Değerli okuyucularım;
İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın ihtiyaç fazlası malın/gelirin tümünün zekâta tâbi olacağına dair yanılgısı ile ilgili olarak haber-yorum üzerinden yaptığım açıklamalarım, bazı okuyucularımın dikkatini çekmiş.
Bu bağlamda bir okuyucum, bana zekâtın (zekât oranının) Kuran’da belirtilmediğini, 40’da 1 oranının ise Emevi Devleti tarafından icat edildiğini iddia ederek, bu konu hakkında ne düşündüğümü soruyor.
İlk önce şunu bir tespit edelim: Temel ihtiyaçlarından fazlasına sahip olan zengin Müslümanlar, “Bir de senden hayır olarak ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı infak ediniz”(Bakara: 219) âyeti gereğince ihtiyaç fazlası gelirlerinden sadaka vermekle sorumlu tutulmuştur.
Bu bağlamda temel ihtiyaçtan arta kalan mal (gelir, tasarruf), hem gönüllü olarak sadaka, hem de zorunlu olarak zekât için bir ölçü niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla âyette geçen infak (hayır namına maddî bir katkıda bulunma), zekât olarak da kabul edilebilir. Çünkü zekâtın ölçüsü de ihtiyaç fazlasıdır. Kimse, ihtiyacını giderecek kadar mala sahip olmadıkça zaten zekât ödemeye mecbur edilemez.
Kuran’ın Dışındaki Hadisler ve Asr-ı Saadetteki Uygulamalar Bir Referans Kaynağıdır
Âyet, “ihtiyaç fazlası” maldan veya gelirden infak edilmesi (zekât verilmesi) gerektiğini belirtmekle birlikte “ihtiyaç fazlası” kavramıyla aynı anlama gelen “nisap” miktarını ve bu miktardan ne oranda zekât verileceğini açıkça beyan etmemektedir. Doğrudur; Hangi mallardan ne zaman zarfında zekât verileceği konusu, Kuran’da açıkça belirtilmemiştir. Ancak altın veya gümüşe (tedavülde olan para birimine) göre asgari nisab miktarının ne kadar olacağı ve bu miktardan hangi zaman zarfında ne kadar zekât alınacağı hususunda Hz. Peygamberin (sav) ve sahabelerin açıklamaları bulunmaktadır. Bu bağlamda Hz. Peygamberin (sav), Hz. Ali’ye söylediği şu sözler, nisab miktarı ve oranı için en önemli kaynaktır:
“Senin 200 (iki yüz) dirhemin (gümüşün) olduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği zaman, bundan 5 (beş) dirhem zekât vermen gerekir. 20 (Yirmi) dinar (altın) oluncaya kadar da altın paradan sana bir şey lazım gelmez. 20 (Yirmi) dinarın olduğu ve üzerinden 1 (bir) yıl geçtiği zaman bu paradan ½ (yarım) dinar zekât vermen gerekir.”(Ebu Davud; Neylül Evtar, IV: 138).
Klâsik İslâm Hukukunda para birimi, genelde dinar (altın) ve dirhem (gümüş) olmaktadır. Dinar, 4,8 gram altından, dirhem ise 3,2 gram gümüşten olan bir para birimidir. Başka kaynaklarda ise bir dirhem, 2,795 gram gümüş paraya ve 3,17 gramlık bir ağırlık birimine tekabül etmekteydi.
Bu hadis-i şeriften yola çıkılarak, malın zekât oranı belirlenebilmiştir. Genelde cinsi ne olursa olsun, ticaret maksadı ile alınıp satılan tüm malların zekâtı, nisaba ulaştıkları ve geçtikleri takdirde % 2.5’tir (40’ta birdir). Bir başka ifadeyle zekât oranı, para cinsinden olan (ticarî) mallarda, altın-gümüş ve nakit parada (tasarrufta) % 2.5’tir.
Bu hadis-i şerif, asr-ı saadette yaşayan hangi Müslümanların zengin sayılacağına ve dolayısıyla zekâta tâbi tutulacağına dair bir ipucu da vermektedir. Buna göre zenginliğin nisabı (alt sınırı veya ihtiyaç fazlası mal) 200 (iki yüz) dirhem veya 20 dinar ile başlamaktadır. Peki bu nisabın altında bir gelire sahip olanlar, o dönemde muhtaç olarak kabul edilmiş midir? Evet ise nisap, aynı zamanda yoksulluk sınırının da bir ölçütüdür. Buna göre nisabın altında olan herkes, zekâttan yararlanma hakkı vardır. Yoksa muhtaçlık kriteri yani zekâttan yararlanabilmenin ölçütü, nisaptan farklı olarak ayrı bir kategoride de mi belirlenmiştir?
