Terör örgütü PKK, FETÖ ve CHP’nin, deprem bölgelerinde asker ve polisimizin olmadığı iftirasını attığını ifade eden Gazeteci Yazar Özlem Doğan, “Askerimiz de polisimiz de ilk andan itibaren enkaz başlarındaydı ve güvenliği sağlamakla meşguldü. Bizzat şahidiyim; asker ve polisimizin çalışmalarını kaydettim, fotoğraflarını, videolarını çekip paylaştım” dedi.
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde saat 04:17’de meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’ye tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşattı. Aynı gün içinde öğlen saatlerinde yaşanan 7,6’lık depremle felaketin boyutları kat be kat arttı, 11 şehrimiz yerle bir oldu. Yıkımın boyutu ve şiddeti o derece büyüktü ki Suriye’de de yıkıma sebep olurken bölgede birçok ülkeden de hissedildi. Yaklaşık 60 bin vatandaşımızı kaybettiğimiz Kahramanmaraş Depremlerinin üzerinden 6 ay geçti. Gazeteci Yazar Özlem Doğan, deprem bölgelerinde şahit olduklarını kaleme aldı. Kendisiyle ‘Kıyamet 04.17’ adlı kitabını ve afet bölgelerinde yaşadıklarını konuştuk.
YÜZ DEĞİL, BİN YILIN DEPREMİ
Hocam, öncelikle ülke olarak ve İslam coğrafyası olarak büyük bir felaket yaşadık. Allah bir daha bu millete böyle depremler yaşatmasın. Bunun için ben röportaja kitabınızın isminden başlamak istiyorum. 6 Şubat’taki 11 ili kapsayan depremle ilgili yüz yılın depremi olarak söz ediliyordu. Siz buna bin yılın depremi diyorsunuz. Neden bin yılın depremi?
Çünkü böylesine büyük bir felaketi yüz yılın depremi diye tanımlamak biraz hafif kalabilir. Biz, yüz yılın depremini de yaşadık. 17 Ağustos 1999’da neredeyse tüm Marmara’yı yerle bir eden Marmara Depremi asrın felaketiydi, zihnimize öyle kazındı. Yaklaşık 20 bin vatandaşımızı kaybettiğimiz Marmara Depremi, 6 Şubat’ta yaşadığımız depremin yanında çok sınırlı kaldı. Dünya tarihinde 11 şehri birden atom bombası atılmış gibi yerle bir eden kaç deprem var ki? İşte bu yüzden Kahramanmaraş depremleri bin yılın felaketidir.
“Kıyamet 04.17” kitabınızda ‘şimdiye kadar kaleme aldığım en acı satırları yazıyorum’ diyorsunuz. Bu kitabı kaleme alırken nasıl bir duygu içerisinde yazdınız, bize biraz bundan söz eder misiniz?
Sabaha karşı meydana gelen depremi sabah 7-8 gibi öğrendim. İlk gelen görüntüler tüyler ürperticiydi. Hemen yola çıkmalıydım. Koordine olmadan gitmek orada yarardan çok zarar getireceği için Kızılay’la iletişime geçtim. İstanbul Havalimanı’na gittiğimde alan ana baba günüydü. Yardım için bölgeye gitmek isteyen binlerce insan havaalanına akın etmişti. İlk önce arama kurtarma ve sağlık ekipleri deprem bölgelerine gönderiliyordu. Ardı ardına uçak kalkıyordu. Sabaha karşı kalkan bir uçakla da biz hareket ettik. Televizyonda ve sosyal medyada yıkım derinliği olarak Hatay ve Kahramanmaraş öne çıktığı için ilk olarak Hatay’a gitmeye karar vermiştim. Fakat havaalanı zarar gördüğü için bizi Şanlıurfa uçağına aldılar.
İYİ Kİ ADIYAMAN’A GİTMİŞİM
Hatay’a niyet ettiğiniz halde Adıyaman’a gitmek zorunda kaldınız. Adıyaman’da dönemin valisinin ihmalkârlığı var mıydı sizce? Yardımlar gerçekten Adıyaman’a geç mi gitti?
