Süleymaniye Camii imam hatipliğim döneminde yaşadıklarımın bir bölümünü de kısa süreli askerlik hatıralarım oluşturmaktadır.
Isparta 40. Piyade Alayı
1975 yılının ikinci yarısında Isparta 40. Piyade Alayı 8. Bölük’te başlayıp biten askerlik maceramda unutamadığım anılarımı şöylece özetleyebilirim:
Sosyal adaletten bahsettikleri halde, birbirlerinin haklarına tecavüz ederek masadaki yiyecekleri yiyip bitiren kendi arkadaşlarından şikâyetle, “Hocam ! Ömer timsali adaletinle yetiş ve haklarımızı koru” diyen sosyal demokratlarca göreve dâvet edilişim.
Bazı arkadaşlarımızla anlatılamaz güzellikte yaptığımız sahurlar ve birlikte kıldığımız sabah namazları. Hatırladığıma göre sahur masraflarını üstlenmiştim ve aldığımız küçük gaz tüpünü de hizmet ehli arkadaşımız Atakan’a, gusül abdesti için su ısıtılması şartıyla/latifesiyle vermiştim.
Bir de vazife başında can veren emniyet mensupları için Kadir Gecesi’nde arkadaşlarımıza Isparta merkez camiinde okutulan Mevlid merasiminde Kadir Gecesi vaazını yapmam. Bu merasim sebebiyle görev yapacak arkadaşlara özel olarak hamam açılmış, ama oruçlu olarak ter döküldüğü için iftara kadar çekilen susuzluk Kerbela’yı andırır olmuştu.
Bunlar unutamadığım ve aradan tam 45 yıl geçmesine rağmen hatırladığım, canlılığını koruyan hatıralarım.
Bunlardan “Öncülük yaparak ve bizzat kıldırarak Cuma Namazı kılınmasına vesile” olma hatıram, İmam-Hatipliğimle ilgili olduğu için askerlik hatıralarımın gerçekten en önemlisidir.
Askerlik hatıratımın bu bölümünü açıklamaya başlamadan önce, asker ocağına er olarak gelmeme kararını verdiğim hatıramı yâd etmek istiyorum.
Askerlik Ocağına ER Olarak Gelmeme Kararım
1963 yılının hemen sonrasında, annelerimiz ayrı kardeşim merhum Eyüp Demircan’ı askerlik yaptığı Kars’ta ziyarete gittim. O tarihlerde İstanbul’dan Kars’a gitmek çileliydi. Benden bir yaş büyük olan kardeşimle beraber büyümediğimiz için aramızda öyle derin bağlar da yoktu. Yaşıma göre bilinçli olduğum ve İslâm’a bağlı bir yaşantım olduğu için akrabaya sıla amacı ile ziyarete gittiğimi söyleyebilirim.
Trabzon üzeri olabilirse de Kars’a giderken takip ettiğim güzergahı tam olarak hatırlamıyorum, ama İstanbul’a dönüşte Erzurum tren hattını kullandığımı iyi biliyorum. Bunun sebebi de beni etkileyen anılardan birinin Erzurum tren garında geçmiş olmasıdır. Garda bilet almak için gişenin açılmasını bekliyordum. Yanımda Almanya’da işçi olarak çalışan bir Erzurumlu oturuyordu. O da bilet alacaktı. Selamlaşmış, kısa bir sohbet yapmıştık. Benim gidecek yerim olmadığı için bekliyordum, ama işçi kardeşimizin yapılacak işleri vardı. Biletini almamı rica ederek bilet parasını bana verdi ve gitti. Döndüğünde, henüz tanımadığı genç bir adama nasıl güven diğini sorduğumda şu cevabı verdi:
Senin yüzünde, güven veren iman parıltısı var. Sana güvenmeyecek de ne edecektim.
Halis Erzurumluların çay içmeye başladığında 30 bardaktan önce bırakmadığını da bu zattan öğrenmiştim.
Kars’ta kardeşimin askerlik yaptığı yere ulaşmakta bir hayli zorlanmıştım. Kendisine haber verileceğini ve beklememi söylediler. Beklerken astsubayların erleri nasıl aşağıladıklarına tanık oldum. Kardeşimde gördüğüm bir tür yılgınlık hali de beni çok çok etkiledi. Rabbime şöylece dua etim:
Allahım! Beni bu askerlik ocağına er olarak düşürme.
İmam Hatib Okulu’nun lise kısmını ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nü Rabbimin lütfuyla birincilikle bitirmemde, askere er olarak gitmeme kararımın bir ölçüde tesiri olduğunu söyleyebilirim.
Kararımı Gerçekleştirdim
Benim çocukluğumda, lise mezunları subay olurdu. Kasımpaşa’da mahallemizde oturan Lise mezunu Kemal’in, deniz subayı üniforması ile mahallemize gelişini unutamadım. İçimde subay üniformasına özlem vardı.
1973 yılı Haziran’ında üniversite mezunu olunca askere er olarak gitmeme kararımı gerçekleştirmiştim, ama subay elbisesi giyemedim.
Kısa süreli askerlik için Isparta 40. Piyade Alayına sevk edilmiştik. Yığılmaları eritmek için olacak, benim gibi yaş ortalaması otuz civarında olan 7500 kişi celbedilmişti.
Saçı Sakalı Kestirerek Teslim Oldum
Saçımla birlikte, 1973 yılında bıraktığım sakalımı da kestirerek askerlik ocağına teslim oldum. Alayın girişinde yeni bir alay binası yapılıyordu. Karkası tamamlanmış tuğlaları da örülmüştü, ama örülmeyen bazı yerleri de vardı.
Karşılaştığımız yazılı ilk talimat cemaat namazlarının yasak oluşuydu.
Cuma Namazı Kılabilecek miydik?
Aradan bir iki gün geçmişti ki Cuma günü geliverdi. Cuma namazı kı labilecek miydik? Vakit namazları cemaati bile yasaklanmış iken….
Daha sonraları, namaz kılan subayların bile açıktan namaz kılamadıklarını öğrenecektik.
Bazı arkadaşlar bir takım gerekçeler oluşturarak Cuma namazını kılamayacağımızı dile getirdiler. Başını benim çektiğim küçük bir grup da alayın girişinde inşa halinde olan yeni alay binasında kılabileceğimizi söylüyor ve bu görüşümüzde ısrar ediyorduk.
Cumayı Kıldırmak Sorumluluğunu Üstlendim
Sorumluluğu alan bendim. Çünkü Cuma namazını kıldıracak olan bendim. Namaz kıldırabilecek bir çok arkadaş vardı. Ama onlardan kıldırmalarını bekleyecek olsaydık arzumuzu gerçekleştiremezdik.
Nefsimize pay çıkarmamak için, bütün nimetlerin Mevlâ’mızın ihsanı olduğu kaydını koyarak ifade edeyim, 1975 şartlarında 40. Piyade Alayı’nda öyle Cuma namazını kıldırmak üzere ortaya çıkmak yürek isterdi. Ortaya çıkmasaydım Cuma kılamazdık. Nitekim, Cuma namazını kılmak kararını aldığımızda, alayın her tarafına duyuramadığımız için kardeşlerin pek çoğunu haberdar edemedik. Onlar da kendi aralarında organize olamadılar.
Oysaki ilahiyat kökenlilerimiz 1500 kadardı
Cuma Namazı için 500 kadar kişi bir araya gelebilmiştik.
Hutbe Okuyup Namaz Kıldıracağım Yeri Belirledim
Hutbe okuyacağım ve namazı kıldıracağım yeri belirledim. Benim de, namaza katılan arkadaşlarımızın da derin bir huzuru ve huşuu vardı. Hutbeye başladım. Heyecanım zirvedeydi. Kelimeleri yalnızca ağzımla değil, bütün varlığımı dile dönüştürerek telaffuz ediyordum. Hutbeyi yalnızca Arapça kısmıyla okudum. Bir tek Türkçe kelime de kullanmadım. Ama anlaşılıyordu. Anlaşıldığını da hissediyordum. Ezanımızın, Selamün Aleyküm şeklindeki selamımızın ve hepimizin ezbere bildiği Fatiha’mızın Türkçe olmadığını; yabancı dilde olduğunu kim söyleyebilir?
Bir tek kelime Arapça bilmeyen kardeşlerimiz, hutbemizi yüreklerine sindirdiklerini ve anı olarak gönül müzelerine kaldırdıklarını söylediler.
Takip eden Cumayı da ben kıldırdım. Takibat açılıp engelleme yoluna gidil(e)mediği için Cumayı kıldırmak üzere ortaya çıkan arkadaşlar görüldü. İş adamı İbrahim Bodur’un mânevî çocuğu gibi olan merhum Osman Şe kerci’in de namaz kıldıranlar arasında olduğunu hatırlıyorum.
Askerlik maceramız Süleymaniye Camii İmam Hatipliğimin 6. yılına rastlamıştı. Hutbelerimin iki cildini yayınladığım ve Anadolu konferanslarına başladığım için tanınır hale gelmiştim. Bu sebeple mânevî önderliğim kabul edilmiş gibiydi. Arkadaşlardan saygı görüyordum.
Zaman Tüneline Girmek Mümkün Olsaydı
Zaman tüneline girerek geriye dönüş yapmak mümkün olsaydı 40. Piyade Alayına giderek okuduğum ilk hutbemi dinlemek isterdim. Ama ne gam. Benimle ilgili görevli olan melekler, beni hutbemi sunarken yakın çekimle filme almış, hutbemi de kayda geçirmişlerdir. Sorgu meleklerinin beni kabrimde bu hutbem ile karşılamalarını isterdim. Rabbimiz Kabir hayatının da kurallarını koyan ve de kurallarını yenileyip değiştirebilecek olan Rab değil midir?
Dâvâmız Alemlerin Rabbi olan Allahımıza hamd ü senadır.
DEVAM EDECEK
ALİ RIZA DEMİRCAN