Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplanın kaleme aldığı “Avrupa’da yakıcı kış, dünyada fırtına öncesi dondurucu sessizlik, Balkanlar’da diriltici barış…” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
Yazının başlığı her şeyi özetliyor aslında.
Ama “nasıl yani?” diye soruyorsunuz haklı olarak…
İşte bu sorunun cevabının izini süreceğim bu yazıda.
Dünya bize gebe, biz hakikate… Aslında bu yazının başlığı bu. Ama bu başlık çok kapsamlı; evet, derinlikli ama bir yazıda hakkı verilemeyecek kadar sarsıcı, kapsamlı bir başlık.
Belki bir kitap başlığı olmalı bu.
Sadede geliyorum…
AVRUPA’NIN YAKICI KIŞI…
Dünya, büyük bir kaosun, belirsizliğin eşiğine sürükleniyor adım adım…
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa için kâbusa dönüşmek üzere bu kış…
Yakıcı bir kış bekliyor Avrupa’yı…
İngilizlerin The Economist dergisi, biraz da sinsi bir haz alarak önceki haftalarda “Europe’s Coming Winter Peril” (Avrupa’nın Yaklaşan Kış Kâbusu) başlıklı bir kapak yapmıştı.
Gerçekten de Rusya’nın doğal gaz vanalarını kısması, Avrupa’yı yakıcı bir kışın beklediğini göstermeye yetti…
O yüzden Avrupalılar, “yakıcı kış tatili”ne çıkacaklar…
Bu ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Akdeniz sahilleri Rus, Alman, İngiliz, Ukraynalı kalıcı “turistlerin” istilasına uğramış durumda!
Arapça tabelalara ateş püskürenler neden çıt çıkarmazlar Mersin’den İzmir’e kadar uzanan sahil şeridindeki şehirlerimizde yerleşen Avrupalı geçici ve kalıcı sığınmacılara ve Rusça, Almanca, İngilizce tabelalara?
DÜNYAYI BEKLEYEN DONDURUCU FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK…
Avrupa, yakıcı bir kışa hazırlanırken dünya, fırtına öncesi dondurucu sessizliğe hazırlanıyor…
Çin geliyor meselâ…
Çin’in gelişi merak uyandırıyor, yığınla soru işaretini de beraberinde getiriyor…
Çin’in nasıl bir ejderha olduğunu görecek dünya bir kez daha!
Çin’in ne yaptığını, ne tür silahlar yaptığını bilmiyoruz… Neye hazırlandığından haberimiz yok… Nereye koştuğunu bilen de yok.
Kapalı toplum olduğu için Çin.
Dünyaya kapalı ama kendine açık mı peki? Değil tabii ki.
Terör havası estiriyor Çin kendi halkına.
Şu an sessiz gidiyor, konuşmayarak konuşuyor Çin. Altını oyuyor Amerikan hegemonyasının.
Bu kesin. Oysun tabii ki!
Afrika’da, Arap dünyasında, Türk dünyasında, Avrupa’da, Latin Amerika’da, sessiz ve derinden geliyor yaklaşık yarım asırdır…
Afrika’ya yaptığım bütün seyahatlerde Çin’in nasıl derinlemesine yerleştiğini gördüm her yere ve her yerde.
Koloniler kuruyor, Çinli tüccarları getirip yerleştiriyor o kolonilere. Ömer Lütfü Berkan, Osmanlı fetihlerini gerçekleştiren akıncıları, Alperenleri, “kolonizatör dervişler” diye tarif etmişti. Tabii ki, yanlış ve çarpık bir tanımlama bu. Kendi tarihini, kendi medeniyet yolculuğunu bile hem batılı berbat kavramlar üzerinden tanımlamak hem de Osmanlı’nın emperyalist bir tecrübe ürettiğini ima etmek (bilerek veya bilmeyerek) olacak iş değil!
Batılılar, Endülüs’ün Avrupa’yı aydınlatan ışığını, katliamlarla, Engizisyonlarla, sürerek, yok ederek barbarca yöntemlerle söndürürlerken biz Balkanlar’a savaşmadan, kan dökmeden giriyorduk. Balkanlar’a girdiğimiz “kapı”nın yani şehrin adını, yani Belgrad’ı Darüsselâm diye adlandırıyorduk. Selam yurduna çeviriyorduk girdiğimiz her yeri: Selam, adalet ve insanlık yurduna.
