Prof. Dr. Ali Seyyar
Psikolojik sorunlu insanların dertlerini yansıtan “Kırmızı Oda” TV dizisini neden benim ilgimi o kadar çektiğini sizler de merak ediyor musunuz? Doğrusunu söylemek gerekirse benim de Almanya’da üniversite eğitimimi finanse edebilmek için, açtığım bir “Kırmızı Odam” vardı. Gerçi resmi adı “Tercüme ve Danışma Bürosu”ydu ama zamanla bürom, Kırmız Oda’ya dönüştü.
Mütercimlik yapmak niyetiyle açtığım büroma avukatlık işi olan gurbetçi vatandaşlarımız, doktoruna kronik sağlık sorunlarını iyice anlatmak isteyen anneler, şiddet gördüğü için eşine boşanma davası açan kadınlar, 1980 darbesinden sonra Türkiye’den kaçmış ve Almanya’ya iltica talebinde bulunmak isteyen her siyasî görüşten gençler, büroma gelir ve benden yardım isterlerdi. Neler görmedim ki…
Mülteci Mahmut’un Bir Hayat Kadınıyla Evlenmesi (1)
İltica talebi reddedilen Mahmut isminde Kürt kökenli bir genç vardı. Almanya’da kalabilmek için, en son çare olarak kendine göre bir çare bulmuştu. Kendinden 20-30 yaş yaşlı, eskiden kötü yollardan para kazanmış olan alkolik bir kadın bulmuş. Arkadaşları, kâğıt üzerine evlenmeye razı etmişler o kadını. Ama kadın, her ay kendisine 300 Mark verilmesi şartıyla bu evliliği kabul etmiş. Nikâh dairesinde mütercimlik yaparken, o sahte tablo karşısında o genç insanımıza acıdım. Birkaç ay geçtikten sonra o genç yine büroma geldi ve bana o alkolik kadının her ay kendisinden bundan böyle 500 Mark istediğini aksi takdirde boşanacağını söylemiş. Zavallı adamcağız, asgari ücret ile kendisini mi geçindirsin, memleketinde yaşayan ve yardım bekleyen yoksul ailesine mi baksın, yoksa o alkolik kadını mı beslesin?
Fatma Hanımın Dâussılâ Hastalığı
Bir keresinde bir ev hanımıyla doktora gittik. Kadıncağız rahatsızlıklarını ve çektiği sancıları anlattı. Fakat doktor, rahatsızlığına işaret eden herhangi bir maddî bulgu bulamadığı için, belki de psiko-somatik olabilir dedi. Doktor bana “sor bakalım hastamıza, Türkiye’de evlatları var mı?” diye tercüme etmemi istedi. Soruya sorar sormaz kadıncağızın gözlerinden damla damla gözyaşı aktı. Doktor, bana “buraya gelen sizin Türk kadınlarınızın hemen hepsinde aynı rahatsızlık var: Dâussılâ.” dedi. İşte o zaman, dâussılânın gurbette başta çoluk çocuk olmak üzere sevdiği akrabalarından uzak kalmanın bir sonucu olarak şiddetli vatan hasreti çekmenin de bir psikolojik rahatsızlık olduğunu öğrenmiş oldum.
Sevgiden Mahrum Yetişmiş Fikret’in Hırsızlığı
Bir gün bana bir baba, ergenlik çağında içine kapalı bir erkek çocuğu ile geldi büroma. Meğer Fikret, yıllarca babasından ayrı olarak Türkiye’de yaşamış ve şimdi aile birliği kapsamında Almanya’ya getirilmiş. Babası, Almanca dilini öğrenmesi için, çocuğunun büromda benimle beraber kalmasını istedi. Seve seve kabul ettim ama biraz ketum olan çocuk, ne Almanca öğrenmeye meraklı idi, ne de benimle konuşmaya. Elimden geldiği kadar kendisiyle ilgilendim ama çekingenliğini ve utangaçlığını bir türlü atamadığı gibi benimle iletişimini de tamamen kesti.
Birkaç ay sonra babası geldi büroma ve tercümana ihtiyaç duyduğunu söyledi. Meğerse o çekingen bildiğimiz çocuk, sokakta bazı yaramaz Türk gençlerle arkadaş olmuş, bir sigara otomatiğini soymaya kalkışırken yakalanmış ve tutuklanmış. Babasının şu sözü halen hatıramda: “Yahu, bu çocuk nasıl böyle bir şey yapar? Ona ben her çeşit hediye aldım. Pantolon, ayakkabı vs. Ben çocukken bunların hiçbirisine sahip değildim…” Ah bu baba, çocuğa verilmesi gereken en büyük hediyenin, sevgi ve merhamet olduğunu bir türlü öğrenememiş. Kim bilir o da çocuk iken belki de hem yoksulluk, hem de sevgisizlik yaşamış olmalı. Yoksulluktan kurtulmuşlar ama aile içinde sevgi iklimini oluşturamamışlar.
