islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4889
EURO
36,2751
ALTIN
2.961,54
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

ARTÇI ŞOKLAR VE YALNIZLIK PSİKOLOJİSİ

ARTÇI ŞOKLAR VE YALNIZLIK PSİKOLOJİSİ
6 Ocak 2023 09:30
A+
A-

Gözüne Garip Şeyler Görünüyor mu?                       

Pazartesi sabah her günün tıpkısının aynısı rutinlerden bir müddet sonra gardiyan mazgalı açarak cezaevi kantininde satılanların listesi ile birlikte bir sipariş fişi ve kalem verdi.

“İhtiyacın olan şeyleri bu fişe yaz, yarın sabah sayımında alacağız. Sipariş 300 lirayı geçmesin.  Sipariş fişi ve kalemi muhakkak yaz, şimdilik bunları ödünç veriyorum.”  dedi ve gitti.

Bir süre sonra başka bir gardiyan, psikolog görüşü var dedi. Kapı açıldı ve beni koridora çıkardı. Ayaküstü bir psikolog ile görüşmemi sağladı.  Cezaevine girenlere yapılan rutin bir işlem.  Mış gibi yapıyor olmanın bir tezahürü.

Psikolog soruyor:

-İntihar düşünceniz var mı?

-Hayır yok.

-Kendine zarar verme düşüncesi var mı?

-Yok.

-Gözüne garip şeyler görünüyor mu?

-Hayır.

Bitti! Hepsi bu kadar.

1-2 dakikalığına da olsa ilk defa gardiyan dışında başka bir insan yüzü gördüm. Görüşme uzar da psikolog ile biraz konuşma fırsatım olur diye umdum ama olmadı. Tekrar hücreme kilitlendim. Söylemek istediklerim boğazımda düğümlenip kalsa da sivil bir sima görmek bile bana iyi geldi.

Hücre Hayatı Hapishane İçinde Hapishane

Bir sayfalık kantindeki bulunanlar listesini tek tek okuyup neler alabileceğimin hesabını yapıyorum. Listeye öncelikle üç adet battaniye yazıyorum. Çay seti, çay, zeytin, peynir, sabun, bulaşık deterjanı vb. de ekliyorum. Dış dünyadan haber almak için radyo ve pil de ilave ediyorum. Listede posta pulu ve zarf da varmış, işte bu çok iyi. Yetkililere kendimi anlatmak için mektup yazma fırsatım olacak diye biraz da mutlu olarak çok sayıda zarf, kâğıt, kalem ve posta pulunu da listeye ekliyorum.

Ayrıca günlük tutmak için bir de defter almalıyım. Tabak, çanak, kaşık,  vb. ihtiyaç çok ancak haftalık harcama limiti 300 TL olduğundan yazdıklarımın bir kısmını önemine göre eleyerek listeyi tekrar tekrar düzenliyorum.

Şimdi yapacak iş bitti. Yine hücremde yalnızlığımla başbaşayım.

Mahpuslukta hücrede yatmak bambaşka bir şey. Dört bir yanım iç içe beton duvarlar.  Hücrede seccade sermeye bile zor yer bulduğum sıkış tıkış yerleştirilmiş oksitli demir ranzalar, demir kapı ve üzeri dikenli telle çevrili yüksek beton duvarlara bakan kör demir pencereden ibaret bir dünya.

Benim yeni dünyam.

Yalnızlık Allah’a Mahsusmuş

Gözlerim yakın mesafede sürekli aynı cisimleri görmekten yorgun. Böyle tekdüze bir mekânın insan benliğini yiyip bitirici olduğunu iliklerime kadar hissediyorum.  Bir hiçliğe mahkûm olmuş gibiyim. Ruhum boşalmış bir vaziyette.

Yalnızlık Allah’a mahsus sözünün gerçek anlamını tam olarak burada algıladım. Meğer ne kadar çok şeye ihtiyacımız varmış!  Her türlü ihtiyaçtan beri olan ancak Allahu Azimüşşan. Her şeyden önce iki kelam edecek bir insana ne kadar da hasretim. Susmanın verdiği ağır yük üzerime binmiş taşınmaz olmuş.

