islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,2788
EURO
37,1165
ALTIN
3.063,75
BIST
8.945,80
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Az Bulutlu
18°C
Cumartesi Çok Bulutlu
16°C
Pazar Hafif Yağmurlu
16°C

ANLAMAYACAKLARA ANLATMA SAKIN GÜZEL ŞEYLERİ

ANLAMAYACAKLARA ANLATMA SAKIN GÜZEL ŞEYLERİ
20 Haziran 2024 10:52
A+
A-

ANLAMAYACAKLARA ANLATMA SAKIN GÜZEL ŞEYLERİ

Büyüklerden işittiğimiz yaşanmışlıkların ardına kadar açılan kanatlı hayal kapılarında büyüdük biz.

Bizim Bayramlarımız çocukluk coşkusuyla ışıldayan eski küçük kandiller gibiydi. Boşu olmayan içi dopdolu mübarek zamanlardı.

Her ânımız nurdan örülen o özel günlerin içine yerleştirilen cennet bahçesiydi. Allaha uzanan minicik avuçların, özlemle çırpınan günahsız gönüllerin ilk heyecanı ile çarptı kalplerimiz.

Uçsuz bucaksız bozkırların bakmaya doyamayacağın nadide asil çiçekleri gibiydi dünyamız.

Damarda durmayan kanımız, kabına sığmayan deli bir heyecanımız vardı.

Kasaba yerlerinde ve o dönemin henüz büyükşehir olmamış yerleşim bölgelerinde bayram şenliği haline getirilen alanların kadrolu elemanlarıydık.

Uyku tutmayan Arife gecelerinde yastık altında bekletilen gıcır ayakkabıların verdiği huzuru şimdiki nesle, hangi lisanla anlatabiliriz ki?

Anlamak istemeyenlere ısrarla anlatırız. En çok anıları ucuzlattığını sananlarda karşılık ararız. Söz yorulur, gönül yorulur. kabullenememek yorulmaz.

Dostlar soruyor neden güzel bir bayram yazısı yazmıyorsun?

Ne diyeyim, nasıl yazayım? Hem elde avuçta kutlanacak, kutladığımı anlatacak bayram mı kaldı ki?

Gene ne varsa eskiler de var deyip sarıldık hatıralara. İç geçirdiğimiz uçları tırtıklı solmuş siyah beyaz fotoğraflara.

Ne yazık ki o zamanların izleri fazla direnemeden silindi çıktı hayatımızdan.

Artık alışamadığım bir yabanın tam ortasında olsam da; maziye dalmak keyiflendirdi yine. Yazı adeta kendisi akıyor mısralar da, kaynaktan gün yüzüne süzülen su misali.

Hadi bakalım hayırlısı. Gönül defterimizden neler çıkacak?

Baharı ve hazanı çokça tecrübe edenler klişe laflarla hayıflandılar yıllar boyu.

“Ah nerede o eski bayramlar?” diyerek yanıp tutuştular o eski zamanlara.

Aslında aynı heyecana sarılmış tatlı bir şekerleme tadıydı damağımızda kalan.

Köyümde ağaçlara kurulan, rüzgârlarla oynaşan çılgın bir salıncaktı bizimkisi.

Bir hızlanır yükselirdi bulutlara, aynı hızla iner yalar geçerdi toprak ananın mis kokulu çimenlerini.

Ellerimizdeki rüzgar fırıldakları renklerin çevrinen bereketini savururdu havaya.

Bizim bayramlarımız önümüzde sonsuz uzayıp giden bahçelere çıkan fener alayları gibiydi.

Topladığımız torba torba şekerlerin ve harçlıkların imparatorluğuysa bağımsızlık ilanımızdı.

Delikanlıların köy meydanında ellerinde kısa dalga çalan radyolarla bir aşağı bir yukarı volta atmasıysa vazgeçilmez geleneklerdendi.

Bizim bayramlarımız lezzetin görücüye çıkma vakitlerine aboneydi.

Yaz akşamlarının canlılık veren durgunluğuyla yerimizde duramaz, içimiz içimize sığmazdı.

O bayramlar kapıların minik ellerle ama içten tıklamalarıyla vurulduğu sabahlara çıkardı. El öpenleri çok olurdu mesela büyüklerin.

Kafaları okşayan huzurlu şefkat eli, torbaları da doldururdu şekerin, çorabın, mendilin kıpırdayan renkleriyle.

Eski bayramlar büyüklerin ellerine inen sevgileri, küçüklerin sevgilerine sinen bereketiydi.

Arifeden banyolar yapılır, esvaplar hazır edilir, yakası paçası ayarlanıp kalıp gibi ütülendikten sonra gardroba dizilir bayram sabahını beklerdi.

Kimi biraz mızıkçılık eder evde isyan çıkarır Arife çiçeği oluverirdi.

