DP ve Başbakan Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950 tarihinde tek başına iktidara gelmiş ve ardından ezanı aslına çevirmiştir. Fakat çok kısa bir süre sonra 5816 sayılı veya diğer adıyla “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” adıyla bir yasa çıkarmıştır.
Yakup Döğer
Tek parti döneminin yakıcı buhranı, özellikle Müslümanlar üzerinde yıkıcı bir etki ortaya çıkarmıştı. Neredeyse “Ben Müslümanım” demenin dahi sakıncalı ifadeler zümresinden kabul edildiği uzun dönemde, İslam’a ve Müslümanlara ait ne varsa düşman ve sakıncalılar olarak kodlanmıştı. İslam’ın şiarlarından olan Ezan uzun yıllar yasaklanmış, uygulanan katı laiklik ideolojisi özellikle dine karşı sürekli teyakkuz halinde bulunmuştu.
1932–1950 yılları arasında 18 yıl süren ezan yasağı, çok partili hayata geçişte, Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelmesiyle birlikte yürürlükten kaldırılarak aslına döndürüldü. Demokrat Parti, CHP’nin içinden çıkmış bir parti olarak ezan yasağını kaldırmakla birlikte laiklik ilkelerinden asla ödün vermeyeceğini sürekli ifade etmekten geri durmadı. Hakiki laikliğin hükumet programlarında sarahaten ifade edildiğini ve hakiki laikliğin dinin devlet siyasetiyle hiçbir ilgisinin bulunmaması ve hiçbir dini düşüncenin kanunların tanzim ve tatbikinde etkili olamayacağı şeklinde anladıklarına hükumet programlarında yer verdiler.[1]
Gerek Demokrat Parti’nin gerekse Adnan Menderes’in din ve dini olanla bir ilişkisinin olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Çok geçmeden yaklaşık bir buçuk yıl sonra, adı 5816 sayılı kanun olarak geçen “Atatürk’ü Koruma Kanunu” yürürlüğe konuldu. TC’nin kurucusu milli şef, öldüğü halde, hatıratı, eserleri, heykel ve büstleri yasa ile güvence altına alındı.
Kanun tasarısı mecliste
Yasa tasarısının mecliste yapılan müzakerelerinde şiddetli tartışmalar yaşandı. Meclisin 4 Mayıs 1951 tarihli 72. Birleşiminde kanun tasarısı mecliste müzakereye başlandı.[2] Tasarı Başbakan Adnan Menderes ve kabinesi tarafından meclise sunulmuştu.
Meclise sunulan tasarının, meclis tarafından görüşülmesi kabul edildi.
‘Başarılar bir şahsa bağlanamaz’
Meclis müzakerelerinde ilk söz alan Demokrat Parti Ankara milletvekili Selahattin Adil, müzakere edilmesi için meclise gönderilen bu tarzda bir kanunun hiçbir memlekette emsali olmadığını ve hukuken de bunun mümkün olmadığını ifade eder. (a.z.s.40)
Selahattin Adil, böyle bir kanuna ihtiyaç var ise, bunun sadece bir millet inkılabını gerçekleştirenler için değil, dünyanın gidişatını değiştiren Fatihlerin, Selimlerin de hakkı olduğunu söyler. Vekil uzun bir konuşma yapar ve vekillere, “Arkadaşlar 1946 yılından beri milletin köylüsü ile kasabalısı ile temas ettiniz, dileklerini dinlediniz, “aman bize bir heykel dikin” diyen tek bir vatandaşa rastladınız mı?” diye sorar. Bu sözler üzerine salondan alkışlar yükselir. (a.z.s.41)
Selahattin Adil uzun beyanatına devam ederek, dünyada hemen her millet bazen büyük felaketlere maruz kaldığını, bazı önderler idaresiyle ihtilaller geçirmiş olduğunu, fakat muvaffakiyetlerini bir şahsa bağlamayı doğru görmediklerini söyler. Yirmi beş sene önce gerçekleşmiş olan inkılabın bir şahsa mal edilmesi, memlekette ayrı bir hizip çıkarmıştır. Vekil, böyle bir kanunun demokrasi rejimiyle de uyumlu görmediğini sözlerine ekler.
Selahattin Adil, tasarı hakkında konuşmasında çok önemli hususlara temas eder. Böyle bir tasarının uygulanmasının savcılara bırakılması, vatandaşların haklı eleştirilerinin de önüne geçecektir. İnsanlar arasında fevkalbeşer, lâyuhti bir kimse yoktur. Büyük hizmetleri takdirle karşılanan Mustafa Kemal Paşa’nın da idari, içtimai siyasi hatalarının bulunduğunu söylemek ve yazmaktan men edecek bir kanunun, demokratik rejimi benimsemiş olan bugünkü mecliste kabulüne imkân olmaması icap eder.
Selahattin Adil’nin ifadelerine göre, 27 senelik devirde riyakâr, menfaatperest birçok yazarlar, hatipler, şairler, milletin gösterdiği feragat ve fedakârlığa, kahramanlığa hemen hiç kıymet vermeyerek, tek şahıs için ulûhiyete kadar yükselten kasideleriyle gençliğe birçok yanlış kanaatler, hakikate uymayan fikirler, kıymetler aksettirmişlerdir. (a.z.s.42)
‘Şahsa özel yasa çıkarmaya neden gerek vardır?’
Selahattin Adil’in ardından sözü Giresun Milletvekili Arif Hikmet Pamukoğlu alır.
Pamukoğlu, Anayasanın 69. maddesine atıf yaparak Türklerin kanun karşısında eşit olduklarına dikkat çeker. Bu madde ile her türlü grup, sınıf, aile ve kişi ayrıcalıkları kaldırılmıştır. Vekil tasarının aleyhinde konuşacağını ifade eder. Pamukoğlu’na göre Atatürk de bir Türk’tür ve mevcut ceza yasası her Türk’ün hukukunu muhafaza etmektedir. Böyle bir yasa var iken, bir şahsa özel yasa çıkarmaya neden gerek vardır. (a.z.s.44)
‘Yaşayan bir Atatürk’e imtiyaz tanımayan Anayasa, ölü bir Atatürk’e de tanımaz’
Pamukoğlu’ndan sonra sözü DP Ankara milletvekili Osman Şevki Çiçekdağ alır.
