Değinmiştim, vaiz olmak emelim vardı. 1950-60’lı yıllarda devlet memuru resmi müftü veya vaiz olmak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı imtihanlara girilirdi. Girenler de kendini benim gibi özel yollarla yetiştirmeye çalışanlardı. Çünkü yetiştirici resmi kaynak yoktu. 1951’de kurulan İmam Hatip Okulları ilk mezunlarını 1958’de verdi, yani ülkemizin ihtiyacı karşılanabilir durumda değildi. 1959’da açılan Yüksek İslâm Enstitüsü de ilk mezunlarını 1963’de verecekti. Araştırdım, Ankara’da son defa olarak fahri vaizlik ehliyet imtihanı yapılacağını öğrendim. Kendimi bu imtihana hazırlamaya başladım.
15 Mayıs 1963’de yapılacak imtihan için Ankara’ya gittim. Sözlü Arapça imtihanında başarılıydım. Hâlâ hatırlıyorum. Bana okutulan fıkıh metninin bir bölümü şöyleydi.
“Felev Şeretna Şertan Zaiden Yüeddi’l Harace/ İlave bir şart koşsaydık zorluğu gerektirirdi.”
İsimlerini değilse de imtihan heyetini hatırlar gibiyim. Beni tebrik edip Arapçayı nerede öğrendiğimi sordular. Açıkladım, bu arada ifade edeyim ama aramızda kalsın, sonraki yıllarda ben üç senelik İmam Hatip lisesinde ve dört yıllık Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Arapçama pek bir katkı sağlayamadım.
Yazılıda Tefsir’den Nun/Kalem sûresinin 7-15. âyetlerini sordular. Eksikleri olmakla birlikte geçebilecek not alacak şekilde cevap verdim ama Kelamcılarla Usulcüler arasındaki ihtilaflara ilişkin soruya, gereğince yanıt veremedim.
Hulâsa imtihanı kazanabileceğim şeklindeki ümitlerimi bir ölçüde yitirerek İstanbul’a dönerken, tarihî bir olaya şahid olduk. Bolu civarında iken Talat Aydemir ve ekibinin darbe yaptığını radyodan öğrendik.
İmam Hatip Okulu İmtihanlarına Girmek Tek Çıkış Yolumdu
İstanbul’a dönünce önümde tek bir yol kalmıştı. O da dışarıdan İmam Hatip Okulunun dört yıllık ilk devresinin bitirme imtihanlarına girip mezun olmaktı. Sonra da lisesine başvurmaktı. Kararımı verdim ve Haziran imtihanlarına yetişmek için bir hafta içinde başvurumu yaptım.
(Yüksek İslâm Enstitüsü’ndeki özlük dosyamı aldım. Enstitü hayatımla ilgili tek satır yoktu ama İmam-Hatip okuluna okul dışından 23/5/1963 tarihli imtihana girme başvurum vardı.)
Haziran’da meslek derslerinin hemen hemen tamamını verdim. Hayati Ülkü Hoca Din Dersi’nde başarılı olmama rağmen geçer not vermemişti. Eylül döneminde Hayrettin Karaman Hoca Yüksek İslâm Enstitüsü’nün ilk mezunlarından biri olarak göreve başlamış, Din Dersi imtihanına hoca olarak katılmıştı. 9 alarak geçtim.
Kayınbiraderimle Matematik ve Fizik Çalıştım
Kayınbiraderim İnşaat mühendisi Adem Erbaş’la Matematik ve Fizik çalıştım. Her gece imtihanlar rüyalarıma girerdi. Öylesine sıkı çalışıyordum ki babam, bana olan merhametinden ötürü isyan etmiş, yeter bu kadar çalışma, demişti.
