<>.theiaStickySidebar:after {content: ""; display: table; clear: both;}
2000’li yılların başında, özellikle Birleşik Krallık’ta Tony Blair hükümetiyle birlikte vatandaşlık “kazanılması gereken bir ayrıcalık” olarak yeniden tanımlandı.
Bu değişimle birlikte vatandaşlık, sadece doğum veya kalıcı ikametle elde edilen bir hak olmaktan çıkıp, kişinin davranışlarıyla hak ettiği bir statü haline getirildi.
Sosyolog Christian Joppke’ye göre bu yaklaşım, “yanlış bir şey yaparsan vatandaşlığı kaybetmen doğaldır” düşüncesini meşrulaştırdı.
11 Eylül saldırılarından sonra Batı’da terörle mücadele politikaları sertleşti.
Bu süreçte özellikle çifte vatandaşlar, “güvenlik tehdidi” olarak damgalanabilir hale geldi.
İlk olarak İngiltere, ardından Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler terör ya da vatana ihanet gibi suçlar gerekçesiyle vatandaşlık iptaline yasal dayanaklar oluşturmaya başladı.
İsveç, Almanya, Hollanda, İzlanda gibi ülkelerde yükselen sağcı ve aşırı sağcı partiler bu düşünceyi daha da ileri taşıdı.
İsveç hükümeti, vatana ihanet ve casusluk gibi suçlardan vatandaşlık iptali için anayasa değişikliğini gündeme aldı.
Almanya’da merkez sağ CDU lideri Merz, suç işleyen çifte vatandaşların Alman vatandaşlıklarının iptalini savundu.
Bu söylem, çifte vatandaşları “şartlı vatandaş” statüsüne sokarak onları sürekli potansiyel tehdit gibi gösterme eğilimini pekiştiriyor.
Bu fikirler, özellikle Müslüman ve göçmen kökenli vatandaşları hedef alıyor.
Gazeteci Gilda Sahebi’nin ifadesiyle bu yaklaşım, bazı insanları “ömür boyu şartlı vatandaş” haline getiriyor.
Yani doğup büyüdüğü ülkenin vatandaşı olan bir kişi, sadece kökeni nedeniyle “tam vatandaş” sayılmıyor; bir hata yapması halinde hemen dışlanabiliyor.
Bu gidişat, Avrupa’da vatandaşlığı ikiye ayıran bir sistemin oluşma riskini barındırıyor:
Bu da toplumda kalıcı ayrımcılık ve dışlama mekanizmalarının kurumsallaşmasına neden olabilir.
Vatandaşlık iptali, her ne kadar güvenlik kaygılarıyla gerekçelendirilse de, uzmanlara göre aslında göçmen karşıtı ve ırkçı politikaların meşrulaştırılmasında kullanılıyor.
Bu uygulamalar, demokratik değerlerle ve eşit yurttaşlık ilkesiyle çelişiyor.
Avrupa’nın geleceğinde vatandaşlık tartışmaları, insan hakları ile güvenlik politikaları arasında süregiden bir gerilimin temel başlıklarından biri olacak gibi görünüyor.
İslami Haber ”MİRAT” – YouTube