Çiçekdağ, tasarının Atatürk’ün fani olan şahsını, tarihin tenkit sınırları dışına çıkarmak, tarafsız araştırmalara ve hükümlere engel olmak gibi bir maksadı ortaya çıkaracağını ifade eder. Böyle bir tasarı aynı zamanda inkılap ve medeniyet eserlerinin sarsılmaya başladığını, kör taassubun homurdanmaya, medeniyet yoluna kara bulutların çökmekte olduğunu, ikrar, kabul ve ilân etmek olduğunu söyler. (a.z.s.45)
Çiçekdağ, Anayasanın 69. maddesine atıf yapar ve her Türk’ün kanun karşısında eşit olduğunu dile getirir. ‘Yaşayan bir Atatürk’e imtiyaz tanımayan Anayasa, ölü bir Atatürk’e de böyle bir imtiyazı tanımaz. Vekil gerek psikolojik, gerek politik gerekse hukuki olarak böyle bir yasanın kabul edilmeyeceğini’ söyler.
‘İmtiyazlı sınıfların ve şahısların doğmasına neden olacaktır’
Söz sırası DP Çanakkale Milletvekili Bedi Enüstün’e gelir.
Enüstün, gerçekleşen inkılâp içinde yetişmiş ve bu inkılâplardan feyiz ve ilham almış bir insan olarak şahsen Atatürk’e bir kutsiyet izafe edebileceğini ve mabedi olan kafasının içinde kendisine de tapabileceğini ifade eder. Fakat bir millete mal olmuş inkılâpları, reformları bir şahsın taştan veya topraktan yapılmış heykelinde arayan ve bir kâğıt üzerindeki resminde sembolize eden dimağlardan, ileri demokratik hamlelerin beklenemeyeceğini söyler. (a.z.s.48)
Türk Milletinin bütün varlığının en hakiki sembolü şanlı Türk Bayrağıdır, bundan daha ulvi daha kutsi bir sembol yaratmaya da lüzum yoktur. Bir zamanlar yaranmak gayretiyle ve ticari kazanç mülâhazalarıyla imal edilen ve ettirilen, büstler, ne Atatürk’ün ve ne de Türk Milletinin reform sembolü olamazlar.
Bedi Enüstün, tartışmayı çeşitli açılardan değerlendirir. Atatürk’ün resmini ve büstünü inkılâpların sembolü olarak kanunen kabul etmek kadim Yunanistan Olimp mabutlarında olduğu gibi, birçok daha küçük çapta inkılâp sembollerinin meydana çıkmasına sebep olacaktır. inkılâp sembolüne tazim ve hürmeti icap ettiren aynı sebepler daha küçük inkılâp sembollerine de tazim ve hürmeti icap ettirir ve bu hal bugünkü politik hayatımızda imtiyazlı sınıfların veya şahısların doğmasını neden olacaktır. (a.z.s.49)
Söz sırası DP Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci‘ye gelir.
Ekinci Atatürk’ü sevenler olduğu gibi, sevmeyenlerin de olabileceğini, zorlama ile sevginin sağlanamayacağını belirtir. Birini sevmenin ya da sevmemenin beşer hilkatinin tabii bir neticesi olarak görülmesi gerektiğini ifade eder. Türk Milleti yükselme ve ilerleme azmindedir, putlaşma gibi bir geriliğe asla müsamaha gösteremez. Atatürk’ü zorla sevdirmeye çalışmanın gelecek nesiller üzerinde olumsuz etkisi görülecektir. (a.z.s.49)
Söz sırası Adalet Bakanı Rükneddin Nasuhioğlu‘na gelir.
Nasuhioğlu kanunu meclise neden getirdiklerini izaha çalışır. Kanunun meclise geliş sebebi, memleketin birçok yerinde Atatürk büstlerine, resimlerine ve sembollerine saldırılar olmuş ve bu sebepten böyle bir yasanın hazırlanmasına ihtiyaç duyulmuştur. Adalet Bakanı tasarıya üç hususta muhalefet edildiğini söyler. Birinci husus anayasaya aykırı olması, ikinci husus şahsa özel yasa çıkamayacağı ve üçüncü husus da böyle bir yasanın münferiden değil de ceza yasasının içinde yer alması gerektiğine dair itirazlardır. Bakan bu üç husustaki itirazın da yersiz olduğunu ileri sürer. (a.z.s.51)
‘Ceza kanunu faşist bir memleketten alınmıştır’
Sözü Konya milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu alır. Ağaoğlu ceza kanununun çok karışık olduğunu ve faşist bir memleketten aynen alındığını söyler. Hükumetten beklentilerinin ceza kanunlarını birleştirecek ve hakiki demokrasilerde olduğu gibi bir ceza kanunu ortaya çıkarmaktır. Fakat hükumetin tam aksini yaptığını ifade eder. Hükumet demokrasiyi ilerletmek yerine totaliter rejimi devam ettirmek için meclise kanunlar getirmektedir. (a.z.s.52) Ağaoğlu’na göre müzakere edilen kanun antidemokratiktir.
‘Heykellere saldırıları, bu kanunun çıkmasını isteyenler yapmaktadır’
Fahri Ağaoğlu müzakere edilen yasa ile ilgili ilginç bir tespitte bulunur. Yasanın çıkarılma gayesi, Atatürk’ün heykellerine ve büstlerine yapılan saldırılardır. İşte Ağaoğlu bu saldırıların, bu kanunun çıkmasını isteyenler tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürer. (a.z.s.53) Bu tasarı meclise gelir gelmez bütün saldırılar durmuştur. Saldırıları gerçekleştirenler cahil kimseler değildir. Bu tertibi yapanların gayesi ise demokrasi inkılabını baltalamaktır.
Hükumetin gerekli tedbirleri almadığına dair iddiaları cevaplamak için Başbakan Adnan Menderes söz alır ve iddiaları yalanlar.