18 Yaşını Bitirdiğimde İlk Kızım Oldu
Haziran imtihanlarına girerken 18 yaşımı bitirdim. 1963 Haziran’ında ilk kızım Emine doğdu. İki yıl sonra da ikinci kızım Hamdiye dünyaya geldi. 1966-67 ders yılında, 1945 olan doğum yaşımı mahkeme kararı ile 1947’ye çekerek İmam Hatip Okulu’nun Lise kısmına başladığımda iki çocuğum vardı. İmam Hatip öğrenciliğim sırasında 1967’de Ahmet Misbah ve 1969 Nisan’ında da Vildan dünyaya geldi. Bir ara üç çocuğum olduğunu, bir ana gibi sevdiğim tarih öğretmenimiz Selvinaz Hanıma söylediğimde, kulaklarına inanamamıştı. Ancak okuyucularımız şaşırmasın, yedi yıllık İmam Hatip Okulu’nun birinci sınıfına evli olarak gelen arkadaşlarımız bile vardı.
Kızımın Doğumundan Yedi Ay Sonra Annem Vefat Etti
Haziran 1963’de, baba olduğumdan yedi ay sonra annem öldü. Hayatı hastalıklarla dolu olup ikisi küçük yaşlarda ölen sekiz çocuk doğuran çilekeş annem bir sabah ansızın vefat etti.
Mutadı üzere erken kalkmış, babamın abdest suyunu ısıtıp ona abdest aldırtmış, kendisi de sabah namazını kılıp yaktığı sobanın çevresine gelip oturmuştu.
Bana bir şeyler oluyor derken kendinden geçiyor. Çok kısa bir süre sonra da vefat ediyor. Annemi öldüğü kış gününün ikindisinde, Kulaksız’daki aile kabristanına defnettik.
Annemin Ölümü Bizi Sarstı Ama Babamı Çökertti
Ömrümce ağladığını görmediğim babam ağlıyor “bütün mallarım gitseydi de hatunum yaşasaydı,” diyordu. Annem, kuması da olduğu için olacak, babama çok hizmet ederdi. Allah rahmet eylesin.
Rabbimizin kulluk denemesi altında yaşadığımız için hayatımızda olaylar durmuyor, biri biterken diğeri başlıyor. Annemin ölümü gibi içimizi delip geçen olaylar da vardı ama bize düşen herhalde “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn / Biz Allah’ın kullarıyız ve Onun huzuruna dönücüleriz,” demektir.
Anne Hasretim
Annem benim Arap Hafız gibi mukabele okuduğumu gördü ama hocalık ve zenginlik dönemimi göremedi. Dokuz çocuğuma Hac ve Umre yaptırdım. Ama ah anacığım… Kocası çok erken yaşta ölen ve iki yetimini büyüten Ayşe teyzemi, ailemle birlikte Ramazan Umresine götürmem, anne hasretini gidermek içindi. Anneciğimin bilgisi azdı ama ameli ve ihlası çoktu. Onun babamın getirdiği meyvelerden yerken Besmele çekip “Rabbim, sen bunları kullarım yesin diye yaratıyorsun,” derken sergilediği içtenliği unutamam. İnekleri otlatırken namaz kılar, “ey ağaçlar siz de Rabbime yaptığım kulluğuma şahid olun,” dermiş. Bazıları yadırgayabilir ama annemin bana “Oğlum babanın hizmetini gereğince yapamıyorum. Bundan sorumlu olur muyum?” deyişindeki sorumluluk duygusunu da saygıyla anıyorum. Çünkü bu duygudan yoksunluğun açtığı ailevi yaralara ilişkin pek çok şikâyet ve de soru alıyorum Fetva İste.com isimli internet sitemde.
Babamın Yaptırdığı Kadımehmet Camiine İmam Oldum
1964 yılı Ocak ayında annemin vefatından bir ay sonra babamın yaptırdığı camide imam oldum.
Ben babamın 1943 yılında satın aldığı evde doğdum. Kadımehmet Mahallesi, İbadullah Sokak, 20 numaradaki bu evde ailece 1960’lı yıllara kadar oturduk. Sonra babamın Şeyhveli Sokağında yaptırdığı 10 daireli apartmanın bir dairesine taşındık. Ben bu yeni evimizde evlendim.
