Bu inceleme yazısı , CNN yazarı Airielle Lowe tarafından kaleme alınmıştır ve yazıdaki fikirler tamamen şahsa aittir.
Netflix’te dünya çapında 1. olan Kore yapımı kurgu dizi ‘’Squid Game’’le ilk tanışmam TikTok’daki kısa bir klip vasıtasıyla oldu. ‘Kırmızı Işık, Yeşil Işık’ oyunu oynanıyordu ve bir oyuncunun ‘kırmızı ışık’ uyarısından sonra hareket ettiği için vurularak öldürüldüğünü izledim. Odadaki diğer oyuncular çığlık atarak kaçmaya başladı ve kurşun yağmuruna tutularak katledildi.
TikTok kullanıcısı klipteki şiddet karşısında şaşkına dönmüştü, ben de ondan farksız değildim. Geçmişte birçok Kore dizisi izlememe rağmen, bu kanlı sahne alışık olmadığım bir şeydi. O günün akşamı merakla Netflix’i açtım ve tüm bunların ne hakkında olduğunu öğrenmek için diziye başladım.
Dizinin sonunda sorumun cevabına eriştim. ‘’Squid Game’’ şiddet içerikli, duygusal ve bazen de komik bir dizi. Ama şok etme potansiyelinin ötesinde, bu diziyi özellikle Amerikan izleyiciler için merak uyandırıcı hale getiren sebepler var. Dağıtımcısı Netflix’in dünya çapında bir numarası olmasının yanı sıra, bu dizi Netflix ABD’de 1.sıraya ulaşan ilk Kore dizisi oldu.
Dizide fakir olan veya fakirleşen yüzlerce çaresiz insan tespit ediliyor ve 38 milyon dolarlık büyük ödülü kazanma umuduyla bazı çocuk oyunları içinde ölümüne yarıştırılıyorlar. Bu astronomik rakamlar, borçlu oyuncuların birbirlerini finansal refah ve zenginlik için öldürmelerini izleyen zengin elitler tarafından ‘iyi niyetli bir şekilde’ bağışlanıyor.
Senaryo distopik bir geleceğin abartılı bir ifadesi gibi gelse de, ‘Squid Game’ bize deneyimlediğimiz yaşamın adaletsiz ve tahmin edilemez doğasını hatırlatıyor. Oyuncuların yaşamlarında kendi yaşam mücadelemizle olan benzerlikler görebiliriz. Şunu fark ediyoruz ki, ‘’Squid Game’’ günümüz gerçekliğine birçok yönden ayna tutuyor.
ABD’de her gün ‘’Squid Game’’in kendimize has bir versiyonunu oynuyoruz ve bazılarımız bu oyunu diğerlerinden daha sık oynuyor. Ya daha iyi bir maaş, başının üstünde bir çatı kurmak için ya da temel işçi haklarını elde edebilmek için mücadele ederek, Amerikalılar da bir fırsat ve başarı oyunu oynuyor. Aradaki en temel fark şu ki; dizideki oyuncular için başarının kuralları çok daha belirgin.
Mesela dizideki karakter Seong Gi-Hun’u ele alalım. Naif ve kibar Gi-Hun, annesinin hastanede pahalı bir tedavi gerektiren bir hastalığı olduğunu öğrenmesini de içeren birtakım gelişmeler sonucu oyuna katılıyor. Bu hikaye çok tanıdık geliyor, özellikle tedavi ücretleriyle alakalı yardım kampanyaları ve çocukların bile aile üyelerinin aşırı pahalı tedavi masrafları için para toplamaya çalıştıklarına aşinayız.
Gi-Hun’un annesi hastalığını öğrendiğinde hastanede yatmayı veya tedavi olmayı reddediyor çünkü o çalışamadığı zaman faturaları veya kirayı çıkartamayacaklarını düşünüyor. Birçok Amerikalı için bu bilim kurgu değil, gerçek hayatın ta kendisi. Amerikan Tıp Derneği Dergisi’nin 2021’de yaptığı bir araştırmaya göre, Amerikalılar en az 140 milyar dolarlık sağlık borcu altında. Yoksul kesimdekiler daha zengin kesimlere nispeten ortalamaya göre beş kat daha borçlu. Araştırmada 2020’de bireylerin sağlık borcu miktarının, kredi kartı, telefon faturası ve ek masraflarının toplamından daha fazla olduğu ifade ediliyor.
Bir diğer karakter de Pakistanlı bir göçmen işçi olan Ali Abdul. Ali’nin bir iş kazasında birkaç parmağını kaybedip tazminatını alamaması yetmezmiş gibi bir de patronu, parası olmasına rağmen Ali’ye altı aylık ücretini vermiyor. Ali ailesini bu şartlar altında geçindirmeye çalışıyor.
Ali’nin sömürülmüş işçi profili de olağandışı bir durum değil, özellikle ABD’de büyük şirketlerde çalışan işçilerin güncel protestoları göz önüne alındığında… Ali karakteri dizide Güney Kore’deki göçmenlerin karşılaştığı ayrımcılık ve dezavantajları yansıtmak için kullanılsa da, hikayenin ana teması ABD’deki kaçak ve göçmen işçilerin sömürülmesi için de geçerli.
2008’de üç büyük şehirdeki düşük gelirli sektörlerde 4.387 işçi üzerinde yapılan araştırma gösteriyor ki, göçmen işçilerin %37.1’i asgari ücretin çok altında çalıştırılıyor (ABD doğumlu işçilerde bu oran %15.6). Göçmen işçiler aynı zamanda vize masraflarının karşılanmaması ve kendi işçi haklarını bilmemelerinden dolayı sömürüye maruz kalmayı da içeren kötü muamele ve manipülasyon riski altında.
‘’Squid Game’’ bu yapısal eşitsizlik ve sınıfsal dinamiklerdeki gerilimi yansıtan ilk dizi değil. Ve hatta bu gerilimi ölüm kalım yarışmalarıyla gün yüzüne çıkaran ilk yapım da değil. Fakat yine de, dizide ortaya koyulan büyük miktar için verilen mücadelenin yapısı ve kolayca sosyal medya içeriğine dönüştürülebilen oyunlar, Netflix’in ‘tüm zamanların en büyük dizilerinden birisi’ dediği bu diziyi meydana getirdi..
‘’Squid Game’’deki oyunlaştırma, dizinin popülaritesinin anahtarı olsa da, bu ciddi yükseliş sadece TikTok klipleri yüzünden olmadı. ‘’Squid Game’’ izleyicilerinin birçoğu kendilerinin dizideki ölümcül senaryolara gerçekten katılıyor olduğunu hayal etmek istemez, ben de istemem. Ama bu karakterlerin mücadele ettiği borç, yalnızlık, fakirlik gibi kavramları ve yaşam koşullarını iyileştirmedeki çaresiz çabalarının, kaybedecek hiçbir şeyleri yokmuş gibi hissetmelerine yol açmasını anlayabiliyoruz.
Ama eğer diziyi, her şeyden önce karakterleri oyuna katılmaya iten asıl faktörleri göz ardı ederek izlerseniz, yeterince dikkatli izlemiyorsunuz demektir. Veya birçok Amerikalının yüzleştiği benzer mücadelelere yabancısınızdır.
Amerikalılar bir dizi çocuk oyununda ölümüne mücadele etmiyor olabilirler, ama onlar da benzer savaşları veriyorlar: ülke çapında daha iyi sağlık hizmetleri, maaş ve yaşam koşulları için. Gerçek anlamda bir yarışma yerine, ‘mücadele eder ve yeterince sıkı çalışırsan sen de zenginlerden biri olma fırsatını yakalayabilirsin’ fikrini taşıyan ‘Amerikan Rüyası’ ideali uğruna savaşıyorlar.
Çevirmenin Notu
Esasen yazının başlığı ‘Dünya Squid Game’e Neden Bu Kadar İlgi Gösteriyor’ olabilirdi. Malumunuz, vahşi kapitalizmin gelişiyle beraber tüm dünyada benzer etkiler oluşturan tüketim çılgınlığı, borçlanma, temel ihtiyaçları karşılayamama gibi faktörler tüm dünyada ve ülkemizde de baş göstermektedir.
Ekonomik durumdan bağımsız olarak insanlar Hududullahı aşar şekilde tüketim alışkanlıkları sergilemekte ve hem dünyayı hem kendilerini tüketmektedirler. Evet belki bir oyun içinde değiliz ama bu dünyanın ‘3 günlük’ olduğunu unutmuş gibiyiz…
Çeviri: Abdülkadir Bekdemir