Adnan Menderes, paraların üstünden Atatürk’ün resmini sildirenlerin ve kendi şeflerinin resmini koyanların, hükumete bu türden ithamlarda bulunduğunu söyler. (a.z.s.56)
‘Böyle bir kanun antidemokratik kanunların başında gelir’
Menderes’in ardından Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu söz alır. Böyle bir kanunun meclisten geçmemesi için elinden geleni yapacaklarını söyler. Tekelioğlu, Türk Milletinin Atatürk ve inkılapları aleyhinde hiçbir his beslemediğini söyler.
Sinan Tekelioğlu, böyle bir kanunun, ifade hürriyetini engelleyeceğinden dolayı antidemokratiktir ve antidemokratik kanunların başında gelir. Tekelioğlu buna örnek de verir. Meselâ konuştuğun bir adam, Atatürk’e küfür etti derse ne olacaktır? Sonra şunu da düşünmek lâzımdır ki, Atatürk’ün resmi olan bir gazeteye kazara o gazeteye helva sarsak, vay sen Atatürk’ün resmi olan bir gazeteye helva sardın diye mahkemeye mi verilecektir? 20 milyon insan bu kanunun ret edilmesini beklemektedir. (a.z.s.57)
Menderes: Din ile Atatürk’ün muhteremliği aynıdır
Sözü Başbakan Adnan Menderes alır. Menderes müzakere edilen kanunu son derece sahiplenerek savunur. Din ile Atatürk’ün muhteremliğini aynı görür. Din muhterem görülüyorsa, Atatürk de öyle olmalıdır. Müzakere edilen kanunla fikir hürriyeti ortadan kalkmamakta, hakaret ve terzil önlenmeye çalışılmaktadır. (a.z.s.59)
Menderes, savunmasını hararetle sürdürür, Fatih’i, Selim’i gündeme getirenlere cevap verir. Fatih, Selim bugün için aktüel bir mevzu değildirler. Bir Fatih meselesi yoktur, bir Selim meselesi yoktur, bir Namık Kemal meselesi yoktur. Ama bugün bir Atatürk meselesi vardır. Onlar için reel bir vaziyet olsaydı onlar hakkında da yüksek heyet tedbir almakta gecikmezdi. (a.z.s.59)
Menderes, böyle bir kanunu neden meclise getirdiklerini de açıklamaya çalışır. Kırşehir’de bir heykelin burnuna çekiç vuruluyor, İstanbul Kırşehir’e akın ediyor. Filân yerde gene bir heykelin bir tarafı kırılıyor. Bütün gazeteler bunu mevzu olarak ele alıyor. Falan yerde, filân yerde heykele bir yafta yapışıyor, bütün gazetelerin ayakta olması için haklı bir mevzu ortaya çıkıyor. Bu memleketin manevi cephesini yıpratmak isteyenler vardır.
‘Millî bir vazifedir’
Söz CHP Yozgat Milletvekili Avni Doğan’a gelir.
Avni Doğan, büyük Türk Milletinin binlerce yıllık şerefli mazisinden süzüle süzüle gelen millî dehanın liyakatli bir temsilcisi olan Atatürk’ü ve onun inkılâplarını her türlü tecavüzden korumanın millî bir vazife olduğunu söyler. Bu dâva her türlü siyaset ve partilerin üstündedir ve mukaddes bir vecibe olarak göz önünde tutmak ise herkese düşen bir borçtur. Avni Doğan tasarıyı yetersiz görmekte, tasarının adalet komisyonuna iadesini istemektedir. (a.z.s.62)
‘Heykellere saldırı, geriye gitmenin alametidir’
Avni Doğan’ın bu hitabına karşı Başbakan Adnan Menderes tekrar söz alarak cevap verir.
Menderes, inkılaplar için tedbir alınmadı diyenlere itiraz eder. İnkılaplar için tedbir almak, onları bir noktada perçinlemek ise, inkılabın ruhuna muhaliftir. İnkılapları “Nas” haline getirmek ve bir daha bunlar üzerinde konuşmamak, Naslar gibi hükümler koymak inkılapçılığın ruhuna terstir. Menderes, yapılan inkılaplarda geriye gitmenin mümkün olmadığını da ifade eder. Heykellere yapılan saldırıları ise geriye gitmenin alameti olarak gördüklerini beyan eder. Mecliste tasarının sürekli aleyhinde konuşulmaktadır ve Menderes durumdan rahatsızdır. (a.z.s.63)
Daha sonra söz alan Abdurrahman Boyacıgiller tasarıya, “Ölü Türk Büyüklerini Koruma Kanunu” ismini vermek suretiyle kanunun bu mahiyeti almasını teklif eder. (a.z.s.67)
‘Atatürk, hatadan ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir’
Söz alanlar arasında DP Diyarbakır Milletvekili Yusuf Azizoğlu, böyle bir tasarı karşısında mantık ve izanın her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyette olduğunu ifade eder.
Atatürk’ün de bütün düstur ve görüşleri, karar ve hareketleri yüzde yüz hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Bütün üstünlük ve müstesnalığına rağmen nihayet fâni bir insan olan Atatürk de tartışılmaz değildir. (a.z.s.69) Ona taparcasına inananlara rağmen, bu milletin inanışları, âdetleri ve ananeleriyle bağdaşamayan bazı hattıhareketleri bulunduğunu söylemek realitenin bir icabıdır. Hele idare bakımından, demokratik bir zihniyetle o devri ideal olarak kabul etmek imkânsızdır.
‘Kimse kimseye kanun zoruyla sevdirilemez’
Azizoğlu uzun bir konuşma yapar. Yalnız Atatürk değil, Muhammed gibi, İsa gibi, Musa gibi büyük Peygamberler asırlardır sadece şahısların değil, büyük kütlelerin inkâr ve husumetine maruz kalmışlardır. Fakat buna rağmen dimdik ayaktadırlar. Kimse kimseye birini kanun zoruyla sevdiremez.