1910’larda Kadımehmet Camisi yanmış kül olmuştu. Cami arsası üzerinde barakadan sınıflar da yapılmıştı. Mahalleli camiyi yaptırmak için para toplama amacıyla babama geldiğinde babam tek başına yapımı üstlendi, kısa zamanda da yapıp bitirdi. Burada bir not düşeyim, babam camiyi muhtemelen asli temelleri üzerinde bina ettiyse de elinde caminin bir fotoğrafı ve restorasyon planı yoktu. Caminin doğal olarak kadrosu da yoktu. Maaşımı babamdan almak üzere Beyoğlu Müftülüğünce imtihan edilerek cami imamlığına getirildim.
İlk Vaazlarım ve Övgüler
12 Şubat 1964’de Caminin açılışı yapıldı. Açılışla birlikte Ramazan ayına da girmiştik. Hafız olduğum için vakit namazları gibi teravih ve hatta Cuma namazlarını kıldırmak da benim için kolaydı. Hutbeler için de hazır hutbe kitapları vardı. Ama Teravihten önce yapmamız gereken vaazları yapabilecek miydik? 19 yaşındaydım, camilerin çok büyük çoğunluğunda zaten vaaz yoktu ama benim imam hatiplik yaptığım camide olmalıydı. Vaaz yapma mecburiyeti imanî ve ahlâkiydi.
Vaaz etmeye karar verdim. Ama derin endişeler de taşıyordum. Ya vaazın ortasında kalır da devam edemezsem. Akşama kadar çalışıyor, yatsı ezanına 7-8 dakika kala Kürsüye çıkıyordum. Bir hafta geçmeden alıştım. 15-20 dakika rahat vaaz edebiliyordum. Bu ilk Ramazanla ilgili unutamadığım hatıram da şöylece gerçekleşti:
Çok iyi hazırlanarak bayram vaazı için kürsüye çıktım. “İslâm, İman, İbadet ve Ahlâk Dinidir” konulu bir saatlik bir konuşma yaptım. Cemaatin bakışlarından verimli olduğumu anlayabiliyordum. Coştukça coştum. Bayram namazını kıldırıp bayramlaşma faslına geçtiğimizde Piyalepaşa ilkokulu müdürümüz geldi. Yaşlıca bir beyefendiydi. Tebrik ettikten sora şöyle dedi:
– Hocam Ben bu yaşıma gelinceye kadar bu kadar güzel ve faydalı bir bayram vaazı dinlemedim.
Bütün nimetler Mevlâ’mızdandır. Ona hamdederiz.
Fahri Vaizlik Ehliyet İmtihanı Sonucuna İtirazım Lehime Sonuçlandı
Bu arada 12.8.1963 tarihinde Ankara’da girdiğim fahri vaizlik ehliyet imtihanının şahsımla ilgili sonucuna itiraz ettim. İtirazım sonucu evrakım Diyanet İşleri Başkanlığı Dini Eserler İnceleme Kurulu’nca yeniden incelendi. Zatişleri Sicil ve Lv. Müdürlüğünün 116 /8037 numaralı ve 22 Mayıs 1964 tarihli yazısı ile 30 puan alarak kazandığım bildirildi.
Bu belge ile henüz daha İmam Hatip Okulu öğrencisi iken Eminönü Yeni Cami’de vaaz vermeye başlayabildim.
İmam Hatip Okulu İmtihanlarına Ağırlık Vermeye Başladım
İmam-Hatipliğimin ilk ayı olan Ramazan başarılı geçince ağırlığı İmam Hatip Okulu imtihanlarına verdim.
Ben imtihanlara 12 aydır hazırlanıyordum. Hiç bir dersi rastlantıya bırakmak istemiyordum.
Matematikte Turan Tanın’ın üç kitaplık hacimli ortaokul ders kitaplarındaki bütün alıştırma problemlerini çözdüm.
Fizikte soru olarak çıkabilecek çizimleri onlarca defa çizmiştim. Fizik imtihanında öyle bir ampul çizdim ki fizik öğretmeni gözlerine inanamadı.