Sabahın seherinde uyanıp bayram namazına hazırlanmanınsa tehir edilir tarafı olamaz, teklif dahi edilemezdi. Çünkü tarlada izi olmayanın bayramda yüzü olmazdı.

Muntazam tertibiyle dilimizde dualar eşliğinde abdestler alınır, sağ ayakla evden çıkılırdı bayram namazı edasına.

Başımda takkem, cebimde her daim saklı tuttuğum misvakım ve dedemden hediye tespihim, koltuğumun altına dürülüp sıkıştırılan küçük seccadem eşliğinde hızlı hızlı camimizin yolunu tutardım Dedem ve Babamın arasında.

(Dedem Merhum Hafız Ahmet Akbaş çok kuvvetli bir Kurân hafızıydı. Ömrünü yüce dinimiz İslam’ı öğretmeye ve yaşamaya adamış, Camiyi hayatının merkezine koymuş bir din gönüllüsüydü. Namazlarını hatimle kılar, notlarını Arapça ya da Osmanlıca tutardı. Dua çınarı Camiinin en ön safını 4-5 yaşında Dedemin yanından ayrılmayarak işgal ederdim. Hocanın Allah-ü Ekber nidası ikinci kez de benim sesimden yankılanırdı mahalle mabedimizde. Böyle bir şahsiyetin tedrisatından geçen bu sabi, onun her hareketini arkasından izleyerek beynine kayıt eder, ellerimi arkama bağlar, o ne yaparsa öyle yapar adeta izlerine basarak gerekirse de söylene söylene yürür ama kendimi onda yaşardım. Öyle hissederdim. Çünkü dedem önceden mutlaka tecrübe etmiştir ki; çocuğa verilecek en iyi eğitim Tevhit eğitimidir. Zira insanın önce kul olduğunu bilmesi ve Rabbini tanıması gerekir. Sonrasında da hayatının geri kalan kısmını edindiği bilgiler ışığında düzenlemeli ve yaşamalıdır.)        

Yolumuz dualar eşliğinde son bulup Cami Cemaatine karışılıp da Bayram namazı eda edilince; daha cami avlusunda başlayan bayrama hürmet, evde yeniden başlar, eski TRT yayınlarının bayram neşesiyle kahvaltı sofrasına çökülürdü.

Kurbanın hayırlısıyla kesilip yüzülmesinden sonra nefis sac kavurması her bayramın özel kahvaltı menüsünde olmazsa olmazlarımızdandı. O fasıl bittiğinde hemen küçük odada alırdım soluğu.

Jilet gibi ütülenmiş yeni bayramlıklar büyük bir heyecanla ayna karşısında giyilir, Limon ya da Taft ile şekillendirilen saçlar özenle taranır, aile büyüklerin elleri bu kez de bayramlıklarla öpülürdü. “El öpenlerin çok olsunlar ile birlikte iltifatlar da kabul edilirdi.

Dışarıya adım atmamızla birlikte ayaklarımız bizi önce kabristana götürür, dualar eşliğinde kabirlere su boca edilirdi.

Böylelikle maneviyata has duygular ayakta tutulur hatta daha da beslenirdi ki gelecek bizden öncekilerin bizlere dair umutları olsun.

O zamanların hayat akışı bizim ailemiz de böyleydi. Dedelerin ninelerin aile dışına itilmediği merhamet yüklü yıllardı onlar. 70’lerin ve 80’lerin maneviyata bakan bir yüzü vardı.

Çocuklar büyüklerine saygılı, küçükler büyüklerine sevgiliydi.

Karton kutudaki kader kısmet çekilişleri efsaneydi mesela.

1 numaraya çikolata, 3 numaraya ay, boş çıkarsa saman gofretini tatmanın heyecanı ayrıydı.

Simitçiden yarım simit alınan günlerde simidi bölen eli dikkatle izlemek itirazın kıyısı gibiydi. (Eşit bölüyor mu diye) Islak parmak ucuyla, susamların özenle toplanması peygamber sünneti olarak idrak edilirdi.

Efsane, Ateş marka siyah Mantar tabancası her erkek çocuğunun elinde, belinde illaki olurdu. Silah atmaya heveslenmeyen çocuk düşünülemezdi bile.

Şimdi olsa ailesi çocuğa asla güvenip te mantar tabancası bile vermez.  Seciyesi artar yürüyüşü değişir demez, diyemez. Erkek evlat bu sonuçta hayata yelken açacak bu adam hanım evladı olmasın diye düşünülürdü.

Hele kız kaçıranlar korkulu rüyasıydı kızların. Mahallede bir aradayken en dalgın zamanlar kollanır, bir anda aradan ateşlenerek füze gibi yanardöner hızla uçarak kıvırta kıvırta gider, kızlar kaçışır korku ile karışık bir kahkaha çınlardı sokaklarda. Korkanlar bir dahaki sefere daha uyanık olması gerektiğine inanır, her seferinde de yanılır ödü patlar söylenir dururdu.