Nice nimetlere sahipken insana olan ihtiyacım hiç aklıma gelmemişti oysa! Bir insanın diğer bir insan için neler ifade edebileceğini hiç düşünmemiştim. Nasıl düşünecektim? Zira varlığı hissedilmeyen hava misali çevrem insan kaynıyordu! Şimdi ise sudan çıkmış balık gibi nefes almakta bile güçlük çekiyorum.

Romalı devlet adamı, hatip ve düşünür Cicero (M.Ö 106-43) dostluk üzerine yazdığı eserinde: “Mümkün olsaydı Tanrı bizi şu insan kalabalığından ıssız bir yere koysaydı ve orada doğanın gerekli kıldığı her şeyi topluca ve bol bol verseydi, ama insanı görme imkânından tümüyle mahrum bıraksaydı, ıssızlık bütün hazların meyvesini çalmışken, kim böyle bir yaşama katlanabilecek kadar katı yürekli olabilir.” demiş.

Böylesi doğa ile iç içe ve nimete gark olmuş bir ortamda bile yalnızlığa katlanılamazken varın siz hücre hayatını düşünün!

Çağdaş ruh ve toplum bilimci Erik Fromm ise yalnızlık duygusunu farklı bir açıdan ele alıyor. Yalnızlığı hapishane olarak tasvir edip, insanın en büyük ihtiyacının yalnızlık hapishanesinden kurtulmak olduğunu, yalnızlık duygusunun bilinçte belirmesinin huzursuzluk yarattığını, gerçekte de bütün huzursuzlukların kaynağının yalnızlık olduğunu ifade ediyor. Ona göre yalnız olmanın her şeyden kopmak ve insani güçleri kullanamamak anlamına geliyor.

Anlıyorum. Huzursuzluğumun ana kaynağı yalnızlık. Hiçbir antrenmanım yok ve yalnızlık beni gafil avlamış!

Deepak Chopra’nınMağdurlar her zaman kendilerini yalnız ve çaresiz hissederler.” sözlerinde makes bulan benim gibi ağır bir ihanet ve kalleşlik neticesinde yalnızlığa düşürülmüş bir kişi olarak bugünden baktığımda, hangisi daha acıydı karar veremiyorum. Yalnızlık mı? Bu yalnızlığa sebep olan kahpelik mi?

Serotonin Düşmanı Yalnızlık

Hormonlarım yalnızlığı ve uğradığım kahpeliği inkâr etmiyor.   Serotonin mahrumiyeti çekiyorum. Seratonin,  dopomin, oksitosin gibi huzur haz ve sevgi oluşturucu hormonların kanımdaki düzeyini artıracak, gönlümü oyalayacak ve gözümü meşgul edecek ne bir yeşillik ne bir çiçek, ne bir böcek veya renk, hiç ama hiçbir unsur yok. İşte ben burada böyle yalnızlık içinde yalnızlıklardayım. Hapis içinde hapis, yatıyorum. Öyle dibe çeken ve yutan bir girdap ki tutunacak dal yok budak yok…

Özellikle namaz vakitlerinde yükselen ulûhiyet düşünceleriyle yalnızlığın tahrik ettiği şeytani düşünceler ruhumda kıran kırana bir meydan savaşı yapıyor.

Uzun bir eğitim/öğretim,  iyi bir sosyal çevre ile rektörlük gibi onurlu bir görevden sonra aniden gelen bir tecrit ve doğurduğu hiçlik. Biliyorum! Aslında eninde sonunda Nasrettin Hocanın şu hikmetli fıkrasında olduğu gibi bir hiçiz hiç olmasına da, benim zoruma giden yasal kılıflı kahpelik.

Biri Nasreddin Hoca’ya sormuş:
– Kimsin?
-Hiç demiş Hoca, hiç kimseyim.

Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca:
– Sen kimsin?
-Mutasarrıfım (kaymakam) demiş adam kabara kabara.

-Sonra ne olacaksın? diye sormuş Nasreddin Hoca.
-Herhalde vali olurum diye cevaplamış adam.

-Daha sonra? diye üstelemiş Hoca.
-Vezir demiş adam.

-Daha daha sonra ne olacaksın?
-Bir ihtimal sadrazam olabilirim.

-Peki, ondan sonra?
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp;
– Hiiiç. Demiş
-Daha niye kabarıyorsun be adam, demiş Hoca.  Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım; ‘hiçlik’ makamında.

Hiçlik Mekânında Hiçlik Makamı  

Ülkesine ve milletine ihanet etmiş bir şebekenin taraftarı ilan edilerek yalnızlığa terk edilmek; eğitimini, kariyerini ve birikimini yani edindiğin hiç bir insani ve kültürel gücü kullanamamanın getirdiği çaresizlik insanda ruhsal ve entelektüel olarak bir ölüm duygusu oluşturuyor. Ne yaşınız ne aldığınız eğitim, mesleğiniz, kariyeriniz ne tecrübeleriniz ve ne de bilginiz hemen her şey değersizleşmiş, anlam ve önemini yitirmiş. Burada hiçbir işe yaramıyor ve sizi hiçliğe mahkûm ediyor.

Pek çok psikoloji çalışması şunu göstermiş. Nasıl ki,  insanın yeterli ve dengeli beslenmesi için çeşitli ve rengârenk gıdalara ihtiyacı var. Ruhun beslenmesi için de farklı insanlarla ve doğayla bir arada olmaya ve iletişim kurmaya ihtiyacı var. İyisiyle kötüsüyle ne kadar değişik insan, diğer canlılar ve farklı mekânlar, o ölçüde iyi beslenme!

Hemen hiçbir değişikliğin olmadığı tekdüze bir mekânda yalnız başına bir hiçsiniz.  Burası size tek başına bir insanın bir hiç olduğunu bittecrübe gösteriyor. Evet, allame-i cihan olsanız da tek başına iseniz bir hiçsiniz. Yaşadım, gördüm. Beni ben yapanın başkaları olduğunu burada fark ettim. Benim dışarıda bıraktığım tüm insanlar, biyoçeşitlilik ve hatta tüm nesneler benim ruhumun ve bedenimin birer parçalarıymış.

Etrafımda Allah’ı hatırlatıp maşallah dedirtecek hiçbir varlık yok. Bu yüzden derslerde öğrencilerime anlatmaktan büyük keyif duyduğum Biyokimyanın ilginç konularını zihnimde tekrarlamaya çalışıyorum. Ancak hatırlamakta bile güçlük çektiğim gibi üzerimde hissedilir bir etki de göstermiyor. Karşımda ışıltıyla bakan gözler yok.  Onların olmadığı yerde muhatabına ulaşmayan sözler ve heyecan da yok! Bilgi dahi paylaşmakla güzel, anlamlı ve değerli…

Duygularım sabah akşam hiçbir şeyden beslenemiyor. Uzaydaki kara deliğin her türlü maddeyi ve ışımayı kendine çekip yok ettiği gibi bu donmuş mekân da benim bütün iyi hislerimi ve yaşam enerjimi soğuruyor.   Olmak veya olmamak mücadelesi veriyorum.

Bu gidip gelen duygular içerisinde ve içine düştüğüm çaresizlik atmosferinde geçmek bilmeyen tam 9 gün emniyet nezarethanesinde, bir gün bir gece adliye nezarethanesinde ve üç gün de burada olmak üzere toplam 13 gündür devam eden kaotik bir yalnızlık ve iletişimsizlik bataklığı.

Belirsizliğin Tetiklediği Kahredici Hisler

Huzursuzluğun bir diğer kaynağı kahredici bir belirsizlik… Sonraki günlerde daha da ağır şekilde idrak ettiğim belirsizlik duygusu cezaevinin en bunaltıcı ve en can sıkıcı taraflarından biri.

El ne diyor putunun eşlik ettiği ve tüm yakıcılığıyla/yıkıcılığıyla tahrik ettiği belirsizlik!  FETÖ’cülükle itham edilmişim. Nasıl olur? Bilinmeyen bir insan değildim ki! Beni nasıl FETÖ’cü yapabildiler?

Dışarıda neler oluyor? Böyle bir ithama karşı acaba kamuoyu, YÖK ve Cumhurbaşkanı nasıl bir tepki verdi?  Kim nasıl başardı bu fitne ateşini yakmayı? Meyran boş mu? Devlet bu kadar sahipsiz mi?   Soru üstüne soru. Belirsizlik içinde belirsizlik, iletişimsizlik ve çaresizliğin tetiklediği kaygılar! Bir türlü yakamı bırakmıyor.

Hapis sürecinin ne getireceğinin ve ne zaman biteceğinin belirsizliği ayrıca bir güvensizlik duygusu oluşturuyor. Kısa sürede tahliye olacağımı düşünüyorum ama tahliye sonrası nasıl bir akıbet beni bekliyor belirsizliği de cabası!

Bu karanlık hücrede düşüncelerimi kısır döngüden kurtaracak hiçbir motivasyon unsuru yok. On üç gündür umutla bir şeyler bekliyorum ama hep hayal kırıklığı yaşıyorum. Her gün sabahtan akşama bekliyorum, günlerdir bekliyorum ama yine değişen hiçbir şey yok.  Korkunç bir tekdüzelik ve aynılık labirentindeyim.

Dar alanda volta atarken düşüncelerimin attığı voltanın sınırı yok!    Sebep sonuç bağlamında kendimden emin düşünce biçimlerim işe yaramıyor. Bu süreç boyunca yaptığım analizlerimin tutmaması kendime olan güvenimi azaltmaya devam ediyor.

Hissettiğim kaybolmuşluk veya değersizlik duygusu nefsimi öyle vuruyor ki,  bazen kendimden vazgeçmek noktasına kadar işi vardırıyorum. Bazen kalleşçe hapse atılmama sebep olanların açığa çıkarılması ve aklanmam bile bana önemsiz geliyor. Değil mi ki bunu yapabildiler? Değil mi ki, yol arkadaşlarım gördüğüm kişiler bana bunu yaptılar? Böyle lekelendikten sonra gerçekler ortaya çıksa ne, çıkmasa ne, gibi bir duygu! Hücredeki bu tecrit zaman zaman böyle bir psikolojiyi yaşattı bana!

Ölüm bile böyle bir iftiraya duçar olup zindana atılmaktan yeğdir diye düşündüğüm oluyor.  Diğer yandan yalnızca ölüler mi ölü sayılıyor. Hanede bakıma muhtaç evlad-ı iyal varken böyle ağır bir töhmet altında özgürlüğünüzün gasp edilmesi ve yalnızlığa terk edilmek ölüm değil mi? Hem de nasıl bir ölüm!

Bir daha hiç uyanmamak üzere başımı yastığa koymak istediğim oluyor. Artık kaygım/korkum ölmekten değil. Elbette öleceğim ama hayatım böyle bitmemeli, pes etmemeliyim. Teslim bayrağını çekersem öncelikle Allah’a isyan etmiş olacağımın farkındayım!  Dahası geride çocuklarıma hazmı zor trajik bir hikâye bırakacağım. İşte bunu yapamam ve yapmayacağım inşallah.   Bunun yerine Allah’a ve hayata karşı sorumluluklarımı yerine getirme gayretiyle amansız zorlukları aşa aşa onurlu bir ölüm, Allah için bir ölüm bırakmanın çabası içinde ne gerekiyorsa onu yapmalıyım ve yapacağım biiznillah.

Bu haftaki yazımı bana aileme ve sevenlerime yapılan yasal kılığa büründürülmüş bu eşkıyalığı, Rabbimin hayra tebdil etmesi duam ve hassaten siz sevgili okurlarımızın dualarını istirhamım ile Orhan Veli’nin dörtlüğüyle bitiriyorum.

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana,
İnsan nasıl konuşur kendisiyle,
Bir cana hasret,
Bilmezler.

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Feride Kılıç Ateş dedi ki:

    Selamün aleyküm Hoca’m,
    İnsanlar artık öyle bir kılığa bürünmüşler ki düştüğünüz zaman el uzatıp kalmanıza yardımcı olmaları gerekirken el uzatırsa biz de düşeriz deyip ya umursamadan yollarına devam ediyorlar ya da kendileri fani dünyanın merkezine oturmak için nice hayatlara kıyıyorlar. Bu dünyada hem de öteki dünyadayilik güzellikler versin Rabbim inşallah.Bu dünyanın şanına şöhretin Rabbim ün rızasını tercih ederiz. Rabbim doğru yolundan ayrılmayan rızasını kazanmış Salih kullarından eylesin inşallah. İyi akşamlar