Bir gazeteci arkadaşımla birlikte sabahın ilk saatlerinde Şanlıurfa’ya vardık. Fakat Hatay’a nasıl geçeceğimizi bilmiyorduk zira herkes şaşkınlık ve korku içerisindeydi, bu şehir de de yıkım vardı. Hemen Şanlıurfa İletişim Başkanlığı ile irtibat kurdum. Hatay’a ulaşmanın zorluğuna işaret eden Şube Müdürü Efe Murat Erbaş bizi vakit kaybetmeden Adıyaman’a götürdü. Yolda Hatay’a gidememenin üzüntüsü içindeydim. Çünkü Adıyaman’da büyük yıkım olmadığını düşünüyordum, basına pek yansımamıştı. Fakat Adıyaman merkeze adım attığımızda karşılaştığımız manzara karşısında adeta şok oldum. Şu an bile ‘iyi ki ilk önce Adıyaman’a gitmişiz’ diyorum. Depremin ikinci günü sabahı, 6 Şubat 04:17’de 10 ilimizle birlikte yerle bir olan Adıyaman’daydık ve şehir adeta savaş alanı gibiydi. O günlerde çok eleştirilen Adıyaman Valisi’nin tepki çekecek konuşmalarına ben de tanık oldum ama devletimiz askeriyle, polisiyle ve tüm imkanlarıyla sahadaydı, buna şahidim.
CHP’Lİ BELEDİYELER İNSAN AYRIMI YAPTI
Deprem bölgesinde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında nasıl bir fark vardı?
Adıyaman, Kahramanmaraş, Hatay Antakya, Malatya, Şanlıurfa, Adana, Gaziantep’e gitmiş ve oradakileri yakinen gözlemlemiş bir gazeteci olarak rahatlıkla şunları söyleyebilirim: AK Parti’ye oy oranının yüksek çıktığı Adıyaman ve Kahramanmaraş gibi şehirlerde CHP’li hiçbir belediye yoktu. Depremin ikinci gününden itibaren Adıyaman’da beş gün kaldım. AK Partili belediyelerden başka bir partiye ait araca rastlamadım. Fakat başta Hatay olmak üzere alevi vatandaşların olduğu bölgelerde CHP’li ve HDP’li belediyeler, KESK, DİSK gibi kuruluşlar adım başı çadır kurmuşlardı. Bunlarla muhafazakarlığıyla bilinen hiçbir şehir ya da semtte karşılaşmadık. Oysa AK Partili belediyeler hiçbir ayrım yapmadan CHP’nin hâkim olduğu bölgelerde de vatandaşın yardımına koştu. Olması gereken de buydu ama CHP ve aynı zihniyeti taşıyanlar insan ayrımı yaptı.
Kitabınızda sık sık depremzedelerle yapmış olduğunuz diyaloglar var. Bu diyalogları çok önemsiyorum. Bunlardan birisini bizimle kısaca paylaşır mısınız?
Bu soruyla çok karşılaşıyorum ve aklıma hep aynı hadise geliyor. Depremin ikinci günü Adıyaman sokaklarında dolaşıyordum. Boynuma basın kartımı asmıştım, en azından yardıma ihtiyacı olan vatandaşların benden bir isteği olursa yetkililere iletirim diye düşünüyordum. Ara sokaklardan birinde 70 yaşlarında bir amcamız ‘bakar mısın evladım’ diyerek beni durdurdu. Eliyle sadece bir iskeletten ibaret kalan evini gösterdi: ‘Yavrum, teyzen şu gördüğün doğalgaz kutusunun altındaki yığıntıda kaldı. Gece sahura kalkmıştı, oruç tutacaktı. O an sarsıntı başladı, neye uğradığımızı şaşırdık. Tam ben arka pencereye yöneldim, o ise merdivenlere koştu. Elinden tutup olduğum tarafa çekeceğim sırada ev yıkıldı. Ben kendi imkanlarımla kurtuldum ama onu çıkaramadım. Allah rızası için yardım et’ diyerek çaresiz gözlerle yardım istedi. O an kahroldum. Ne yapabilirim diye düşünürken arama kurtarma ekibinden üç kişinin bizden tarafa doğru geldiğini gördüm. Hemen durdurup olanı biteni anlattım. Enkaza girdiler. Bir süre sonra arama kurtarma ekibi yanımıza geldi. Teyzeyi göremediklerini, öndeki duvarın kaldırılması gerektiğini söylediler. Bunun için de yardım getireceklerdi. Sonra diğer arama kurtarma çalışanı ‘Tarif ettiğiniz yerde bir çocuk cesedi var, kim olduğunu biliyor musunuz?’ diye sordu. Amca kendi apartmanlarında o yaşta bir çocuk yaşamadığını söylerken ekibin diğer üyesi de yanımıza geldi. Elinde bir kimlik tutuyordu. Suriyeli bir çocuğa; muhtemelen az önce gördükleri cansız bedenin sahibine ait olduğunu söyledi. Amca ‘Evet, yan apartmanımızda yaşayan Suriyeli ailenin o yaşlarda bir çocuğu vardı’ dedi. Depremde acılar gibi naaşlar bile birbiriyle hercümerç olmuştu. Bu olay ve amcanın o hüzünlü yüzü gözlerimin önünden gitmiyor.
Dış ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri ile Türk arama kurtarma ekipleri arasında ne gibi farklar vardı?
O hengamede bunu karşılaştıracak kadar vaktimiz olmasa da birkaç arama kurtarma ekibi hakkında izlenim edindim. Örneğin, Cezayirli ekip sanki kendi ülkesindeki vatandaşlarını kurtarmak için canla başla mücadele ediyordu. Tam teçhizat gelmişlerdi. Türk arama kurtarma ekipleri; yani bizim insanımız müthiş özveriyle, canını dişine takarak çalıştı. Günlerce uyumadıklarına bizzat şahidim. Kendi anasını babasını, evladını, kardeşini, akrabasını kurtarırmışçasına nasıl didindiklerini, çıkan vefatlara nasıl gözyaşı döktüklerini, bir can kurtulduğunda nasıl sevindiklerini biliyorum. Bizim insanımız güzel yüreklidir, fedakardır, cefakardır. Aramızda kötü insanlar da var evet ama Türk insanı birçok millete göre altın kalplidir ve zor zamanlarda tek yürek olmasını bilir.
VATAN EVLATLARI SAHADAYDI
Kitabınızda asker ve polislerin çalışmaları hakkında da bilgi veriyorsunuz. Asker ve polis oralarda nasıl bir çalışmanın içerisindeydi?
Terör örgütü PKK ve FETÖ’yle CHP ve bunların sözcülüğünü yapan bazı kesimler, askerimizin, polisimizin deprem bölgelerinde olmadığı iftirasını attı. Oysa askerimiz de polisimiz de ilk andan itibaren enkaz başlarındaydı ve güvenliği sağlamakla meşguldü. Deprem bölgelerinde değil de televizyonlardan ve sosyal medya başından felaket bölgelerini takip edenleri kandırmak kolay olabilir. Peki afet şehirlerinde olanlar bu yalana inanır mı? Bizzat asker ve polisimizin çalışmalarını kaydettim, fotoğraflarını çekip paylaştım. Tarihleri ortada. Depremin ikinci günü sabah saatlerinden itibaren sosyal medyada yaptığım paylaşımlara bakılırsa bunu kim nasıl inkâr edecek? Türkiye düşmanlarının sözlerinin hiçbir itibarı yoktur. Gerçekler, içinde bulunulan durumu takip edenlerin vasıtasıyla ortaya çıkar, algı operasyonu yapan sahtekârlar ise günün sonunda tarihe karışır.
Bazı misyonerlerin deprem bölgesinde Müslümanları İslam’dan koparmak için faaliyetleri olduğu söylendi. Siz denk geldiniz mi?
İslam dünyasının başına bela olan misyonerler fırsatını buldukları anda Müslümanların zihnine çörekleniyor. Bilhassa Afrika’da ne kadar etkin olduklarını biliyoruz. Burada da Diyanet görevlilerinin ortaya çıkardığı bir hadise sosyal medyaya düştü. Kahramanmaraş Saçaklızade İlköğretim Okulu’nda Diyanet görevlileri, bir grup İngiliz misyonerin, erzak torbalarının içine bir mail adresinin de yer aldığı ‘İsa seni seviyor. Bu süreçte onun yardımı için dua edin’ yazılı kartvizitler dağıttıklarını ortaya çıkardı. Olayın ortaya çıkmasının ardından şahıslar yakalanıp göz altına alındı. Tabi Diyanet yetkilileri boş durmuyor. Birçok noktada rastladım. Diyanet çadırı hem çay dağıtıyor hem de vatandaşa yardımcı olmak için bekliyordu. Çocuk oyun çadırları, Kuran dersleri, her türlü soru ve sorunda yardımcı olmak için bekleyen kadın ve erkek hocalarıyla Diyanet sahadaydı.
