İçimdeki duygularımı gizleyebilen bir insan değilim. Gençlik yıllarımdan beri Fetih kutlamalarına önem veren ve bu bağlamda Fatih’in vasiyetinin bir gereği olarak Ayasofya’nın aslî hüviyetine kavuşturulması için, Almanya Milli Görüş Teşkilatları çatısı altında ve kendi çapımda mücadele etmiş bir insanım. Ama itiraf edeyim, Ayasofya’nın açılışında buruk bir sevinç yaşadım. Bu belki sizlere garip gelmiş olabilir. Bu doğrultuda hayat hikâyemi kısaca ortaya koyarsam, içinde bulunduğum karmaşık ruh hâlimi belki de anlama imkânına kavuşmuş olursunuz.
Almanya’da Ayasofya İçin Mücadele Verdik
26 yıl Almanya’da yaşadım ve gençlik yıllarımda Ulm Milli Görüş Teşkilatının yönetim kurulunda yer aldım. İlk kez bu yıllarda Fetih Anma Programında daha henüz 19 yaşlarındayken yapmış olduğum bir sunumumda Ayasofya’nın özgürlüğüne kavuşturulmasının altını çizmiştim.
Mannheim Üniversitesini yeni bitirdiğimde (1990) yine Milli Görüş Derneklerinin desteği ile Ludwigshafen Belediyesi Yabancılar Meclisi üyesi olarak seçilmiştim. Türkiye’de ANAP iktidardaydı. Hükümeti temsilen Devlet Bakanı Sayın Mehmet Yazar’ın gurbetçi işçilerimizin derdini dinlemek üzere Ludwigshafen’e geleceğini öğrendim. Rahmetli Turgut Özal da Ayasofya’nın ibadete açılması yönünde bir arzusu vardı. Bunu fırsat bilerek, Bakan Beyin katılacağı toplantıya bu konuları gündeme getirmeyi plânlamıştım.
Bakan Bey, konsolos heyeti ile birlikte belirlenen günde kiralanan salona geldi. Bakan bey, önce vatandaşlarımızın sorunlarını dinlemek ve sorularını almak istedi. Buna bizim gurbetçilerimiz hiç alışık değildi. Onun için vatandaşlar başta biraz tedirgin idi. Çekine çekine soru soruyorlardı. Sorulan sorular da daha çok vize, pasaport, çocukların Türkçe dersleri gibi konulara yönelikti.
Artık hazırladığımız soruları yöneltme zamanı gelmişti. İlk önce Ayasofya konusunun sorulması için, arkadaşım Mehmet Aydınlı’ya görev verdim. Arkadaşım, soruyu sorar sormaz, salonda birden alkış tufanı çıktı. Devlet Bakanı Mehmet Yazar, hiç istifini bozmadı. Çok soğukkanlı olarak meseleyi ele aldı ve bunun uluslararası diploması arenasında bazı sıkıntılara yol açabileceğini, diplomatik olarak ihtiyatlı davranılması gerektiğini söyledi.
Artık sıra bana gelmişti. Ben de “Türk Ceza Kanununda demokratik ve özgürlükçü bir ortam oluşturmak adına 141. ve 142. maddeler kaldırıldı. Hâlbuki Müslümanlar üzerine Demokles’in kılıcı gibi sallanan 163. madde halen yerinde duruyor. Siz muhafazakâr bir hükümetsiniz. Bu maddeyi ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz?” diye sordum. Halkımız beni çılgınca alkışladı. Onların dillendiremediğini ben açık yürekliliğimle sorabilmiştim. Sonra hemen ikinci sorumu sordum. “12 Eylül darbesinden sonra birçok vatandaşımızın vatandaşlığı elinden alındı…Türk Federasyonunun eski Başkanı Musa Serdar Çelebi ile tarihçi Kadir Mısıroğlu neden vatanlarına dönemiyor?” Bu soruma da müthiş alkış aldım.
Bakan bey; sorularımı dikkatlice dinledi ve not etti. Her iki soruma yönelik çok yakın tarihte müspet gelişmelerin olacağının müjdesini verdi. Salonda bulunan dinleyiciler, bu cevaplardan fevkalade memnun oldular ve Bakanı beyi de alkışladılar.
Sonra salonda bulunan bir bayan ayağa kalktı. Sinirli bir şekilde mikrofonu kaptı ve işaret parmağını kaldırarak, şöyle haykırdı: “Şunu unutmayınız ki Türkiye Cumhuriyeti bir Atatürk Cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Atatürk ilkelerinden vazgeçemeyiz. Sorulan soruların hemen hepsi laikliğe aykırıdır.”
Bu ihtarları duyan dinleyiciler, kadına öyle sesli bir yuh çekti ki, salon adeta çalkalandı. Konsolos heyeti ne yapacağını şaşırdı. Halkı sükûnete davet ettiler. Bu kısa gerginlikten sonra yine rahat bir tavırla Bakan Bey, söz aldı ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi gurbetçilerimizi ilgilendiren konular hakkında bilgi vermeye devam etti.
