islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5356
EURO
36,4311
ALTIN
2.963,19
BIST
9.159,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Anadolu ve İstanbul İslam’ın armağanıdır

Ali Rıza Demircan, doğal olarak kanıksadığımız, sanki ezelden beri bizim sandığımız İstanbul ve Anadolu’nun Türklere İslamiyet’in, Allah’ın İslam Üzere yaşamaları karşılığı bir lütfu olduğunu açıklıyor.

Anadolu ve İstanbul İslam’ın armağanıdır

ALİ RIZA DEMİRCAN

Mâna ve madde fâtihi olan Peygamberimiz, İstanbul’un fethini müjdeleyen mucizevî bir hadislerinde şöy­le buyurmuşlardır:

Kostantiniyye elbette feth olunacaktır. Onu fethe­den kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.C.Sağîr, 2/123)

Her haberi doğru, her sözü gerçek, her işareti hak olan Yüce Peygamberimiz, bu mübarek sözleri ile İs­tanbul’un fetih emirlerini vermiş, bu emri yerine geti­recek kumandanı sevmiş,  fetih mücâhidlerini bağrına basmıştı.

Sevgili Peygamberimizin inanan kalpleri fetih aş­kıyla çağlatan bu iltifatı, İstanbul’un Müslümanlar ta­rafından defalarca muhasara edilmesine yol açmıştı. Fakat bu manevî devlet Osman Oğulları’ndan Fâtih Sultan Mehmet Han’a nasip olmuştu.

İslâm Dini’nin hayat nizâmı ve adalet ilkesi üze­rinde kurulan Osmanlı Devleti’nin, Ulu Peygamberimi­zin izinde yetiştirilmiş 22 yaşındaki bu genç bilgin hü­kümdarı, Peygamberimizin «O ne güzel kumandandır» müjdesine mazhar olma aşkıyla yanmıştı. Gece-gündüz fetih sevdasıyla yaşamış, sağlam bir imanla lüzumlu bü­tün hazırlıkları yapmış, gerekli tedbirleri almıştı.

6 Nisan 1453 Cuma günü surların dibinde kılınan Cuma namazından sonra ufukları inleten tekbir sadaları ile muhasara başlamıştı.

İstanbul’un fethi arzusuyla tutuşan maddî ve manevî güçle mücehhez üç yüz bin mücahid ve yüz yirmi parça donanma ile başlayan muhasara, elli üç gün sür­müştü. Güllelere dayanan surlar, candan, canandan ge­çen mücâhidlerin gaza ve şehâdet mefkûresine mağlup olmuştu.

Muhasara uzadıkça bazan ümitler kınlıyor, fakat âlimler cihâd âyetlerini okuyarak mücâhidleri teşci edi­yor, asırlar önce İstanbul, surlar önünde şehid düşen büyük sahâbî Ebû Eyyüb-el-Ensârî’yi misâl vererek as­kerleri gayrete getiriyorlardı.

Medine’ye hicretinde Peygamberimizi hanesinde misafir etmiş, Bedir harbinde İslâm ordusunun yeşil sancağını taşımış bu yüce sahâbî  80 yaşında bir pîr iken İslâm ordularıyla Konstantiniyye’ye  yani İstanbul’a) gel­miş, muhasara sırasında arzusuna ermiş; şehid düş­müştü.

İstanbul’un manevî fâtihi Akşemseddin’in bu yüce sahâbînin kabrini keşfetmesinden sonra fethin müyes­ser olacağına imanı artan Anadolu ve Rumeli askerleri, birer kahramanlık örneği kesilmiş, Ebû Eyyüb-el Ensâ­rî’yi yeşil sancağı ile aralarında hissetmişlerdi. Her ne­fer bir Ulubatlı Hasan olmuştu.

« Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni » diyen genç Fatih, hocası Akşemseddin ile kumandanlarını, as­kerlerini coşturuyor, sarsılmayan azmî ve Allah’ın inâyetiyle 70 parça gemiyi Kasımpaşa sırtlarından Halic’e indiriyordu.

