Özgürlük İçin Yazmaları
Ayuba Suleyman Diallo eğitiminin çoğunu aldı. Senegal’deki Bundu İslam Devleti’nden bir tüccar ve Kuran hocası olup 1730’da Gambiya’dan kaçırıldı ve Arabella kaptanı Stephen Pike’a satıldı.
Diallo babasının kendi özgürlüğü için para vereceğini söyledi ve memleketine bir tanıdık göndermesine izin verildi. Fakat Arabella Diallo serbest bırakılmadan önce oradan ayrıldı.
Maryland’den babasına bir mektup yazdı ve onu Pike’a göndermesi talimatıyla bir köle tüccarına verdi. Mektup Pike’a ulaşmadı fakat bir şekilde Londra’daki Royal African Company’nin vali yardımcısı ve Georgia’nın gelecekteki kurucusu James Oglethorpe’un eline ulaştı. Çeviriyi okuduktan sonra Oglethorpe Diallo’nun serbest bırakılmasını ve İngiltere’ye gönderilmesini sağladı.
Senegalli Diallo 1733 yılının Nisan ayında Londra’ya geldi. Kraliyet ailesiyle tanıştı ve ünlü doktor ve doğa bilimcisi Sir Hans Sloane’a -onun özel koleksiyonu British Museum, the British Library ve Natural History Museum’un temelini oluşturuyordu- Arapça belgelerin tercümesi için yardım etti.1734 Temmuz’unda Bundu’ya dönmeden önce ressam William Hoare’ye poz verdi ve ezberinden üç Kuran nüshası yazdı. Bunlardan biri 2013 yılında Beyrut’taki Dar El-Nimer Sanat ve Kültür Koleksiyonu’na 21,250 İngiliz Sterlinine (28,040 dolara) satıldı.
Mississippi’de Ibrahima Abdurrahman 1826’da yazdığı bir mektupla Diallo’nun yolunu izledi. 38 yıl evvel Gine’nin Müslüman hükümdarı Futa Jallon’un 26 yaşındaki oğlu bir savaş sırasında esir alınmıştı. Onun mektubu Amerika’nın Fas konsolosu Thomas Mullowny’e gönderildi. Konsolos mektubu İbrahima’nın serbest bırakılmasını isteyen Sultan Abdurrahman II’ye götürdü. Dışişleri bakanı Henry Clay durumu Başkan John Quincy Adams’a bildirdi, başkan 10 Temmuz 1827’de günlüğünde yazdığı bir pasajı bu meseleye ayırmıştı.
Mississippi’deki 39 yıl sonrasında İbrahima serbest bırakıldı ve 1829 yılında Amerika doğumlu eşiyle beraber Liberya’ya gitti. Bundan kısa süre sonra öldü. ABD’den ayrılmadan önce kölelik karşıtları arasında bu amaçla topladığı 3.500 dolarla sekiz çocuğu ve torunu serbest bırakıldı. Liberya’ya yerleştiler, ancak yedi akrabaları köle olarak kaldı.
Basmakalıp Yargıları Çürütmeleri
Okuryazarlığı Ömer bin Said’in serbest bırakılmasını sağlamasa da onun durumunu oldukça iyileştirdi. 1810’da “kötü bir adamdan… Allah’tan korkmayan bir kafir” den kaçtıktan sonra bir kilisede namaz kılarken yakalandı ve bir kaçak olduğundan hapse atıldı. Kömür parçalarıyla duvarları salıverilmesi için Arapça yakarışlarla kapladı. Kuzey Karolina valisinin kardeşi onu satın aldı, ona hafif görevler verdi ve ona kağıtlar vererek onu Hıristiyanlığa döndürmeye çalıştı.
1831’de Arapça yazılmış otobiyografisinde Ömer ince bir şekilde Allah’ın her şeye kadir olduğunu belirten Mülk Suresi’nin de yardımıyla kendi köleliğinin geçersizliğini duyurdu; aslında o bununla “sahibinin” üstünlüğünü çürütüyordu.
Duke Üniversitesi’nden Profesör Mbaye Bashir Lo ve Chapel Hill’deki Kuzey Karolina Üniversitesi profesörü Carl Earnst onun bilinen 17 elyazmasını yakından inceledi. 12. yüzyıldan Endülüslü bir Sufi üstadı ve 16. yüzyıldan kalma dini bir Mısır bir şiiri de dahil olacak şekilde hafızasından çeşitli eserleri naklettiğini buldular.
Ömer’in Hıristiyanlığa sözde dönüşüyle ilgili çok şey yapıldı ve Francis Scott Key onun Arapça bir İncil bulmasına yardımcı oldu. Ömer en kıymetli varlığı olduğu söylenen bir Kuran’a sahipti. Açıkçası onun bilinen son el yazması 1857 tarihli İslam’ın “inanmayanlara” ve diğer düşmanlara karşı zaferini belirten Nasr Suresi’ydi. Bu Hz. Muhammed’e nazil olan son sureydi.
Elbette, köleleştirilmelerinin gerekçesi olarak kullanılan Afrikalıların medeniyetsiz puta tapıcılar olduğu klişesi okuryazar, tek tanrılı insanların durumuna uymuyordu. Bu nedenle Müslümanlar sıklıkla Araplar, Faslılar ve “Batı Afrika’ya göç eden Arap Muhammedilerin torunları” olarak yanlış sunuldu.
Amaçları özgür siyahi insanları Liberya’ya sınır dışı etmek olan The American Colonization Society, Ibrahima gibi serbest bırakılan Müslümanları kıtayı “medenileştirmeye” ve garip bir şekilde Hıristiyanlaştırmaya giden bir kanal olarak tasavvur ediyordu.
Blues Müzik
Köle edinilen Afrikalı Müslümanların izleri günümüzde halen görülebilir. Arapça terminoloji, Güney Karolina’nın Gullah dilinde, Trinidad ve Peruluların şarkılarında, Karayiplilerin sarakasında ve Brezilya’daki Candomble, Umbanda ve Macumba, Haiti’deki Vodun ve Küba’daki Regla Lucumi ve Palo Mayombe gibi çeşitli dinlerde varlığını sürdürmektedir.
Dahası Müslümanların önemli bir katkısı olan blues müziği 1970’lerden beri büyük müzikologlar tarafından kabul edilmiştir. Blues’un kökleri, İslami beste ve okuma tarzının tüm kurucu unsurları olan, uzun kelimeler, duraklamalar ve melisma ile solo, enstrümantal olmayan, yavaş bir melodi olan saha haykırışında bulunabilir.
Bununla birlikte müzikologların fark edemediği şey bu haykırışın Müslümanların hafızalarının bir ürünü değil de aslında Amerika’da sürdürülen namaz, Kuran okuma, Sufi ilahileri ve namaza çağrı olan ezan gibi ABD’de süregelen İslami uygulamaların doğrudan bir ürünü olduğudur.
Özellikle WD “Bama” Stewart’ın 1947’de Mississippi’deki Parchman hapishanesinde kaydettiği “Levee Camp Holler”ın ezana yakınlığı oldukça sıra dışıdır. İkisi yan yana geldiğinde, birinin ne zaman bitip diğerinin ne zaman başladığını söylemek zor.
Blues, Afrikalı Müslümanların Amerikan kültürüne en kalıcı ve gözden kaçan katkılarından biridir.
Bir diğeri Amerika’nın güneyi, Jamaika ve Trinidad’daki ring shout (zil sesleri) olabilir. İnsanların bir daire etrafında döndüğü dini bir ayin, bağırma olmadığı için şaşırtıcı isimli bir Afrika dansı olduğu düşünülüyordu. 1940’larda farklı bir açıklama önerildi. Kâbe’nin etrafında bir kez dönmeye şavt denilir, bu da İngilizcedeki “shout” kelimesinin telaffuzuna yakındır. Hacıların Mekke’de yaptığı gibi Amerikalı ayin yapanlar (shouters) kilise, sunak veya özel bir ikinci sunak gibi kutsal bir yapının etrafında saatin yönünün tersine doğru dönerler. Müslümanlar Hac’ın bu önemli bölümünü “yeniden icat etmiş” olabilir mi?
Unutulmuş Bir Tarih
Zamanla Amerika’daki Afrikalı Müslümanların hikayesi ve hatta varlığı hafızalardan silindi. Fakat 11 Eylül’den beri çoğu kişi için çarpıcı bir keşif olan bu unutulmuş tarihe giderek artan bir ilgi mevcut.
Afrika kökenli Amerikalı Müslümanlar, İslam’ın yabancı olmaktan uzak ve Hıristiyanlık kadar Amerikalı olduğunu göstermek için eski bir soya ve göçmen topluluklarına sahip çıkmak için bunu kullandılar.
Bugün geniş İslam dünyasında insanlar artan şekilde İslam’ın bu uluslararası tarihi ile daha fazla ilgileniyorlar.
Afrikalı ve Müslüman olarak inançlarını Amerikan köleliğinin korkunç baskısı altında yaşayan insanlar bu ülkenin sosyal, dini ve kültürel dokusuna katkıda bulundular. Kabul edilsin veya edilmesin Müslümanların mirası yaşamaya devam ediyor. Onların hikayesi bir Afrika hikayesi, bir Müslüman hikayesi ve bir Amerika hikayesidir.
Çeviri: Zehra Kaya