olursunuz.”

 Bunun üzerine şeytan, onlara gizli olan edep yerlerini açmaları (cinselliklerini fark etmeleri) için vesvese verdi. Onlara, “Rabbinizin size şu ağaca yaklaşmanızı yasaklamasının tek sebebi, sizin melekler gibi olmanızı ya da sonsuza kadar yaşamanızı istememesidir” dedi.

Onlara, “Ben sadece iyiliğiniz için size öğüt veriyorum” diye yeminler etti.

 Sonunda onları aldattı. Onlar o ağacın meyvesinden tadınca, edep yerlerinin açıkta kaldığını fark ettiler. Ve hemen bahçedeki ağaç yapraklarıyla oralarını örtmeye başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi: “Ben sizin bu ağaca yaklaşmanızı yasaklamamış ve şeytanın sizin apaçık düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”

Adem ve eşi, “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz, esirgeyip bize acımazsan, hiç şüphesiz hüsrana uğrarız” dediler.

Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu: (Bundan böyle hayat kavgası, geçim derdi için) birbirinize düşman olarak o bahçeden çıkın gidin. Yeryüzünde size, belli bir süre yerleşme ve oradaki nimetlerden faydalanma imkânları verilmiştir.”

“Siz orada yaşayacak, orada ölecek ve yine diriltilerek (kıyamet günü) oradan çıkarılacaksınız.”

“Ey Âdemoğulları! Biz, size hem edep yerlerinizi örtecek, hem de sizi güzel gösterecek süslü elbiseler verdik/ yapmayı öğrettik. Fakat bilin ki, takvâ elbisesini giymek; Allah’ın emir ve yasakları konusunda sorumluluk sahibi, duyarlı ve bilinçli olmak var ya, işte o hepsinden daha hayırlıdır. İşte bu da Allah’ın kullarına olan lutuf ve nimetini gösteren delillerindendir. İnsanlar bütün bunları düşünüp ibret almalıdırlar.”

“Ey Ademoğulları! Sakın şeytan ana ve babanızın edep yerlerini açmaları (cinselliklerini fark etmeleri) için giysilerini soyarak onları cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatıp başınıza bir dert açmasın. Çünkü şeytan ve onun yandaşları sizi zayıf bir yönünüzden yakalarlar. Bilin ki, Biz şeytanları inanmayanların yakın dost ve yardımcıları yaptık.”[6]

Bu ayetlerde yer alan bilgilerden, Hz. Adem ve eşinin  yasak meyveyi  yediklerinde avret yerlerini fark ettikleri ve bu sebeple de utandıkları, bunun üzerine  avret yerlerini  yapraklarla örtmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Ayetler bize  kimden ve neden  utandıkları konusunda  delaleti açık bir bilgi vermese de, biz verilen bu  bilgilerden onların, kendilerinden ve   Allah’tan  utandıklarını  da anlıyoruz. Zira onların Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları,  şeytanın aldatmasıyla konulan sınırı çiğnedikleri, avret mahallerinin açık olduğunu fark ettiklerinde de  yaptıkları  hatayı anladıkları ve bu sebeple de utandıkları ve rahatsız oldukları   görülüyor.

Verilen bu bilgiler bize  Hz. Adem ve eşinin  yaşadığı  bu  tecrübenin,  aynı zamanda insanlık tarihinde   yaşanan ilk  duygu tecrübesinin de  haya/utanma  duygusu olduğunu ve  bunu pişmanlık duygusunun takip ettiğini; bir başka ifade ile utanma duygusunun  fıtrî olduğunu,  dolayısıyla utanmanın  iç dünyalarında başladığını ve bunun bir yansıması olarak da  hem kendilerinden hem de Allah’tan utandıklarını gösteriyor. Bu nedenle  utanma   duygusunun korkudan  farklı  bir niteliğe sahip olduğu  anlaşılıyor. Zira  hayada üzüntü ve mahcup  olma   söz konusu  olurken, korkuda   kaygı ve endişe söz konusu oluyor. Bu nedenle utanma, insana özgü ve bireysel olduğu halde, korkunun sadece  insana özgü olmadığı, diğer canlılarda da  bulunduğu  biliniyor.

Dolayısıyla  utanma ve korku, birlikte olduğunda insanda  daha etkin bir öz denetim sağlıyor. Böylece  onun davranışlarını ilkeli, kurallı, dengeli ve  düzenli  hale getiriyor.  Bu sayede  insanı, gizli veya açık günah işlemekten alıkoyuyor ve onu engelliyor. Bunun da en güzel  örneğini  oruç simgeliyor ve sosyal denetime önemli katkıda  bulunuyor.  Bu nedenle  Hz. Peygamber’in “Hayâ, imandandır[7].  “Her dinin bir ahlâkı vardır,  İslâm’ın ahlâkı da hayâdır”[8] . “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin[9] sözlerine  kulak veren  fert ve  toplumlarda ilkeli, kurallı ve dengeli  bir hayatın izleri görülüyor. Nurettin Topçu da  bu duygunun önemini  şöyle açıklıyor:

“Bu duygu, sayesinde insan hem kendi onurunu korur hem de başkalarının onuruna saygı duyar. En çok utanmasını bilen kimse, kendi ruhuna en fazla saygı duyandır. İnsanlara karşı sevgi besleyen kimse onların onurunu kırmaktan utanır. Utanmayan kimse sevgi ve insanlık değeri gibi kıymetlerden yoksundur. Utanma duyguları zayıflayan bireyler, kendi ruhlarında değerler aramadıkları için başkalarının ruh değerlerini kolayca çiğnerler. İnsanın ahlâkî olgunluğuna katkıda bulunan utanma duygusunu yok etmek, kişinin bencilleşmesine, empati yoksunluğuna, sorumsuzluğuna sebep olur. Utanma duygusu az olan ya da olmayan kimseler, genellikle anti sosyaldirler. Toplumsal kurallara uymazlar, sosyal sınırları çiğnerler. Sergiledikleri bu tür davranışlar kişiliklerinin bir parçası olduğu için vicdanî kaygı duymazlar”.[10]

Böyle bir kaygısı olmayan ve  alenen haram olan şeyleri yapmaktan   sakınmayan  fertlerden oluşan bir toplumda, Allah’tan utanma duygusunun yaşanmadığı; zira  Allah’tan utanmayan kişilerin, insanlardan da utanmadığı müşahede ediliyor. Bu sebeple  gün geçtikçe yaygınlaşan  ve  bireyleri etkileyen  hedonist ve egoist arzuların, fertlerdeki utanma duygusunu erozyona uğrattığı görülüyor. Nitekim bu durum, Habertürk yazarı Esin Övet’ in  “28.01.2024 tarihli  yazısına da, konu oluyor:

“Geçen hafta ergen çocukları olan arkadaşlarımla yemekteyim. Hepsinin aynı yaşlarda çocukları olduğu için konu malum; ergenlik ve Z kuşağı. Duyduklarım karşısında gerçekten ağzım açık kalıyor. Ve “Şu an bir ergenle uğraşmak iğne deliğinden deveyi geçirmek gibi bir şey sanırım” yorumunu yapıyorum. Anladığım ve gözlemlediğim kadarıyla; aşırı rahatlar. Bir kere gerçekten çok başka düşünceleri var. Kendi bambaşka bir dünyaları var. Bizim taktığımız, önemsediğimiz hiçbir şeyi umursamıyorlar bile.

Cinsellik, ilişki, arkadaşlık, evlilik gibi mevzuları pizza yemek gibi, müzik dinlemek gibi bir şeye benzetiyorlarmış. (O gece öğrendim) Ki gerçekten ben de bazı şeyleri gözlemliyorum ve inanmıyorum. Siyaset ile inanılmaz ilgililer ki, bizim işimiz bile olmazdı. Para konusu ile inanılmaz ilgililer. Çoğunluğu ünlü olmak istiyor. Etrafımda üniversiteye hazırlanan çocukları olan anne ve babaların ağzından; “Benim çocuğum doktor olmak istiyor, avukat olmak istiyor” gibi sözleri duymuyorum. Çoğunluğu ya influncer[11] ya da tasarımcı olmak peşinde. Gibi uzayıp giden bir liste var. Ne olacak belli değil bundan 50 sene sonra. Dediğim gibi biz göremeyiz ama bizim bildiğimiz geleneklerin, göreneklerin, aşk-meşk ilişkilerinin olmayacağı kesin”.

Gözlem bu!

Sonuç olarak  şu soruları sormak ve cevaplarını da aramak gerekiyor:

Utanma  duygusunu  yitiren,  Allah’tan ve insanlardan  utanmayan fertlerden oluşan  bir toplum,  ne kadar  kurallı ve ilkeli bir  hayata sahiptir? Kuralsız ve ilkesiz bir hayat, insana  huzur  verebilir mi veya ne kadar huzur verebilir? Huzursuz bir hayat, insanı mutlu eder mi?   Ederse  ne kadar  mutlu eder?   Zira mutluluk, anlıktır; huzur ise süreklidir.  Huzuru da  sosyal hayatta hukukî, dinî, ahlakî ve etik kurallar sağlar. Bir an için trafik kurallarının olmadığını düşünün, ortada  bir düzen kalır mı? Düzenin olmadığı bir yerde huzurdan, huzurun  olmadı bir ortamda mutluluktan da söz edilebilir mi? Bu nedenle kuralsız bir hayattan ve sınırsız bir hürriyetten söz edilemez. İslâm’a göre doğru hayat, kuralları, ilkeleri ve felsefesi  olan  bir hayattır. Müslüman için böyle bir hayatın ilk şartı da Allah’tan utanmaktır. Yanlış yapmaktan ve günah işlemekten kaygı duymaktır.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM  -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1]  Şimdiki adı Kemer Dağı.

[2]  Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Hazırlayan Nihal Atsız, İstanbul  1970,  Ötüken Yayınevi, s. 169.

[3] Tirmizî, Kıyâmet, 24.

[4]  TDK Türkçe Sözlük , Ankara 2005, s.1217.

[5]  TDK Türkçe Sözlük , s.2040.

[6] A’raf,7/19-22.

[7] Buhârî, Îmân, 16.

[8] İbn Mâce, Zühd, 17.

[9] Buhârî, Enbiyâ, 54.

[10] Nurettin Topçu, Ahlâk, İstanbul, 2005, s. 44.

[11] “İnfluencer, kendi alanında uzman kabul edilen ve sosyal medya üzerinde istikrarlı takipçileri olan, fikrine güvenilen ve onayları alınan kişi olarak tanımlanıyor”

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

6 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

7 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

11 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

12 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

13 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

13 saat ago