Çanakkale Milletvekili Süreyya Gedik, Demokrat Parti’nin Atatürk sevgisini ve inkılapları korumak endişesine düşmüştür. Hükumete göre bu memlekette hem Atatürk sevgisinin hem de inkılaplar tehlikededir. (a.z.s.70) Bu tasarı reddedilerek, Atatürk’ü kanunla sevdirmek gibi bir hafiflikten kurtulmak gerekir.
Tasarının görüşülmesine 7 Mayıs 1951 tarihinde 73. Birleşimde devam edilir.
Tasarının görüşülmesinde söz alan Adalet Komisyonu Sözcüsü Ankara Milletvekili Hamid Şevket İnce, Atatürk’ün kimliği kemaliyle izah edilirse, artık onun yarattığı eserleri korumanın bir borç olduğunu kabulde tereddüt edilemeyeceğini ifade eder. Şevket İnce’ye göre, taştan mamul Atatürk’e, tunçtan masnu Atatürk’e el kaldırmak, etten ve kemikten Atatürk’e suikast etmekten daha az bir suç değildir.[3]
Hamid Şevket İnce, tasarıyı canhıraş savunmaya devam eder. İnce’ye göre, Atatürk bir şahıs değil, fani âleme kavuşmuş lâkin her dakika yanımızda yaşayan ebedî ve manevi bir ruh-u inkılâptır. Bu inkılâp ruhunun, vatan için yarattığı Kemalist rejim nesilden nesile ayakta tutulmalı ve yaşatıp yükseltilmelidir. Kalplerde yaşayan Atatürk’ün aziz ruhu, meydanlarda da yaşatılmalıdır. (a.z.s.81) Şevket İnce ifadelerinde tam bir Atatürk tapıcılığını sergiler. Atatürk şahıs değildir, fani hayata veda etmiş büyük bir varlıktır.
‘Atatürk’ü putlaştırılmış insanlar arasına koymak isteyenler vardır’
Tasarının tartışmalarında DP İzmir Milletvekili Halide Edip Adıvar da söz alır. Adıvar, demokrasiyi demir leblebiye benzetir. Yerken dişleri parça parça eder, yutması müşküldür. Hükumet Atatürk’ün heykellerini muhafaza etmek için gerekli tedbirleri almalı, gerekirse her heykelin başına iki muhafız dikmelidir. Adıvar tasarıyı meclise getirenlerle aynı fikirde olduğunu da söyler. Fakat Atatürk için kanun yapmak, Atatürk’ü tarihten önceki Asurilerin, Babillilerin Allahlaştırılmış, putlaştırılmış insanlar arasına koymak isteyenler vardır. (a.z.s.90)
Halide Edip Adıvar, esas olanın heykellerin korunması değil, Atatürk’ün inkılaplarının korunması gerektiğine dikkat çeker. Laiklik ve medeni kanun hassaten muhafaza edilmelidir. Din ile devlet birbirinden tamamen ayrılmıştır. Adıvar tasarı üzerinde uzun bir mütalaa verir ve tasarıya hayır der. Meclise gelen kanun, olduğu gibi komisyona iade edilmeli ve yeniden müzakeresi yapılmalıdır.
‘Bu kanun umum efkârın susturulmasıdır’
Söz sırası Çankırı Milletvekili Kazım Arar’a gelir. Arar böyle bir kanunu, Ataya hürmetsizlik sayar. Böyle bir kanunun manasının, Türk milletinin Atasına saygısızlık göstermeye başladığı ve bu saygısızlığın da kanunla önlendiği anlamına gelecektir. Bu durum da, umum efkârın susturulması demektir. (a.z.s.92)
Tasarının Meclis müzakereleri sırasında dikkatlerden kaçmayan tek husus, tasarının lehinde ve aleyhinde konuşan kim varsa, Atatürk’e olan sadakatlerini, muhabbetlerini, sevgilerini sürekli zikretmeleridir.
Müzakerelerde söz alan Zonguldak Milletvekili Cemal Kıpçak, Atatürk’e imtiyaz verilmeye çalışıldığını ileri sürenlere bu minvalde cevaplar verir. Bu tasarı Atatürk’ün daima ve ilelebet yaşayacak olan şahsiyeti maneviyesini, milletin ve tarihin ona verdiği büyük mevkii, bütün eserlerini ve büyük inkılâplarını yaşatmak, idame ettirmek ve her türlü tahkir ve tecavüzden korumaktan ileri geçmeyen bir tezdir. (a.z.s.98) Manisa Milletvekili Refik Şevket İneç, Atatürk’e hakareti, amme vicdanına karşı işlenmiş suçlardan olarak değerlendirir. (a.z.s.100)
‘Atatürk ölü bir kişidir, özel kanun çıkarılamaz’
Müzakerelerde söz alan Sivas Milletvekili Nurettin Ertürk, Türkçede sağ kişi ölü kişi tabirinin kullanıldığını ve Atatürk’ün ölü bir kişi olduğundan aleyhine işlenen suçlardan dolayı özel bir kanunun çıkarılmasının anayasanın 69. maddesine aykırı olduğunu ifade eder. Tasarının gerekçesi ve Adalet Komisyonunun hazırlamış olduğu raporu hukuki bir mesnede dayanmamakta, her ikisi de hisse hitap etmektedir. Oysa kanunların mucip sebepleri, hatta müzakereleri bile hisse hitap etmemelidir. Antidemokratik kanunları ayırıp çıkarmak gibi çok mühim işler yapıldığı bir sırada yine antidemokratik bir kanun tedvin etmek çok hazindir. (a.z.s.102)
‘Böyle bir kanun huzursuzluk getirecektir’
Tasarının müzakerelerinde söz alan Isparta Milletvekili Sait Bilgiç ise başka bir hususa işaret eder. Atatürk’ün heykellerine ve büstlerine 12 tecavüz vakası tespit edilmiş ve bunlardan ancak ikisinin faili meydana çıkarılmıştır. Bu faillerin de ne gibi bir sebeple ve maksatla hareket etmiş oldukları hususu meçhuldür, saldırgan belli değildir, gaye malûm değildir. İhtimaller üzerine hüküm bina edilemeyeceği gibi kanun da çıkarılamaz. Faili malûm hâdiselerden biri Kırşehir’deki tecavüz hadisesidir. Gazeteler bu hâdisenin büstün bulunmakta olduğu mahalde bekçilik yapan bir şahısla arası açık olan bir sarhoşun, bekçiden intikam alma gayesine matuf olduğunu ifade etmiştir. (a.z.s.103) Böyle bir kanun çıktığı taktirde, huzur değil, huzursuzluk getirecektir. Sait Bilgiç söz hakkını bu yönde kullanır.
‘Böyle bir kanunla birçok masum insan zindanlarda çürüyecek’
Söz sırası Balıkesir Milletvekili Ali Fahri İşer’e gelir. İşer, böyle bir kanuna lüzum görmediğini çünkü fayda yerine zarar getireceğini ve birçok masum insanı zindanlarda çürüteceğini ifade eder. Böyle bir kanunun çıkmasını isteyen, Halk Partisi’nin güttüğü siyasettir.
Ali Fahri İşer, masum vatandaşların zarar göreceğine dair ifadesine örnekler de verir. Halk Partisi iktidarda iken, Karacabey’de eşraftan Kırımlızade Cemal Bey, İnönü’ye küfür etti diye senelerce hapishanelerde yatmıştır. Bandırma’da Hafız Tahir Efendi, Atatürk’e hakaret etti diye zindanlarda sürünmüştür. Mahkûmiyeti var diye hiçbir vazifeye de alınmamıştır. Yine Bandırma’da Veysel isminde bir mecnun, askerliği esnasında güya Atatürk’e küfür etmiş diye ceza görmüştür. (a.z.s.110) Bunun gibi yüzlerce belki binlerce, vatandaşların hiç sebepsiz yere canları yakılmış, huzurlar bozulmuş hak ve hürriyetlerine tecavüz edilmiştir.
‘Atatürk bu milleti tek başına mı kurtardı?’
Ali Fahri İşer, sözlerine devam eder. Bu milletin Atatürk’ü sevdiğini söyler. Fakat Fahri İşer, “Atatürk’ün de kusurları yok mudur?” diyerek meseleye farklı bir boyut kazandırır. Bu inkılâbı Atatürk tek başına mı yapmıştır? Bu memleketi ve bu milleti tek başına mı kurtarmıştır? Yoksa birçok ordu mensupları, yüksek rütbeli ve küçük rütbeli mesai arkadaşlarının bundan hisseleri, payları yok mudur? Bunların da üstünde Türk milleti değil midir? Yalnız kendisine mal etmek mi lâzımdır? Eğer bu heykeller olmasaydı, meclis bunları tartışmayacaktı. (a.z.s.111)
Heykel tutkusunda israfın boyutları
Ali Fahri İşer, heykel tutkusunun iktisadi boyutuna da dikkat çeker. İşer, kendi kendine bir hesap yaparak, 63 vilayetin, 600 küsur kaza’nın ve 1800 küsur nahiyenin olduğunu tespit eder. Kendisi yağmurlu bir 23 Nisan bayramında Bursa’dan gelmektedir. Abidede tam 37 tane çiçek saymıştır. Yalnız heykeller ve çelenkler için 63 vilayetteki israfa dikkat çeker. Fahri İşer, 37 heykel saydığını söyler. Senede 15 tane resmi gün kabul edilse ve her vilayetteki heykellere on tane çelenk konulsa, bunlara kaza’sı nahiyesi de eklense israfın boyutunun düşünülmesi gerekir. Fahri İşer bu hususta kabataslak bir de hesap yapar. Bir resmi günde bir heykele on çelenk konsa ve her çelengin ederi 10 lira olsa, ortalama 1.899.000 lira tutmaktadır. (a.z.s.111) Bir de bu maliyeti günümüz şartlarında düşünürsek, israfın boyutları korkutucu bir niteliğe bürünecektir.
Anayasa Komisyonunda kabul edilen tasarı meclise gelir
Mecliste 4 ve 7 Mayıs 1951 tarihlerinde yapılan müzakereler uzun tartışmaların yaşandığı atmosferde sona erdi. Tasarının Anayasa Komisyonu’na gönderilmesine karar verilir. (a.z.s.131) Anayasa Komisyonu’nda görüşülen tasarı, 23 Temmuz 1951 tarihinde meclise yasalaşması için gelir. Tasarının meclise gelmesiyle birlikte tekrar hararetli tartışmalar başlar.
Anayasa Komisyonu’ndan gelen rapor, 23 Temmuz 1951 tarihinde meclis genel kurulunda okunur ve üzerinde müzakereler başlar. Raporun, 15 kişilik komisyonun oylamasında 7’ye 7 ve bir çekimserle sonuçlanır. Böyle durumlarda komisyon başkanının oyu iki sayıldığı için, komisyon başkanının tasarının lehinde oy kullanmasıyla, tasarı 7’ye karşı 9 oyla kabul edilerek meclise gelir. Tasarının Anayasa Komisyonu’nda oylanması sırasında bazı usulsüzlüklerin yapıldığı da zabıtlarda ifade edilmektedir. Bir bakıma tasarı bir tür hile ile kabul edilmiştir.
Meclisin 23 Temmuz 1951 tarihli 103. Birleşiminde ilk sözü Tekirdağ Milletvekili İsmail Hakkı Akyüz alır.
Akyüz, meclisteki ifadelerinde Anayasa Komisyonundaki yaşanan usulsüzlükleri anlatır.[4] Komisyonun vazifesi sadece tasarıyı Anayasaya uygunluğu bakımından incelemek iken, “herkesçe malum bir hakikattir ki ihtiyaç halinde istisnai ve fevkalade kanunlar çıkarılabilir” diyerek garip bir hüküm vermiştir. Çekimser kalanlar kabul edilmese dahi, ekseriyetin Anayasaya aykırılık kanaatinde olduğu ortadadır. (a.z.s.251)
‘Mesuliyet tanımayan icraat: Diktatörlük’
Meclisin 103. Birleşim müzakerelerinde ilk söz alan Giresun milletvekili Arif Hikmet Pamukoğlu olur ve tasarıya en sert muhalefeti yapar. Pamukoğlu tasarıyı dört ayrı noktadan eleştirir:
1- Demokrasi, 2- Anayasa Hukuku, 3- Ceza Hukuku, 4- Ahdi Mevzuat bakımından.
Pamukoğlu, tasarıyı demokrasi açısından eleştirisinde önemli hususlara değinir. Demokrasilerde insan hak ve hürriyetleri bakımından ferde veya gruplara, demokrasinin bir gereği olarak fertler arasındaki her türlü imtiyaz şiddetle reddedilmiştir. Hakiki demokraside hukuka, kanuna ve ahdî esaslara aykırı düşen fark ve imtiyazlar ne mahiyette olursa olsun, asla kabul edilemez. Aksini bir an bile farz etmek, millî iradeye mukavemet edebilecek bir şahıs, bir grup veya bir müessese kabul etmek demektir ki, buna da açıkça şahsa veya zümreye dayanan mesuliyet tanımayan icraat yani “Diktatörlük” denilir. (a.z.s.256) Kuvvetten maksat, şahsın, diktatörlüğün kuvveti değil, teşri uzuvla icrai uzuv arasındaki ahengin yarattığı ve demokrasi hizmetine, memleket ve millet hizmetine arz ettiği kuvvettir.
‘Atatürk için resmî vazife ifası mevzuu bahis olamaz’
Arif Hikmet Pamukoğlu, tasarıyı Anayasa Hukuku açısından da değerlendirir.
Anayasasının mukaddimesindeki umumi hükümler mucibince, hukukta müsavatı ve hürriyeti ihlâl eden bilcümle hususat ortadan kaldırılmıştır. Milletin bir ferdi veya bir kısmı için, ne mahiyette olursa olsun, bir imtiyaz, bir üstünlük, bir istisna mevzubahis olamaz. Ancak, umumi menfaat dolayısıyla resmî vazifeye karşılık ihtirazi kayıt hariçtir. Bu ihtirazi kayıt, ise tasarı lehinde ileri sürülemez. Çünkü bugün maalesef bir parça topraktan ibaret bulunan Büyük Atatürk için resmî vazife ifası mevzuu bahis olamaz. Anayasamızın 69. maddesi mucibince kanun önünde fertler müsavidir. Himayede de, tecziyede de müsavat esası caridir. Binaenaleyh birisi için yapılamayan bir kanun, diğeri için yapılamaz. Yapılırsa müsavat yok demektir. (a.z.s.257) Pamukoğlu, mevcut paradigma dahilinde tasarıya karşı çok ciddi ve sert bir muhalefet sergilemektedir.
‘Atatürk için istisnai bir kanun çıkarılamaz’
Pamukoğlu, tasarıya ceza hukuku bakımından da muhalefet eder. Ceza kanunları, bütün dünyada istisnasız olarak kabul edildiği veçhile amme intizamı kanunlarındadır. Bu itibarla istisna kabul edemezler. Pamukoğlu’nun görüşüne göre istisna olarak yalnız Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında bir kanun çıkarılmasına ceza hukuku bakımından da imkân yoktur. Esasen umumi kaidelerin mezarı olan istisnanın hukuk tarihinde amme intizamından olan bir hususta mevzuubahis olabileceğine dair tek misalin mevcut olmayışı da, tasarının ilmen müdafaasına imkân bulunmadığının katı delilini teşkil eder. (a.z.s.257)
Pamukoğlu, tasarıyı mevzuat anlaşmaları bakımından da değerlendirir. Mevzuat anlaşmalarının başında, üye devletlerin ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile işbirliği ederek insan hak ve hürriyetlerine bütün dünyaca saygı gösterilmesinin teminini taahhüt ettikleri işaret olunmaktadır. Birinci, ikinci maddeler insanların, hürriyet, haysiyet ve haklar bakımından müsavi olarak doğduklarını, ırk, renk, cins, servet, doğuş veya herhangi bir fark gözetilmeksizin beyannamede ilân olunan tekmil hak ve hürriyetlerden istifade edecekleri tasrih olunmaktadır. Yedinci madde ise; kanun önünde herkes müsavidir ve farksız olarak kanunun müsavi himayesinden istifade hakkını haizdir. Her türlü ayırt edici muamele ve kışkırtmaya karşı müsavi himaye hakkına haizdir denmektedir. (a.z.s.258) Pamukoğlu bu maddelere istinaden böyle bir tasarının kabul edilemeyeceğini ifade eder.
‘Hukuken bu düşünce, ölülere dirilerden daha fazla ehemmiyet verildiğini akıllara getirir’
Pamukoğlu, tasarıya karşı sert muhalefetine devam eder. Anayasada 69. madde de, “Türkler kanun karşısında eşittirler, her türlü grup, sınıf, aile ve fert ayrılıkları kaldırılmıştır” denilmektedir. Atatürk de bu milletin bir ferdidir. Kanun önünde müsavat, himayede de, cezalandırmada da müsavat demektir. Pamukoğlu bir de soru sorar: “Hukuken başka bir fert için yapılamayan kanun, Atatürk için yapılırsa kanun karşısında müsavattan bahsedilebilir mi?” Soruyu yine kendisi, “Elbette hayır” diye cevaplar. (a.z.s.258)
Pamukoğlu muhalefetine devamla, canlı için yapılamayan bir kanunun, ölü için yapılmasının da mevzuubahis olamayacağını söyler. Olabileceğine dair bir hukuki esas gösterilemez. Vekil böyle bir düşüncenin sakıncalarına da değinir. Zira böyle bir düşünce hukuken ölülere dirilerden daha çok ehemmiyet verildiğini, ölülerin üstün tutulduğunu akıllara getirir. (a.z.s.258)
‘Ölüler canlılardan üstün durumda mı telâkki olunmaktadır?’