27 Mayıs Pazar günü askerine oruç tuta­rak fethe hazırlanmalarını emreden Fâtih Sultan Mehmed Han, 29 Mayıs sah sabahı, sabah namazından son­ra okunan Fetih sûresini dinleyen mücahidleriyle son hücumu yapmış, surlar açılmıştı.

Tekbir sadâları içerisinde şehre giren Fâtih’in Pey­gamberimizin; « O ne güzel kumandandır» medhine mazhar olmanın bahtiyarlığı içerisinde kalbi sürurla dolup taşıyordu.

« Allah cihâdını mübarek kılsın hünkârım.» diyerek etrafını çevreleyen kahramanlarına «Allah’a şükürler olsun, Allahşehîdlerimize rahmet etsin, mücâhidlerimize şeref ve saadetler ihsan buyursun» diye cevaplar veri­yordu.

Fâtih Sultan Mehmed Han böylece etrafında yükselen « Maşallah Padişahım, çok yaş a» âvâzeleriyle şehrin ortasına varmış, burada durarak mücâhidlerine şu kısa hitabelerini irâd buyurmuşlardır:

« Ey kahraman mücâhidler! Allah’a hamd olsun. İş­te bundan böyle sizler Kostantiniyye fâtihlerisiniz. Hz. Peygamberin medih buyurduğu şerefli askerler sizler oldunuz, gazanız mübarek olsun. Asla çocukları, din adamlarını, sizinle harbetmeyen kimseleri öldürmeyin, kadınlara dokunmayın ki Peygamberin size lâyık gör­düğü şerefin ehli olasınız

Sonra atından inerek kıbleye dönmüş, yüzünü top­raklara sürerek Allah’a şükran secdesine varmıştı. Kor­ku içerisinde dehşete düşen İstanbul halkına haberciler salmış: « Herkes işine baksın, malından, canından, ırzından emin olsun; huzursuzluğa meydan verilmeyecek » diye nidalar olunmuştu.

Sınırsız bir din ve vicdan hürriyeti tanıyarak ge­çek adaleti tesis etmişti.

Büyük Fatihimiz böylece, İstanbul’un yalnız topra­ğını değil, Bizanslıların gönüllerini de fethetmişti.

Fethin 3. Günü İstanbul’da ilk Cuma namazını, ca­miye tahvil ettiği Ayasofya’da kılan, çağ kapayıp, çağ açan yüce ceddimize, Cenab-ı Mevlâ’dan rahmet niyaz ederim.

Saygı Değer Mü’minler!

Görülüyor ki, İstanbul’umuzun hakikî fâtihi, müj­deli talimatı veren Peygamberimizdir. Peygamberimiz, Fâtih’in ve fetih askerlerinin gönlünde taht kurmasaydı İstanbul alınmaz, bu ma’bedler diyarı İslâm’ın malı olmazdı.

Evet, Ayasofya’sıyla beraber İstanbul İslâm’ın malıdır. Yalnız İstanbul değil, tarihi ile beraber-bü­tün Anadolu İslâm’a âiddir.

İslâm’la yücelmiş milletimizin Anadolu’daki tari­hini başlatan Malazgirt zaferi, İslâm’a vatan, adaleti götürecek mekân arayan Müslümanların zaferidir.

26 Ağustos 1071 Cuma günü Cuma namazından sonra askerlerinin önüne geçerek onları teşcî eden ve: «Allah’ım, Sen’i kendime vekil yapıyor, azametin karşı­sında yüzümü yere sürüyor ve Sen’in uğrunda savaşı­yorum. Allah’ım, niyyetim hâlistir. Bana yardım et, söz­lerimde hilaf varsa beni kahret» niyazı ile Allah’a tes­lim olan, şehîd edildiği yerde gömülmesini vasiyyet eden Alparslan Gazi ve kahraman mücâhidleri İslâm Nizamı’ndan güç alan insanlardı.