İntihar Teşebbüsünde Bulunan Osman
Bir gün polis, telefonla büromu aradı ve acilen bir mütercime ihtiyaç duyduklarını söylediler. Derhal büromun önüne çıktım ve bir iki dakika içinde gelen polis arabası ile son sürat olay mahalline gittik. Meğerse bir Türk genci, bir binanın çatısına çıkmış ve intihar edecekmiş. Genci zar zor ikna ederek, çatıdan indirebildik. Hemen bir ambulansa bindirildik ve doğruca 100 km ileride bulunan bir akıl ve ruh sağlığı hastanesine götürüldük. Yol boyunca o gencin hayat hikâyesini öğrendim. Bir Alman kızına âşık olmuş, onunla beraber olmuş, hatta 3-4 yaşlarında bir çocuğu bile varmış, ayrılmışlar, çocuğunu görmek için ayrıldığı kadının evine kadar gelmiş ama çocuğunu göstermemişler. O da sinirlenmiş ve tepki olsun diye bileklerini kesmiş, çevreden insanlar bileklerini bağlamışlar, kan durdurulmuş ama çocuğunu halen göremeyince bu sefer de çatıya çıkmış…”
Ben o zamanlar, sosyal danışmanlık yapan bir üniversite öğrencisiydim. Bunları kendisinden duyunca o gence çok kızdım. İçimden geldiği gibi hem onu eleştirdim, hem de bir saat içinde ona manevî yönden bazı telkinlerde bulundum. İçimden geldiği gibi şunları dediğimi hatırlıyorum: “Sen, bunları nasıl yaparsın? Nikâhsız olarak bir Alman kadınla zina ilişkisi yaşamışsın, üstelik ondan bir de çocuğun olmuş, yetmedi o çocuğunu da Alman kadına teslim etmişsin, kim bilir o kadına ne yaptın da çocuğunla birlikte senden uzaklaşma gereği duymuş, çocuğunu görmek için, çılgınca hareketlerde bulunmuşsun, kendini öldürmeye kalkmışsın, canı kıymak en büyük günahtır, iyisin ölmemişsin yoksa mahşerde nasıl hesap verecektin sen yahu, sen nasıl bir Müslümansın böyle? Hiç yakışıyor mu sana? Arkanda annen baban var. Onları üzmeye hakkın var mı? Yaptıklarından pişmanlık duymalısın, tövbe et ve bir daha böyle çılgınca eylemlere girişme…”
Biliyorum, bir psikoloğun söylememesi gereken belki de çok profesyonel olmayan sözlerdir bunlar. Ama doğrusu o gence hem kızmıştım, hem de acımıştım. Sözlerim de bu anlamda algılanmış olacak ki o genç, bunları büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde dinlediği gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yolculuğumuz sona erdiğinde Osman, tamamen iyileşmiş gibiydi ve fevri hareketleri, derin bir ruhî sükûnet e dönüşmüştü. Osman’ın doktorlarla yaptığı ilk görüşmesi gayet iyi geçmişti. Kişiyi ve olayı tahlil eden psikiyatrist, görüşme sonrası bana şunu sordu: “Siz Osman’a yol boyunca bazı telkinlerde bulundunuz mu?” ben de sanki suç işlemişçesine “Estağfurullah, ne haddime!” dedim.
Aradan birkaç hafta geçtikten Osman’ın annesi beni telefonla aradı. Biraz tedirgin olmuştum çünkü şok halinde bulunan Osman’a hiç de görevim olmadığı halde onu dinlemek ve ona anlayış göstermek yerine bazı suçlamalarda bulunmuştum. Gerçi kendimce bazı dinî nasihatlerde de bulunmuştum ama bunlar ters de tepebilirdi. Annesi konuştukça içim ferahladı. Osman, benim o amatörce çıkışımdan dolayı benim samimiyetimi görerek, bana inanmış ve benden çok etkilenmiş. Tedavi süreci de bunun için gayet iyi gidiyormuş. Nasıl başarılı oldum ben de bilmiyorum. Ama zannederim Osman’ı o çaresiz ve acıklı hâline görünce ona merhamet ederek, tepkimi bir kardeşi gibi gösterdim. Manen dibe çökmüş Osman kardeşimiz, o tepkisel fakat içten gelen tutum ve davranışımda belki de ilginin ve sevginin özünü ruhunda hissetmiş olmalı.
Gurbette yaşanan acı hatıralar kolay kolay unutulamıyor her nedense.
*İsimler değiştirilmiştir ama hikâyeler gerçektir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…