Cezada esas adaleti mutlaka ve içtimai fayda olduğuna göre, acaba ölüler bu bakımdan da canlılardan üstün durumda mı telâkki olunmaktadır? Acaba bu telakkinin dayandığı hukuki düstur nedir? Pamukoğlu, bu soruların cevapsız kaldığını tasarıyı hazırlayanların bu sorulara hala cevap veremediğini sözlerine ekler. (a.z.s.258) Kim olursa olsun, Anayasanın 69. maddesi imtiyazı katiyen reddetmektedir. Cumhurbaşkanları sağlıklarında nasıl ceza kanununa tabii ise, ölünce de tabiidirler. Bunu hukuken izah ve iddia etmek mümkün değildir. (a.z.s.259)
Pamukoğlu, meclisin ekseriyetinin tasarının aleyhine beyanda bulunmasına rağmen, hükumetin tasarı üzerindeki ısrarına anlam veremediğini ifade eder ve tasarının reddedilmesi temennisinde bulunur.
Tasarının görüşmelerinde daha sonra DP İzmir milletvekili Vasfi Menteş söz alır.
Menteş’e göre hükumetin hazırladığı kanun tasarısının gerekçesi ve Adalet Komisyonu’nun raporu, zaman zaman baş gösteren irticai kıpırdanışlar ve yobazlıklar karşısında vaziyeti aydınlatan meşale gibidir ve isabetlidir. Hukuki inceliklere saparak yolunu şaşırmayan herkes bu kanunu isabetli olduğunu tereddütsüzce kabul eder. (a.z.s.262) Menteş’e göre, ihtiyaç olduğunda istisnai kanunlar da çıkarılabilir. Ve böyle bir kanun tedbirli olmak manasına da gelmektedir. Bütün bu mülâhazalar ve millî vicdanın sesi meclisi bu kanunu kabule sevk etmektedir. (a.z.s.264)
‘Sonuç ne olursa olsun tasarının kanunlaşmasını isteyenler var’
Tasarının müzakerelerinde Çanakkale Milletvekili Bedii Üstün tekrar söz alır. Üstün komisyonda yaşananları anlatır. Komisyon görüşmelerinde üç kişi hariç diğer üyeler bu tasarıyı anayasanın esas ve ruhuna aykırı bulmuştur. Fakat buna rağmen tasarı Anayasaya uygunluk kararı ile meclise tekrar getirilmiştir. Üstün tasarıya ilişkin endişelerini ifade etmeye çalışır.
Şeflik sisteminde hükumet idare etmek, havuzunda kayık yüzdürmek kadar kolaydır, fakat demokrasi rejiminde hükumet idare etmek, enginlere açılmak gibidir. Enginlere açılan hükumet, bu kanun tasarısını meclise getirmekle küçük dalgalar karşısında bile derin endişelere düştüğünü göstermektedir. Bu tasarıyı müdafaa edenler, bu tasarı ister antidemokratik olsun, ister teokratik olsun, ister Anayasaya aykırı olsun, ister vatandaşların söz, yazı ve düşünce hürriyetini tahrip etsin, ister memlekette iftira ve tezvir rejimi yaratsın. Ne olursa olsun muhakkak kanunlaşmasını istemektedir. (a.z.s.270)
Üstün bütün aksi delillere rağmen tasarının kanunlaşacak gibi göründüğünü de ifade ederken, bu tasarının kanunlaşmasını isteyenlerin niyetini de açıklar.
‘Atatürk’e sevgi kisvesi altında daima bir huzursuzluk ve endişe yaratmak istiyorlar’
Bedii Üstün bu tasarının kanunlaşmasını isteyenlerin, Atatürk’ü korumak gibi bir niyetlerinin olmadığını belirtir. Bu tasarı, Atatürk’e manevi sevgi kisvesi altında vatandaşlar arasında daima bir huzursuzluk ve endişe yaratmak ve bütün vatandaşları çok partili bir rejimde sudan bahanelerle ağır cezai müeyyideler altından tutmak maksadını gütmektedir. (a.z.s.270) Kanunun yasalaşması halinde memleket büyük sorunlar yaşayacaktır. Üstün tasarı aleyhine düşüncelerini söylemeyi sürdürür. Ortaya çıkacak sorunları devlet adamları iyi düşünmelidir. Üstüne göre tasarının yasalaşması halinde, Atatürk’ün resmini taşıyan bir posta pulunun zarfa eğri yapıştırılması, hakkını tam alamayan bir işçinin Atatürk’ün resmini havi bir parayı asabiyetle iade etmesi, gelen bir mektup zarfının kabaca yırtılması, yakılması… İmha edilmesi, süprüntü kovasına atılması bu kanunun hususiyetine binaen vatandaşı arzu edilemeyen politik bir kanaat sahibi, aylarca mahkeme kapılarında süründürebilir. (a.z.s.270)
‘İktisadi buhranlar, içtimai felaketlerle neden mücadele edilmiyor’
Bedii Üstün, tasarının kanunlaşması halinde ortaya çıkabilecek sorunları açıklamaya devam eder. Kendi evinde aile resimleri arasında Atatürk’ün resmine müstesna bir mevki ayırmayan ve bunda ısrar eden mahkûm olabilir. Daha fenası Atatürk hakkında yazılan doğru veya yanlış bir kitabı, bir eseri Kur’an’ı Kerim’den daha yüksek bir mevkide tutmayacağını söyleyen ve fiilen de tutmayan bir mütedeyyin vatandaş şu veya bu iddialarla beş sene ağır ceza müeyyidesine maruz bırakılabilir. (a.z.s.271) Üstün, amme vicdanında hakiki huzursuzluk yaratan pahalılık, iktisadi buhranlar, içtimai felaketlerle neden mücadele edilmeyip de, irili ufaklı sembollerle meşgul olunduğunu da sorar.
Tasarı hakkında lehte ve aleyhte uzun ve hararetli tartışmalar olur. Gerek lehte, gerekse aleyhte süren müzakereler, karşılıklı atışmalarla sürer. Tartışmaların sonucunda maddeler üzerinde müzakerelere geçilir. Tasarı 5 maddeden ibarettir. 1. madde, Atatürk’ün manevi varlığına ve heykellerine karşı yapılan tecavüzleri cezai müeyyideye dairdir.