Hürriyet Gazetesi Beni Hedef Tahtasına Koydu
Ertesi gün Hürriyet Gazetesi, konuyu farklı bir yere çekerek, olayı tamamıyla çarpıttı. Verilen haberin başlığı büyük puntolarla şu şekilde atılmıştı:
“BAKANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ATATÜRK’E YUH ÇEKİLDİ: İrticanın gövde gösterisinde Mehmet Yazar sessiz kaldı! … Devlet Bakanı Mehmet Yazar’ın (ANAP) hazır bulunduğu toplantıda söz alan Ali Seyyar isimli kişi (resimde solda ayakta) Anayasa’nın 163. maddesinin kaldırılmasını istedi…Ali Seyyar’ın sözleri salonda alkış ve tekbir sesleriyle karşılandı. …Avrupa’nın göbeğinde Türk devletinin bir bakanın katıldığı toplantıda Atatürk’e yuh çekildi. Ne yazık ki Türk devletinin ve Atatürk ilkelerinin koruyucusu olması gereken bir bakan, bu irtica gösterişine karşı sessiz kaldı, bir yanıt vermedi … Almanya’da liyakat madalyası almış öğretmen Mürvet Özeri ‘Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Atatürk ilkelerinden vazgeçmeyiz’ deyince, salonda tekbir getirildi, Atatürk’e yuh çekildi.” (1)
Ayasofya ve Müslümanlara özgürlük hakkı tanıyan bu makul sorular dahî, derin Kemalist rejimi rahatsız eden konular olduğunu daha gurbet hayatı yaşarken öğrenmiş oldum.
Konsolos, Pasaportuma El Koydu
Hürriyet’in bu haberinden sonra bazı şeylerin iyi gitmeyeceğini hissediyordum. Millî Görüş Teşkilatlarında halen aktif görevlerim vardı. Pasaportumun süresi bitmişti. 5 Nisan 1990 tarihinde Mainz Başkonsolosluğuna gittim. Pasaportumu gören memur, beni yan odaya aldı ve bir süre bekletti. Sonra memur bey, “Sayın Muavin Konsolosumuz Ömer Tüzel beyefendi sizinle başka bir odada görüşmek istiyor.” dedi. Muavin konsolos, istihbaratın hazırladığı dosyayı açtı ve beni akla hayale gelmeyecek meselelerden ötürü suçlamaya başladı.
Ben bir provokatörmüşüm, Atatürk düşmanıymışım ve daha da vahim olanı ben vatanımı sevmiyormuşum. Böyle ağır ithamlara maruz kalmanın karşısında fevkalade üzüldüm. Muavin Konsolos Beyle hararetli bir tartışma yaşadık. Dünya görüşümü çok açık bir şekilde açıkladıktan sonra pasaportumu vermemeleri durumunda gayri ihtiyari olarak Alman vatandaşlığına geçmek zorunda kalacağımı ve bu da Türkiye’nin bir ayıbı olacağını yüzlerine söyledim.
Muavin konsolos, benim samimî itirazlarımın doğruluğuna inanmış olacak ki, en sonunda şöyle dedi: “Ha, sen demek bu açılardan bu konulara bakıyorsun. Anladım. Buna diyeceğimiz bir şey yok canım…Çok özür dileriz. Biz sizin memleket konularına duyarlı olduğunuz konusunda hiç şüphemiz yok…Pasaport işlemleriniz derhal yapacağız…”
Artık Ayasofya Özgürlüğüne Kavuştu Ya Ben…
Türkiye’de Ayasofya’yı ele almak ve ibadete açılmasını istemek, açıkça söylenmese de Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırılık teşkil ettiği düşüncesiyle, şimdiye kadar gündeme getirilmesinden muhafazakâr hükümetler dahî rahatsızlık duymaktaydı. Daha bundan bir yıl evvel “Sultan Ahmet Camii dolsun ondan sonra düşünelim” gibi kaçamak cevaplar verildiği unutulmamalıdır. Ama kader, mazlum Ayasofya’nın özgürlüğüne kavuşması için, şartları oluşturdu. Ben ise Almanya’da yaşadığımız iftiraların benzerini vatanımızda da hem 28 Şubat sürecinde, hem de 15 Temmuz sonrasında yaşadım. Bir KHK mağduru olarak kesinleşmiş beraatime rağmen halen özgürlüğüme kavuşmuş değilim. Halen öğretim üyesi olarak yeniden üniversiteme dönemedim.
Sayın Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “Ayasofya’nın dirilişi, insanlığın özlemle beklediği temeli adalet, vicdan, ahlâk, tevhid ve kardeşlik olan medeniyet güneşimizin yeniden yükselişinin sembolüdür” sözünden yola çıkarak, benim gibi KHK mağdurlarının adaleti ne zaman tahakkuk edecek sorusunu yöneltme hakkımın olduğunu düşünüyorum.
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması, Müslümanlar açısından sevindirici bir gelişmedir. Amenna. Ancak, gerçek fetih, mazlum ve kırgın gönülleri yeniden fethetmektir. Yunus Emre, “Bir gönül yapmak, yüz Kâbe’yi yapmaktan iyidir. Kalp kırmak ise, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür.” der. Beraat veya takipsizlik kararı almış vatandaşlarımıza halen şüpheli gözle bakmak, hukuk devletine yakışmaz. Bu süreçte bir masum insanın hakkını teslim etmenin, bin Ayasofya açmaktan daha hayırlı olduğunu acı tecrübeler sonucunda öğrenmiş oldum. Özgürlüğüme kavuştuğum andan itibaren buruk sevincim inşallah gerçek memnuniyete dönüşecektir, vesselâm.
Prof. Dr. Ali SEYYAR