 Antakya’yı fethedince yüz on müezzinle şehrin bü­yük kilisesinde ezan okutan Anadolu Türk Devleti ku­rucusu Süleyman Şah âdeta insan arzu ve irâdesine da­yanan zulüm idâresinin yıkıldığını, İslâm Nizamı adına âdil ve bereketli bir idarenin kurulduğunu ilân ediyor­du.

Osman Gazi’nin ölüm döşeğinde, oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı aşağıdaki vasiyet, devletimizin temel felsefesiydi.

« Oğlum, senden dileğim, zulüm ve fenalığa iltifat etmemektir. Dünyayı doğruluk ile şenlendirmeli. Benim ruhumu da cihâda devam ederek şâd eylemelisin. Dinî hükümlerin intizamla yapılması için ilim adamlarına hürmet et. Asker ve mal ile gururlanma. Dinimizin ada­letine aykırı şeylere heves etme. İstediğim Allah’ın di­nidir. Yoksa dünya padişahı olmak için kavga etmek maksadını gütmeyesin. Ben yalnız din için, Allah’ın rızâsı için harb ettiğim gibi, sana da benim yolumda gitmen yaraşır.»

Evet… İslâm Nizamı’nın hediyesi olan Anadolu’muzu İstiklâl Harbi ile kurtaran yine halkın İslâmî imanı, gönüllerde yaşayan gaza ve şehâdet mefkûresiydi. 

Ezan­lar dinmesin, ma’bedlerimizin göğsüne nâmahrem eli değ­mesin, namusumuz lekelenmesin, ecdada makber, şühe­dâya türbe olmuş İslâm’ın bu son yurdu çiğnenmesin, İstiklâl-i Din ve Vatan elden gitmesin diyen her imanlı yiğit candan geçmiş, İslâm’a vatan olmuş bu topraklar­da yedi düvele baş eğmemişti.

Tarihimizin, dinimizi gerçek manasıyla yaşadığı­mız her devrinde, İslâm mübarek topraklarımıza rah­met gibi sinmiş, ecdadımızın gönüllerinde filizlenmiş, millî zevklerimizde ve sanat eserlerimizde renk renk te­celli etmiş ve 6 asır yaşayan büyük devletimizin hayat iksiri olmuştur. Evet, aziz ecdadımızın inşa ettiği medeniyette, icra ettiği adalette, tesis ettiği vahdette görülen diriltici ruh İslâm’dı. Bizim, her muvaffakiyetimizin sırrı İslâm’dı. Gerileyişimizin ve çöküntüye uğrayışımızın  ana sebebi de, İslâm şeriatından ayrılışımız olmuştur.

Muhterem Mü’minler!

Biz İslâm’la var olmuşuz, bu nizamla yaşamışız. Ah­lâkımızı, adaletimizi, var olma gücümüzü, kudretli olma aşkımızı Allah’ın dininden devşirmişiz.

Tarihimizde olduğu gibi devrimizde de fert ve top­lum olarak manevi yönden yücelmek, maddî bakımdan gelişmek istiyorsak biricik yol İslâm’a dönmek, O’nun hayat yasalarına göre hayatımızı düzenlemektir.

Istanbul’umuzun fethinin bu yıldönümünde Yüce Rabbimden cümlemize tarih şuuru vermesini, İslâmî çizgide  yürüme aşkını ihsan etmesini dilerim.

Hutbemizi bir âyetle bitiriyorum: «(Ey  Mü’minler!)    Gevşemeyin,  üzülmeyin. Eğer gerçek mü’minler iseniz en üstün sizlersiniz.»  (Al-i İmran, 139)

Önemli Not

Bu yazı, tam 50 /elli yıl önce tarafımızdan hutbe olarak yazılmış ve Süleymaniye Camii minberinden göz yaşları içinde binlerce  mümine hutbe olarak sunulmuştur. Elli yıl önce de yayınlanmıştır. Dili de aynen korunmuştur.