Bazı kaynaklar, asr-ı saadete geçerli olan zenginliğin yaklaşık ölçüsü, yani alt sınırının 200 dirhem değil 40 veya 50 dirhem (4-5 dinar) olduğu yönünde bilgiler vermektedir. Bu yüzden en az 50 dirheme ya da 5 dinara sahip olan kişinin zekât alması helâl görülmemiştir.
Kanaatimce 50 dirhem (5 dinar), zenginlik alt sınırından çok muhtaçlık ölçütü, bir başka ifadeyle yoksulluk sınırı (veya asgari hayat standardı) olması gerekmektedir. Dolayısıyla yılda 50 dirhem (5 dinar) bir gelire sahip olmayan bir insan, yoksul sayılmış olmalıdır. Bu kesime zekât verilmiş olduğu gibi büyük bir ihtimalle zekâtın azami miktarı da 50 dirhem olmuş olmalıdır. Çünkü 50 dirhem ile yıllık temel ihtiyaçların karşılanması mümkün sayılmış olabilir. 50 dirhemin üzerinde bir gelire sahip olan bir Müslümana zekât verilmemiş olması, onun mutlak anlamda zengin sayılmış olmasından ziyade ihtiyaç sahibi olmadığı anlamına gelmiştir. Zekât, ancak 200 dirhemden daha fazla gelire sahip olanlardan alınmış olduğuna göre, 50 dirhem ile 200 dirhem arasında yıllık bir gelire sahip olanlardan zekât alınmamış olduğunu da söyleyebiliriz.
Velhasıl
Kuran’da zekât (oranı) ile ilgili bir bilgi yok deyip de ilgili hadisleri görmezlikten gelmek, asr-ı saadetteki uygulamaları dikkate almamak ve klâsik dönemdeki zekât uygulamaları Emevilerin keyfi idareciliğine yüklemek, İslâm’ın temel kaynaklarını ya bilmemek, ya da kabul etmemek anlamına gelir.
Biz asr-ı saadetteki zekât uygulamalarıyla ilgili olarak şu tespitte bulunabiliriz. 200 dirhemin üzerinde bir gelire sahip olan Müslümanlardan zekât alınmıştır. 50 dirhemin üzerinde bir gelire sahip olanlara da zekât verilmemiştir. Zekât, 50 dirhemin altında bir gelire sahip olanlara verilmiştir. O halde nisap (zenginliğin ölçütü), 200 dirhem, yoksulluk sınırı (asgari hayat standardı) ise 50 dirhemdir. Bu iki gelir arasında olan Müslümanlar ise ne zengin, ne de yoksul olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu kesimden ne zekât alınmış, ne de kendilerine zekât verilmiştir diyebiliriz.
Bu doğrultuda Peygamberimizin (sav) tavsiye ettiği zekât oranını aynen alarak, günümüzün değişen sosyo-ekonomik şartlarına uygun olarak nisap (zenginliğin ölçütü) ve yoksulluk sınırı (asgari hayat standardı) verilerini güncelleyerek, bir model geliştirebiliriz. Böyle bir modele ihtiyacımız var. Çünkü günümüzde altın ve özellikle gümüş üzerinden belirlenen nisab, reel ekonomik veriler ve geçim şartları açısından bakıldığında artık asgari hayat standardının çok altında kalmaktadır. Dolayısıyla klâsik yöntemlerle belirlenen nisap, günümüzün şartlarına göre zenginlik ölçütü olarak kabul edilmesi hayli güç görünmektedir. Buna binaen nisabın günümüz sosyo-ekonomik şartlarına uygun bir biçimde nasıl belirleneceği sorusuna cevap bulmak artık kaçınılmaz olmaktadır. Yoksulluk ve muhtaçlık, zaman ve mekâna göre değişebileceğine göre, nisap da bu doğrultuda ülkelerin sosyo-ekonomik durumlarına göre esnek bir şekilde düzenlenebilmelidir. Bununla ilgili olarak gelecek yazımda sizlere inşallah hem Kuran ve Sünnetin genel çerçevesine uygun, hem de günümüzün ihtiyaçlarını dikkate alan esnek bir zekât modeli takdim edeceğim.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi