Özür dilerim ammâ bu başlık, zannedildiği gibi bana ait değildir. Bu başlığı, meşhur Alman filozof Arthur Schopenhaur (1788–1860), 1851 yılında kaleme aldığı “Über die Weiber” isimli makalesi için kullanmıştır. “Weiber”, eski Almancada “avratlar” anlamına gelmektedir, onun için ben de bu şekilde tercüme ettim. Makalesini maddeler hâlinde sıralayan Schopenhauer’in kadınlar hakkındaki en çarpıcı düşünceleri özetle şu şekildedir:
§. 363: “Bir avradın zihnî olsun bedenî olsun, büyük işler için belirlenmemiş olduğunu anlamak için, kadın yapısına bakmak yeterlidir…”
§. 364: “Avratlar, ilk çocukluk dönemimizin bakıcıları ve mürebbiyeleri gibi davranmaya yatkındır, çünkü kendileri çocuksu, uçarı ve dar görüşlüdür, tek kelimeyle onlar bütün hayatları boyunca koca çocuktur. Avratlar, çocuk ile gerçek anlamda bir insan olan yetişkin erkek arasında bir nevi orta basamakta bir yerdedir…”
§. 366: “Bir şey, ne kadar soylu ve mükemmel ise, onun olgunluğa erişmesi de o kadar geç ve yavaştır. Bir erkek, aklî melekesinin ve ruhî kabiliyetlerinin olgunluğuna erişmesi, yirmi sekizinden önce nadiren mümkündür. Kadınların olgunluğu ise, henüz on sekiz yaşlarına gelmeden olur. Fakat kadınların olgunlaşması, çok zayıf ve dar sınırlar dâhilinde gerçekleşir. Bu sebepten ötürüdür ki kadınlar, bütün hayatları boyunca çocuk kalır, çünkü her zaman içinde bulundukları ana sıkı sıkıya bağlı kalarak, sadece kendilerine en yakın olanı görür, gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olur ve en önemli işlerden ziyade önemsiz şeyleri tercih eder. Bir erkek, aklî melekesinin ve ruhî kabiliyetlerinin sayesinde, hayvanlar gibi sadece içinde bulunduğu anda yaşamaz, fakat geçmiş ve geleceği hep göz önünde bulundurur ve değerlendirmelerini buna göre yapar ve ihtiyat, temkin ve bu denli sık karşılaştığımız kaygı, endişe ve tedirginlik de buradan kaynaklanır. Erkeklere göre, kadınlar daha zayıf muhakeme melekelerine sahip olmaları sebebiyle, bunun beraberinde getirdiği üstünlükler ve mahzurlar da kadınlarca daha az paylaşılır. Kadınlar, daha çok zihnî bakımdan dar görüşlüdür (miyoptur), zira sezgiye dayalı kavrama melekeleri, kendilerine en yakın olanı çok çabuk ve berrak bir şekilde algılasa da, görüş alanları açısından çok dardır ve uzakta olan şeyleri ihata edemez. Dolayısıyla, elan mevcut olmayan veya geçip gitmiş veya gelecekte olacak olan her şey, onları erkeklerden çok daha az etkiler. Bu yüzdendir ki aşırılık ya da ölçüsüzlüğe daha büyük bir eğilim sergilerler ve öyle zamanlar olur ki bu eğilim çılgınlık derecesine varır…”
Bunun ötesinde Schopenhauer, eşler arasındaki sadakat konusuna şöyle bir açıklama getirmektedir: “Her şeyden önce, erkeğin doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakate eğilimli olduğu gerçeği bu incelemeye girer. Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır: Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler: Erkek değişiklik özler. Kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar. Bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye, bu bakımdan da daha fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur. Bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık bir tek erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü tabiat (fıtrat) onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler. Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati sunidir, kadınınki ise doğaldır (fıtrîdir); dolayısıyla kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya (fıtrata) aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir.”
Aydın bir filozofun kaleminden çıkan bu tespitler, modern Batı toplumuna ve adalet, hoşgörü, özgürlük ve eşitlik gibi kavramların damgasını vurduğu akıl çağına hiç uymadığı aşikârdır. Schopenhauer’in doğru veya yanlış bu ifadeleri, özellikle feminist kadınları herhalde çok kızdıracaktır. Kaldı ki bu aşağılayıcı sözlerle de yetinmeyen Schopenhauer, kadınları “sexus sequior” tanımıyla her yönüyle geri kalmış ikinci derecede cinsiyet olarak sınıflandırmaktadır. Belki de Schopenhauer, gösterişe, şöhrete ve eğlenceye meraklı olan annesinden gördüğü kötü muameleden dolayı kadınları biyolojik olarak kurnaz, muhteris, zevke düşkün ve entrikacı olarak vasıflandırmıştır.
Babası hasta yatağında acılar çekerken, annesinin partiler vermesi, babasının kahrından dolayı intihar etmesi, annesinin dul bir kadın olarak serbest aşk hayatı yaşaması ve ondan hakaretler işitmesi gibi ailevî meselelerden ötürü Schopenhauer’in neden kadınlara karşı antipati beslediği açıklanabilir. Ammâ her şeye rağmen Schopenhauer, evli kadınlarının sadakati gibi bazı konularda hanımların hakkını teslim ederken, erkeklerin aşktaki vefasızlığını da gayri ihtiyari olarak dile getirmektedir.
Onun için hanımlarımız, hemen kadın savunuculuğuna soyunup Schopenhauer’i tek taraflı olarak eleştirmesin. Çünkü sadece kadınlara değil erkeklere ve hatta bütün insanlığa karşı bakışı genelde menfî idi. Her gün beraber olduğu kaniş köpeği “Butz”, onun için insan topluluklarından daha kıymetliydi. Köpeğine kızdığında hakaret olsun diye ona hayvan olduğu halde bilerek “Sen insan, n’oluyor sana” diyerek, bağırırdı.
Kötümser felsefesinin en önde gelen filozoflarından olan Arthur Schopenhauer, kadınlar hakkındaki katı ve acımasız düşüncelerinin kaynağında kadın ve erkeğin birbirlerinden ontolojik olarak farklı olduğu yer almaktadır. Bu ontolojik farklılıktan dolayı her iki cinsin iradesi de farklı olmaktadır. Buna göre kadın, içgüdüsel, erkek ise aklı ile hareket etmektedir. İradeden yola çıkarak, yer yer kadınların tabiatlarının nasıl olduğu anlatılırken bir yerde de erkeklerin beklentisine uygun olarak bir kadının nasıl olması gerektiği konusuna da ağırlık verilmektedir.
Schopenhauer’in birbirlerine sevgi ile bağlı olan eşlerden meydana gelecek çocuklar hakkındaki görüşleri bana yine de enteresan geldi. Seven insanlar, birbirinin kusurlarını görmez. Böyle bir aileden meydana gelen çocuklar da sağlıklı olur. Halbuki eşler arasında sevgi ve saygı yerine antipati, nefret ve soğukluk hâkim ise böyle eşlerden dünyaya gelecek olan çocuğun fizyolojik yapısı bozuk, kendi içinde uyumsuz ve huzursuz bir varlık olacaktır. Bunun dışında bir çocuğun irade ve karakter özellikleri babasından, zekâsının annesinden, beden yapısının ise her ikisinden geldiğine dair görüşlerin doğruluğu, genelleme ifadeler olduğu için, tartışılabilir. Gelecek yazımızda inşallah Schopenhauer’in poligami yani çok eşli evliliğe dair görüşlerini ele alacağız. Görüşmek dileğiyle…