‘Hastalıklı bir madde’
Tasarı hakkında söz alan Bursa Milletvekili Raif Aybar, 1. maddenin hastalıklı olduğunu ifade eder. Bu madde tasarıdaki şekliyle kanunlaşırsa, 21 milyon Türk’ün günlük hayatına; korkudan masuniyetin, huzur ve emniyetin bütün nimetlerini sunmaya matuf teşriî hayat için veballi bir hareket olacaktır. (a.z.s.281)
‘Manevi varlık ne demek?’
Raif Aybar, “manevi varlık” kavramına da dikkat çekerek, manevi varlığın ne demek olduğunun tespit edilmesi gerektiğini söyler. Günlük konuşma ve yazma dilimizde ebedî ve lügati manalarıyla kullanılagelen manevi varlık tabirini beş seneye kadar ağır hapis cezasını mucip bir suçun mağduru olabilmek vasfıyla bir ceza kanununa yerleştirmek çok tehlikeli bir iştir. Manevi varlık gibi bir tabirin, hangi savcının kavrayışında, hangi yargıcın takdirinde ve hangi muhbirin cibilliyetinde bugün ve yarın hangi şümul, hangi mahiyet ve hangi ölçüye tâbi tutulacağını, tayin etmeye imkân olmayan bir mefhuma, tahkir, tezyif, tecavüz suçlarına hedef olabilecek bir vasıf tanımak büyük sorunlar çıkarabilir. (a.z.s.282) Aybar, “Atatürk hakkındaki sair eserler” tabirine de dikkat çeker. Raif Aybar böyle bir maddenin tekrar düzenlenmesi için Adalet Komisyonu’nda ele alınmasını ister.
Tasarının müzakerelerinde söz alan Manisa Milletvekili Muhlis Tümay da, Atatürk hakkındaki eserler tabirinin mana ve şümulünün çok geniş, muğlak ve hudutları tayin edilmeyen bir mevhum olduğunu, bu ibarenin metinden çıkarılmasını ister. (a.z.s.286) İzmir Milletvekili ve İçişleri Bakanı Halil Özyörük, 1. maddenin çok açık ve hiçbir ihtilafa neden olmayacağını iddia eder. (a.z.s.287)
104. Birleşim
Meclisin 23 Temmuz 1951 tarihli 103. Birleşiminde tasarı hakkındaki müzakereler sonuçlanmaz. Tasarının maddeleri hakkındaki müzakerelere 25 Temmuz 1951 tarihli 104. Birleşiminde devam edilir. Tasarının 1. maddesi değiştirilmesi için Adalet Komisyonu’na iade edilmiş, Komisyon madde üzerinde düzenleme yaparak meclise göndermiştir.
Tasarının maddeleri üzerinde uzun müzakereler yapılır. Meclisin her ferdi tarafından yapılan konuşmalar, tartışmalar, Atatürk’e ulvi bir konum ve dokunulmazlık vermek üzere seyir etmektedir. Kanun tasarısının maddeleri üzerine olumlu ve olumsuz fikir beyan eden vekillerin tamamı, Atatürk’ün tartışılmaz büyüklüğüne vurgu yapmaktan geri durmamaktadır. Edirne Milletvekili Hasan Osma ilginç bir soru sorar. Bir şehir Atatürk’ün heykelini yapmayı kararlaştırır ve müteahhite verir de, müteahhit heykeli yapar fakat heykel beğenilmez ve yıkılması gerekirse, ne olacaktır?[5] Meclisin bir ferdi olan zatın sorduğu böyle bir soru, dönemin siyasi ve ideolojik aklını ortaya koyması bakımından manidardır. Ve aynı zamanda cumhuriyetin aydın tipinin çapını göstermesi açısından dikkate değerdir.
Kanun tasarısı tartışmaların sonucunda 5 maddesi ile birlikte mecliste kabul edilir ve yasalaşır. Demokrasi ve fikir hürriyetine vurgu yaparak gelen Demokrat Parti, Atatürk’e ulvi bir mahiyet kazandıran kanunla tarihin defterine kendisini yazdırır.
Ezan serbestisinden Atatürk’ü koruma kanununa
DP ve Başbakan Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950 tarihinde tek başına iktidara gelmiş ve ardından ezanı aslına çevirmiştir. Fakat çok kısa bir süre sonra 5816 sayılı veya diğer adıyla “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” adıyla bir yasa çıkarmıştır. Mecliste uzun ve hararetli tartışmaların yaşandığı tasarı, 25 Temmuz 1951 tarihinde yasalaşır. Tasarının meclis tartışmalarında vekillerin de ifade ettiği gibi, dünyanın hiçbir memleketinde görülmeyen bir tasarı yasalaşır. Tasarı kanunlaşalı 2022 tarihi itibarıyla 71 yıl olmuştur. Bu kanun çerçevesinde birçok kişi hakkında işlem yapılmıştır.
KAYNAK: İKTİBAS DERGİSİ
Dipnotlar
[1] TBMMZC. 9. Dönem 1. Yasama yılı, 3. Birleşim, tarih 29 Mayıs 1950, cilt 1. sayfa 31
[2] TBMMZC. 9. Dönem, 2. Yasama Yılı, 72. Birleşim, cilt 7, sayfa 40, 4 Mayıs 1951, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d09/c007/tbmm09007072.pdf
Erişim tarihi: 24-06-2022
[3] TBMMZC, 73. Birleşim, cilt 7, sayfa 80, tarih 7 Mayıs 1951, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d09/c007/tbmm09007073.pdf
Erişim tarihi: 24-06-2022
[4] TBMMZC, 103. Birleşim, cilt 9, sayfa 251, tarih 23 Temmuz 1951, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d09/c009/tbmm09009103.pdf
Erişim tarihi: 24-06-2022
[5] TBMMZC, 104. Birleşim, cilt 9, sayfa 316, tarih 25 Temmuz 1951, https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d09/c009/tbmm09009104.pdf
Erişim tarihi: 24-06-2022