BÖLGEDE DEPREMİ BEN DE YAŞADIM
Bir gazeteci olarak, Malatya’da depremde yakalandığınızdan söz ediyorsunuz. Bu duygularınızı bizimle paylaşır mısınız?
Afet bölgelerinde günlerce uykusuz kaldık. Enkazlardan çıkan tozlar sağlığımızı olumsuz etkiledi. Öksüre öksüre konuşuyorduk. Doktora gittik, ilaç ve dinlenme tavsiye etti. Yetkililer tarafından diğer gazeteci arkadaşlar gibi Malatya’da hasar almayan yüksek katlı bir otele yönlendirildim. Ben tedirgindim, hasar almamış da olsa bir binanın 15. katında kalma fikri huzursuz ediyordu. Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Sabah saat 12:00’de asansör kapısının önündeydim, son bir kez odaya dönüp bir şey unutmamak için son bir kontrol yapmaya karar verdim. Kapıdan girdim, odanın ortasındayken sarsıntı başladı. Deprem oluyordu, üstelik öyle şiddetliydi ki kaçmanın imkânı yoktu. Ayakta duramıyordum, kapıya yönelmek istedim ama donup kalmıştım. Bir yandan ağlıyor bir yandan bağırıyordum. Deprem bitince ağlayarak lobiye indim. Hemen dışarıya attım kendimi. Bazı yerlerden toz bulutu yükseliyordu. Çünkü Malatya’da bizim de yakalandığımız 5,6 büyüklüğündeki depremde 29 bina yıkılmış, ağır hasarlı binalarına eşyalarını almak için giren vatandaşlardan bazıları da enkaz altında kalmıştı. Vakit kaybetmeden arama kurtarma çalışmaları başladı, biz de oralara yöneldik.
İslami STK’lar deprem bölgesinde nasıl çalışıyorlardı?
Bence İslami STK’ların birçoğu bu büyük felakette vatandaşın yardımına koşan en büyük kahramanlar arasında yerini aldı. Bilhassa Beşir Derneği, İHH gibi yardım kuruluşlarıyla ne kadar iftihar etsek azdır. Gençlerimiz de sürekli yemek dağıttı, oradan oraya koşturup durdular. Ben STK’ların önemini bu depremde daha iyi idrak ettim. Herkes bilinçlenmeli ve böyle afetlerde yardım açısından koordine olabileceği STK’larda görev almalı. Türkiye deprem ülkesi. Bu gerçekle de ne yazık ki zaman zaman yüzleşiyoruz. O halde bir şeyler yapmak da üzerimize düşen bir vazifedir. Bunu İslami STK’ların çoğu hakkıyla yerine getiriyor.
CHP BU ÜLKENİN BAŞINA BELA
CHP belediyelerini deprem bölgelerinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son derece sığ, son derece insan ayrımı yapan, kendisinden ve yandaşından başka kimseye hayrı dokunmayan, yani tipik yasakçı, ayrımcı CHP afet bölgelerinde de ne olduğunu ortaya koydu. Faşizmin partisi CHP, bu ülkenin başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir, tamamen kapatılıp tarihe karışmadıkça da Türkiye tam anlamıyla huzur bulamaz.
Son olarak kitabınızla ilgili neler söylemek istersiniz?
6 Şubat 2023 saat 04:17. Bu tarih aradan yüzyıllar dahi geçse unutulmayacak. 17 Ağustos 1999’un acısını bile unutturan böyle büyük bir felaketin gelecek nesillere bir gazeteci gözüyle aktarılabilmesi için not düşmek istedim. Yaşadıklarımı, gördüklerimi bu yüzden kaleme aldım. Depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dilerim. Maddi yaralar sarılacak, üzerinden zaman geçtikçe belki acılar da hafifleyecek ama şu an 11 şehirde de insanların içi kan ağlıyor. Allah bir daha böyle bir felaket vermesin.
SÖYLEŞİ: ZİYA GÜNDÜZ