Sokağın serinliği. Evlerin şefkati. Büyüklere ve devlete duyulan sonsuz güven. Hepsi o eski zamanın tozlu raflarında kaldı.

Bayram günleri her şeyiyle çok özel bir temizlik kolu başkanımızdı adeta.

Bursa Kültür parkı Grantuvalet giyinmiş yakışıklı erkeklerin, alımlı hanımların gezip tozmalarına az mı tanıklık etmişti.

Ya ceplerin dolmasıyla soluğu aldığımız Lunapark’tan yükselen müzik sesleri? Balerinada, Uçan salıncaklarda, Çarpışan otolarda ve Çekiç/Ranger’de gökleri inleten çığlıklar şimdiki gibi yapay değildi asla.

Sanki bütün Bursa buraya doluşmuş da; kahkahaya boğuluyor sanırdım.

Parlak neon ışıklı yıldızların Taylan Gazinosu gecelerinde, alkış sesleriyle ayağa kalkardı bu şehir. Kimler geldi geçti o podyumdan. Kamil Sönmez,  Güngör Bayrak, Pakize Suda, Neşe Aksoy, Sevtap Parman, Küçük Emrah, Ahmet Özhan, İbrahim Tatlıses ve Bülent Ersoy. Daha da nice şöhretli sanatçılar geldi hitap etti Bursalılara.

Nezakette yarışılan yıllardı o yıllar. Herkes kendini de haddini de bilirdi.

O serüven bitti, o rüzgâr esmiyor artık.

Hiç alışamadığımız bir devrin piyonlarıyız artık. Kirlenmiş dünyanın ekşi lezzetleri bozdu ağızların tadını.

Hiç bir şey yerli ve yerli yerinde değil. Eski adetler, o eski dostlarla birlikte terk-i diyar eylediler hiç olmazsa görmediler bu zamanın keşmekeşliğini.

Artık o çocukluk günlerimizin tadı olmasa da; örf, adet, gelenek ve göreneklerimizin idrakiyle yaşamak ve yaşatmak gelecek kuşaklar adına çok önemli.

Günümüzde bayramların tatil olarak algılandığı, şehirden kaçışların revaçta olduğu zamanların esiri olup çıktık milletçe.

Köhneleşmiş acımış bir Avrupai yaşantının esirlerine dönüştük.

Sıla-i Rahim’in azaldığı bir koşuşturma çarkının dişlilerinde ezildik yok olduk.

Günümüz insanının yorgun ve uyuşmuş bedeni için bayramlar kendine vakit ayırma araları artık.

Birlik ve beraberliklerin pekiştirildiği, barış, dostluk, sevgi ve saygının paylaşıldığı millet olma şuuruna ermenin zirvesine ulaşmaktan çoktan vazgeçerek, sosyal mezbaha kasaplarına dönüştük.

Beklenen, hasreti çekilen bir toplumsal yapının oluşturulması; öz değerlere bağlı. Maneviyatı, çalışmayı, güzel ahlakı ilke edinen erdemli kuşaklarla yakalanabilir bu değer ancak.

İşte sırf bu yüzden birey ve toplum yaşamında çok önemli bir yeri bulunan dini bayramlarımızı çocuklarımıza aslına uygun biçimde anlatmalı ve yetiştirmeliyiz.

Millî ve manevî değerlerimizi özümseyerek yardımlaşma, dayanışma ve hoşgörü duygularını benimsettiğimiz sürece, ancak beklentilerimiz karşılık bulur.

Millî bayramlar tek bilek olma yolunda kişiyi yüreklendirir. Dinî bayramlar ise, inanan insanların kenetlendiği maneviyatla yoğrulan günler olarak eda edilir. Maneviyatı yüksek Kurban Bayramımızda mangal sefası sürmek ve eğlence yerlerini sulandırarak abes dünyalıklara hizmet etmek büyük bir yanılgının kucağına düşmektir. Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın kalesi olan dini bayramlarımızı nefsin şeytani günahlarına bezememek gerek.

Nasıl ki gök kubbeden inen rahmetten, ibadet eden etmeyen herkes yararlanıyorsa; dini bayramların ılık esintisinden, rahmet coşkusundan da, herkes nasiplenir.  

İslâm devletlerinde işgallerin devam ettiği, gözyaşların dinmediği, kanların oluk gibi aktığı şu ahir zamanda; İslami değerlerin görmezden gelinmesi beni her daim yaralar.

Artık inanıyorum ki bende “Ah nerede o eski bayramlar” diyenler kervanındayım.

Oysa böyle hesapsız, apansız mı vurmalıydı hazan?

Hey gidi 80’ler.

Neredesiniz diye sorsam?

Eminim ki sözün bittiği yerdesiniz.

Oysa ben kırgınım (!)

Kime olduğunu neden olduğunu bilmeden.

Belki hayata,

Belki kendime,

Belki de kıymet bilmeyen herkese…

ATİLLA AKBAŞ 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.