Barkan Hoca’ya örtük ama doğru bir gönderme yaparak Çinlilerin dünyanın her yerine kolonizatör tüccarlar eliyle yerleştiklerini söyleyeceğim…
Çin’in Doğu Türkistan’da bugün yaptıkları, dünyada yarın yapacaklarının işareti: Doğu Türkistan’daki mazlum Uygur halkına kan kusturan Çin’den dünya barışına katkıda bulunmasını beklemek safdillik olur!
Ama bütün bunlar, bizim Amerikan emperyalizmine karşı Çin’le stratejik ilişki kurmamızı engellenmeli. Bağrımıza taş basarak, Çin’le ilişkilerimizi güçlendirip Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı zulmü daha etkin bir şekilde önleyebiliriz. Öbür türlüsü, Çin bizi takmaz bile!
Lanet olsun Çin emperyalizmine diyorum yine!
TARİH, BİZİ BEKLİYOR: TÜRKİYE BALKANLAR’DA DESTAN YAZIYOR…
Balkanlar’ın tarihi kanla, gözyaşıyla yazıldı tarihi boyunca…
Bunun bir istisnası vardı: Balkanlar tarihte yalnızca bir defa barış adası oldu: Osmanlı Balkanlar’a hükümran olduğunda…
Berbat sınırlar örüldü Osmanlı çekildikten sonra…
Bu sınırlar bizi nasıl sınırlar ki?
Bosna-Hersek’e, Kosova’ya, Arnavutluk’a, Makedonya’ya pasaportsuz giriyorduk dün.
Yarın da pasaportsuz gireceğiz…
Sınırların bizi sınırlamasına son vereceğiz…
Tuna özgürlüğüne kavuşacak, yürekleri sulayacak… Kardeşi Nil’le birleşecek, dünyaya Sakarya’nın türküsünü söyleyecek…
Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Bosna Hersek ziyaretinden sonra Sırbistan’a geçti, ardından da Hırvatistan ziyaretini gerçekleştirdi.
Bu ziyaretler de önemli:
Türkiye, bölgede barışın ve huzurun teminatı olan yegâne ülke, bu bilinsin artık!
Dikkat buyurulsun lütfen:
ABD silah yığıyor Balkanlar’a.
Biz kardeşlik tohumları ekiyoruz.
Barış ve huzur ağaçları yeşertiyoruz…
Biz inşa ediyoruz, Amerikalılar, Avrupalılar imha ediyor.
Biz barış, kardeşlik ve güven köprüleri kuruyoruz, Amerikalılar da, Avrupalılar da düşmanlık, yıkım ve fitne tohumları ekiyor!
Yazıyı yazarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan Hırvatistan’da destan yazan TİKA’nın öncülüğünde yapılan İslâm Kültür Merkezi’nin açılışını yapıyordu.
Erdoğan’ın söylediklerine değil gözlerinin içine baktım. Dinleyenlerin de gözlerinin içine baktım ekrandan… Bu gözlerden müthiş bir ışık yayılıyordu… Umut ışığı…
Osmanlı’nın çocuğu, şefkat ve merhamet kanatlarını gererken bütün Balkanlar’a, Balkanlar’ın çocukları merakla, biraz tedirginlikle ve büyük bir hayranlıkla Osmanlı’nın çocuğunu dinliyordu.
Balkanlar, Kafkaslar, Türk dünyası, Arap dünyası bize bakıyor, bizim toparlanıp yeniden bölgemizi toparlayarak ayağa kaldırmamızı bekliyor!
Biz gelince, onlar, kan emici emperyalistler defolup gidecekler.
Biz gelince, yeni bir dünya kurulacak…
Bizim gelmemiz, hakikat medeniyetini inşa edecek öncü kuşakları yetiştirebilmemize bağlı…
Düşüncede, sanatta, bilimde, edebiyatta medeniyet fikrimizi gergef gibi işleyecek, yeşertip büyütecek fedakâr, cefakâr, vefakâr öncü kuşakları yetiştirebilmemize yani.
Vesselâm.