3 Ocak 2017 Salı günü saat 16.00 gibi bir gardiyan mazgalı açarak “avukat görüşü, hazırlanınca kapıya vur gidelim” dedi. Hemen üzerimi değiştirerek hazırlandım.
Cezaevi süreci hakkında hiçbir fikrim olmadığı için avukatımın gelmesi gibi bir beklentim de yoktu. Acaba niye gelmişti?
Müjdeli bir haber getirmiştir umuduyla heyecanlıyım. Ayrıca dışarıda neler olup bittiği ile ilgili doğrudan haber alabileceğim. Bir o kadar bilinmezlik ve bir o kadar da sorularım var…
Hücreden çıkınca ayakkabılarımın içlerine kadar detaylıca arandım. Malta denilen uzun koridordan bir diğer koridora oradan da diğer koridorlara her birinin demir parmaklı kapısından geçişte tekrar tekrar aranarak ve sıkı güvenlik önlemleri altında gardiyanlar eşliğinde ilerledik ve kameralarla izlenen bir odaya getirildim. Biraz ilerimizde bir gardiyan da bizi dinliyor bir vaziyette avukat görüşüm başladı. Sesli ve görüntülü kameralarla izlenen bir odada görüşmenin izlenmesi yetmiyor, yanınızda bir de gardiyan bulunuyor!
Hoşbeşten sonra avukatım ailemi merak etmememi, iyi olduklarını eşimle gelmeden önce de konuştuğunu, cezaevinde ihtiyaçlarım için para yatırdığını aktardı.
Ayrıca pazartesi günü tutuklu olma haline itiraz dilekçesi verdiğini çarşamba gibi savcıya ulaşmış olabileceğini, arkasından diğer sulh ceza hâkimine sevk edileceğini söyledi.
Hâkim, itirazımızı uygun bularak tahliye edebilirmiş. Karar çok geçmeden cezaevinde bana tebliğ edilecekmiş.
Ancak avukatım, temkinli bir üslup ile benim içeriden çıkmamam için bir ekibin harıl harıl çalıştığını ve tahliye umudunun az olduğunu da söyledi. Bunu avukat arkadaşlarından duymuş.
Konuşacağımız pek çok konu olduğu halde gardiyanın mesai bitti diye sıkıştırması üzerine görüşmeyi kısa kesmek zorunda kaldık.
Avukatım Biliyordu Devlet Bilmiyordu
Şebekenin atını itini nallayarak hala aleyhime çalıştıklarını duyunca kanımda huzursuz bir çalkalanma başladı. Gardiyanlar eşliğinde hücreme doğru yürüdükçe karanlık bir uçuruma yuvarlanıyormuşum gibi hissettim. Yürüdükçe gücümün tükeniyordu.
Bu ahlaksız çete sadece bana ve aileme değil, bütün masum insanlara, hatta diğer canlılara da acı çektiriyor gibi geldi. Benimle birlikte sanki bütün yeryüzü ıstırap duyuyor, acı çekiyor. Öyle ya, bana bile bunu yapabilenler kim bilir başkalarına neler yapıyordur! Tahmin etmek hiç zor değil.
Ne olacak şimdi?
Bu belirsizlik nasıl canımı yakıyor şimdi.
Vay arkadaş, yüzde bir trilyon haklı olduğunuz apaçık davanızda umutları yeşertecek müjdeli bir haber almak niçin bu kadar zor? Güneş batıdan mı doğdu? Ne oluyoruz?
Hala ne istediklerini anlayabilmiş değilim. Benden ne gördünüz de bana bu kadar kinlendiniz? Ben size ne yaptım gibi soruları zihnimde dolandırıp durdum.
Beni diri diri bu beton mezara gömmek isteyenler olduğunu on beş günlük avukatım biliyor. Ya devlet? Devlet nasıl bilmez? Eşkıya şehre inmiş, nerede bu devlet?
Nasıl olabiliyor böyle bir şey?
Gardiyanlar eşliğinde gönülsüz bir vaziyette aynı prosedürlerle yorgun ve bezgin bir halde hücreme getirilip tekrar ıssızlığıma terk edildim. Demir kapıdan içeriye girişim tıpkı tabuta giriyor gibi ürküttü beni.
Zaten doluydum daha da doldum. Güzel bir haber ümidiyle gittiğim avukat görüşmesinden hayal kırıklığına uğramış bir vaziyette dönünce iyiden iyiye öfke patlaması yaşadım. Sinirli, huysuz ve bilmediğim bir duygu içindeyim. Nefesim daralıyor, her şey adeta üzerime üzerime geliyor.
Bu şartlar altında Allah’a sığınmaktan ve dua etmekten başka ne yapabilirsiniz ki? Kumpas kurdular Allah’ım, kumpaslarını boz. Kumpas bozanların en hayırlısı sensin. Ya Fettah Ya Selam, Ya Latif, Ya Zül Celali Vel İkram.
Nasıl Yazacağım Şimdi?
Hazır kâğıt kalem siparişlerim de gelmişken o hızla mektup yazmaya başlamalıyım. Öncelikle YÖK başkanına yazmalıyım. Ancak mektup vb. yazı yazmayı bırakalı 25 yıl kadar olmuştu.
Telefonla doğrudan konuşma veya mesaj yazma işi, mektup yazma kültürünü tamamen ortadan kaldırmış, unutturmuştu.
Küçük notlar almanın dışında uzun süredir bilgisayarda dahi yazı yazmıyordum. Üniversitenin yazı işlerinden ve çeşitli birimler tarafından yazılan yazılar bana sadece kontrol için gelir ve gerekli düzetmeleri yaparak yazılara son şekli verirdim.
Bilgisayarda yazılan yazıların düzeltilmesi, aynı yazının bazı değişiklerle farklı yerlere gönderilmesi yazı yazmayı oldukça kolaylaştırıcıydı. Ama bütün bu kolaylıklar birçok alışkanlıklarımızı ve meziyetimizi bize unutturmuştu.
Eskiye dönmek gerçekten pek çok açıdan insana ağır geliyor. Kolaylıklar ne de çabuk bizleri esir almış!
Cezaevinde dışarı ile iletişim kurmanın, derdinizi anlatmanın mektup yazmaktan başka yolu da yok. Zaten kastı mahsusa ile kirli tezgâhları ortaya çıkmasın diye hapsetmişler… Ceza kanununa göre tutuklama, şüpheli veya sanık bakımından uygulanacak en son tedbirdir. CMK 109’daki adli kontrol kurumunun öncelikle uygulanması gerekir. Mahkeme, öncelikle adli kontrolü uygulamadan tutuklamaya hükmetmemelidir. Hukuk bu iken ne oluyor yangından mal mı kaçırıyoruz?
Önceleri elle yazma alışkanlığını kaybetmiş olmanın çeşitli zorluklarını yaşadım. Yazma işi garibime gitti ve bol bol yazım hataları yaptım. Ama yazdıkça o eski alışkanlıklar adım adım geri geldi, canlandı adeta yeniden ustalaştım.
Beni en iyi tanıyanlardan biri olan YÖK Başkanı Yekta Hocama nasıl bir entrika ile karşı karşıya kaldığımı yazdıkça boğazımdaki düğümler açıldı ve gittikçe rahatladım.
Yazacak o kadar şey var ki! Ancak önemli mevkilerdeki kişilerin uzun yazıları okumak için yeterli vakitleri olmaz. Kısa yazmalıyım derken ancak 19 sayfa civarında mektubumu tamamlayabildim.
Elbette ki bu kadar sayfa da oldukça uzun gelecek. Tekrar bir sayfalık özet çıkararak bu kısmı mektubun başına koydum.
Mektup Yazmak İyi Geldi
Mektubumun sonuna doğru acılarımın daha da hafiflediğini hissettim. Dış dünya ile iletişimin kapalı olduğu, kör, sağır ve dilsiz olduğum bu hücrede yazarak, olanları en yetkili kişilere ulaştırabilecek olmam teselli edici bir duyguydu!
Ayrıca mektup yazma işi hayatıma dışarıdan bakmaya ve gözden geçirmeye vesile oldu. Başıma gelenleri somut delillerle yazıya dökmek özgüvenimi artırdığı gibi kendimi kendime hatırlatmaya da vesile oldu.
Bu süreçte şahsıma uygulanan sindirme politikalarının kendi iç sesimi dinlemeye engel olduğunu ve neyi niçin yaptığıma dair kronolojik değerlendirmeleri ihmal ettiğimi fark ettirdi. Yaşamıştım ama tarihe not düşmemiştim. Bu büyük bir eksiklikti.
Yaşananları derli toplu bir şekilde kâğıda dökerek somutlaştırmak hiçlik ve değersizlik duygusunun üzerimdeki baskısını da hafifletti. Dahası nasıl ucuz bir kumpasla karşı karşıya kaldığımı bana yeniden hatırlatarak sabrımın ve direniş bilincimin artmasına vesile oldu.
Artık günlerimi mektup yazmakla geçiriyorum. İçime attığım ve içimde debelenen sivri, sert ve acımasız düşünceler yazdıkça kayboluyor, rahatlıyorum. Mütemadiyen yazıyorum. Yazdıkça da meramımı anlatma işini geliştiriyorum. Zamanla daha etkili cümleler kurduğumu ve kendimi daha iyi ifade ettiğimi hissediyorum. Gayret ettikçe Rabbimin dilimdeki düğümü adım adım çözdüğünü (Taha-27 ) fark ediyorum. Kumpasa dair aklıma gelen yeni yeni delilleri ve tanıkları ilgili makamlara bildiriyorum.
Kollarımı dinlendirip yeniden yazıyorum. Yazdıkça adeta iletişim önündeki engelleri yumrukluyor, sesimi ilgililerin duyduğu hissine kapılıyorum.
Kumpasçılara Bilgi Vermek
Mahpuslukta maalesef özeliniz olmuyor. Gardiyan zarfın ağzını kapatmamamı söylemişti. Mektubumu okuyup okundu mührü basıldıktan sonra gönderilecekmiş.
Yazdıklarımın cezaevi yetkililerince okunacağını bilmek ve aleyhimdeki şebekeye iletilerek ön almaya çalışacaklarını düşünmek rahatsız edici olsa da duygu ve düşüncelerimi anlatmanın bundan başka hiç bir yolu da yok.
Evet, böylece bir taraftan da kumpasçı çeteye bilgi veriyor, onların suçlarını ve açıklarını üstlere bildiriyor, tabir yerindeyse bu melun çetenin ortadan kaldırabilecekleri delillerin kaldırmalarına da vesile oluyordum. Fakat silemeyecekleri deliller, onları mahkûm etmeye yeterdi!
Kimlere Yazdım!
YÖK başkanından sonra Cumhurbaşkanına yazdım. Arkasından da TBMM Başkanı’na, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı’na, Başbakan’a, hemen tüm bakanlara ve önde gelen siyasilere peyderpey yazdım.
Mektup yazdığım makam sahiplerinin büyük bir bölümüyle bizzat tanışıklığım var. Yazılarımda bir bölümünün yakın akrabaları, babaları ve hatta dedeleriyle olan özel tanışıklıklarımızdan, ortak anılarımızdan ve paylaşımlarımızdan bile bahsettim ki sorup araştırsınlar ve gerçek apaçık ortaya çıksın.
Tanıklıklarına başvursunlar diye hayatımın hemen her dönemine dair kimlerle birlikte olduğuma ve ne yaptığıma dair onların da tanıdığı kişilerden ayrıntıları ile bahsederek yazmaya devam ettim.
Ayrıca Adalet Bakanı ile Hâkimler Savcılar Kurulu(HSK) başkan ve üyeleri başta olmak üzere önde gelen hemen tüm bürokratlara nasıl bir kumpasa maruz kaldığımı somut delilleri ile anlatan mektuplar yazdım.
Tutukluluğumun ileriki dönemlerinde bana iyice gına gelse dahi Füzili’nin “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” duygusuyla farklı içeriklerle hiç durmadan mektup yazmaya devam ettim. Aynı kişilere defalarca yazdım. Yeri geldiğinde bu mektupların ilginç ayrıntılardan ve geri dönüşlerden bahsedeceğim inşallah.
Bana gönderilen harçlığın hatırı sayılır bir bölümünü taahhütlü ve iadeli taahhütlü mektup göndermeye harcadığımı rahatlıkla söyleyebilirim.
Herkes ordaydı ve aslında hemen herkes her şeyi biliyordu.