Tarih dersinde dört sınıfın imtihanına birden girdim. Emin Oktay’ın üç kitaplık Ortaokul tarih kitaplarını özet çıkararak ezberlemiştim. Sorulara sayfalarca cevaplar verdiğim için tarihçi, öğretmenler odasında benden bahsetmişti.
Biyoloji hocasının okul dışından imtihanlara girenlere kök söktürdüğü söylentisi bize korku salmıştı. Rize’yi de özlemiştim. Kalan Biyoloji, Matematik ve İngilizce gibi bazı derslerin imtihanına, nakil yaptırarak Trabzon İmam Hatip ortaokulunda girdim. Burada yaşadığım iki anımı anlatarak imtihan faslına noktayı koyayım.
Dua ve Sanat Tarihi İmtihanı
– Sanat Tarihi imtihanını basit görerek gereğince çalışmamıştım. İmtihan günü kalem ve silgi almak için girdiğim kırtasiye dükkanından çıkarken, dükkan sahibi bana “Allah işlerini kolaylaştırsın” diyerek dua edince, moralim düzeldi. Kendi kendime bu iş tamamdır dedim. İmtihanda bildiğim yerler çıkmaz mı? Böylece bu ders de geçilmiş oldu.
Matematik İmtihanında Hoca Hatası
Matematik hocası Kâzım Beydi. 3. ve 4. Sınıf matematiğinden imtihana girdim. Her bir sınıf için beşer soru soruldu. Sorular Turan Tanın’ın kitabından alınmıştı. Üçüncü sınıftan dört, dördüncü sınıftan üç suali yaptım. 8 ve 6 alarak geçtiğime yüzde yüz emindim. Defalarca da sağlamasını yaptım.
Cuma günü Karadeniz vapuru ile İstanbul’a dönecektim. Okula uğradığımda bana 4 ve 3 aldığım söylenince adeta yıkıldım, ama hatayı anlamıştım.
Kâzım hocayı nerde bulabileceğimi sordum. Takıldığı derneği tarif ettiler. Derneği arayıp buldum. Heyecan içinde yanına gittiğimde Cuma saatiydi ve oyun oynuyordu.
Hocaya, her bir sınıf için on numara üzerinden ikişer numara vermesi gerekirken sınıfları birleştirip her bir soruya bir numara verdiğini bu sebeple 8 ve 6 almam gerekirken 4 ve 3 aldığımı söyledim. Hatasını anladı. Aman hocam deyip belki on kez rica ettim. Liseye gitmemin durumun düzeltilmesine bağlı olduğunu dile getirdim. O da bana hatasını düzelteceği sözünü verdi. Tashih edilmiş notlar İstanbul İmam Hatip Okuluna gelinceye kadar çektiğim uykusuzluğu anlatamam. Böylece İmam Hatip Okulunun dört yıllık ilk devresini üç yılda bitirmiş oldum.
Kâzım Hoca ve İnsan Doğası
Burada bir not düşelim. Allah insanı denemeye uğratacağı için onun varlığına çirkinlikler gibi güzellikleri de kodlamıştır. Bütün peygamberlerin ortak tebliği olan İslâm, varlığımıza kodlanan güzellikleri emretmekte, çirkinlikleri de yasaklamaktadır. Bu sebeple materyalist veya deist de olsa her insanda bir ölçüde adalet, merhamet ve hatayı düzeltip mağduriyeti giderme duygusu vardır. Kâzım hocada görülen de buydu.
Üç senelik lise kısmını üç seneden önce bitiremeyeceğime kanaat getirince, mahkeme yoluyla yaşımı iki yaş küçültüp İmam-Hatip lisesine girmeye hak kazandım.
1966-67 ders yılında lise öğrenciliğim başladı. Her yıl iftihara geçerek İmam Hatip Okulu’nu birincilikle bitirdim. Sınıfımızın yaş ortalamasına göre iki yaş büyüktüm. Meslek dersleri öğretmenlerine göre de sınıf arkadaşlarıma göre de yarı öğrenci yarı da hocaydım.
Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocamıza Mürid Oluşum
-Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Hocamızı ilk defa bir Pazar günü ikindi sonrasında Beyazıt Camiinde vaaz ederken tanıdım. Vaaz sonrasında elini öpüp duasını aldım. 15-16 yaşlarında idim. Güleç yüzü ve şefkatli bakışları hafızama kazındı.
Rüyam ve Bağlılığım
1965-1966 yılarındaydı. Tasavvuf, şeyh ve mürîd konularında köklü bir bilgim yoktu. Bir gece rüyamda hoca efendiyi gördüm, güleç bir yüzle kollarını açarak beni öylesine kucakladı ve bağrına bastı ki vasfedemem. Derin bir huzur içinde ve sevinçle uyandım.
Orhan İnce Ağabeyimiz ve Salı Geceleri
Kasımpaşa Camii Kebir İmamı Orhan İnce ağabeyle görüşürdüm. Merhum ağabeyin hocamızla irtibatlı oluğunu bildiğim için rüyamı ona anlattım. O da, rüyamı kendince yorumlayarak beni hocamıza götürdü. Böylece hocamızın mürîdanı yani irfan evladı arasına girmiş oldum. İhvanımızla tanıştım.
Salı geceleri hocamızın sohbetleri ve hatm-i hâce meclisleri olurdu. Bu toplantılara devam etmeye başladım. Benim hocamıza yakınlığım ve feyz almaya başlayışım bu vesile ile oldu.
İmam Hatip Lisesi Öğrenciliğim
Evliydim. Çocuklarım vardı. İmamdım. Bir de babamın, yaptırdığı caminin yanı başında benim için inşa ettirmekte olduğu altı dairelik binanın işlerini takip ediyordum. Bu sebeple Kasımpaşa’dan Fatih Çarşamba’daki okulumuza ancak saatinde gelebiliyordum. Ders saatleri bitince de hemen eve/camiye dönüyordum. Bana görev verilmedikçe okulumuzla da ilgilenemiyordum. Okul içi hatıralarım da derslerimizle ilgilidir.
Önce şu gerçeği açıklıkla söyleyeyim. Ben İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü öğrenciliğimden hiç yararlanamadım. Beni etkileyen bir tek hoca hatırlamıyorum. Ama İmam Hatip Okulu’ndan faydalandım. Kısmen etkilendiğim hocalarımız da olmuştur.
Sınıf Arkadaşlarım
İstanbul İmam Hatip Okulu’ndan 1968-69 döneminde mezun olan sınıf arkadaşlarımızdan özellikle ilişkilerimizi sürdürebildiklerimizi hiç unutmadım. Ama elli yıldır görüşemediklerimi unutur gibiydim. Sağ olsun Ahmet Yılmaz ve Yusuf Sezer gibi bazı kardeşlerimiz öncülük ederek bizleri 18 Mayıs 2019’da 29 Mayıs Üniversitesinde 50. mezuniyet yılımızda bir araya getirdiler ve de elimize birer Albüm vererek unutma özürlüsü hafızamızın imdadına yetiştiler.
Arkadaşlarımızdan merhum Nebi Bozkurt, Celal Erbay, Ali Toksarı ve Metin Yürdagür İlahiyat’ta Profesör oldular. İlk ikisi, birer dönem milletvekilliği de yaptı. Mehmet Göç avukat, Mehmet Asılsoy da mühendis oldu. Müftü olanlarımız da var. Salih Diriklik ise sinemacımız olup doktorlukta karar kıldı. Aynı sırada yanımda oturan İsmail Yılmaz da öğretmen oldu.
1985’lerde zalimleşen yönetici Diyanet ricali, bizi İstanbul Büyük Piyale Camiinden Uşak ilimize müezzin olarak sürünce, Mehmet Göç kardeşim avukatlığımı yaptı. İslâm’a Göre Cinsel Hayat kitabım Sarıyer Asliye Ceza’da yargılanırken bilirkişilerimizden biri de Celal Erbay olmuştu. Yaşça küçüklerim olan Ali Toksarı ve Metin Yurdagür beyefendiliklerini hep korudular. Anamadığım kardeşlerim beni mazur görsünler.
(DEVAM EDECEK)
MİRATHABER.COM