Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde Semahat Yolcu isimli bir kadın, Karaköy’de başörtülü iki genç kız kendi halinde yürürken onlardan birine tokat attı. O da yetmedi, iki kere arkasına dönüp bakarak bir tepki veriyorlar mı diye kontrol etti. Tepki gösterselerdi, belli ki dönüp daha beter saldıracaktı. Azgın azınlığın saldırgan dişi panteri, neyse ki sonunda yakalandı ve tutuklandı.
Beşiktaş’ta da Şüheda adlı tesettürlü bir öğretmenimize de buna benzer çirkin bir saldırı yapıldı. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde henüz yakalanamamıştı. Atatürkçülük adına bunların yapıldığını söyleyenler olduğu gibi CHP’nin İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde seçimleri kazanmasından dolayı kendilerinde güç vehmedenlerin buna kalkıştığını söyleyenler de vardı. Ben, tahammülsüz azgın Kemalist azınlığın, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi büyükşehir belediye başkanlıklarını CHP’nin kazanmasından sonra şımararak kendileri gibi giyinmeyen ve yaşamayanlara karşı, içlerindeki kinlerinin dışa vurumu olarak kabul ediyorum. Bunlar münferit olaylar olarak geçiştirilemez. 29 Ekimde Marmaray’daki azgın Kemalist azınlığın tramvaydaki sarıklı cübbeli gence yaptıkları hakaretleri de unutmadık. Eğer bunlar ülke yönetimini ellerine geçirseler, kendi hayat tarzlarını şiddete başvurarak dayatmaktan hiç çekinmeyecekler. Nitekim de cumhuriyet devrimlerini, özellikle kılık kıyafet ve şapka devrimini kan dökerek zorla kabul ettirmediler mi? İskilipli Atıf hoca, hem de şapka devriminden iki yıl önce yazdığı “Frent Mukallitliği” kitabından dolayı idama mahkûm edilip darağacında sallandırılmadı mı? Dolayısıyla bu azgın Kemalist azınlığın daha önceki yaptıkları, fırsat ellerine geçince yapacaklarının şahididir. Bunlar muktedir olduklarında hemen fabrika ayarlarına dönerler.
Yakın geçmişe kadar başörtülüler bu ülkenin zencileriydi. Bu ülke Kemal Alemdaroğlu’nun ve Nur Serter’in İstanbul Üniversitesi’nde kurduğu ikna odalarını yaşadı. Üniversite kapılarının başörtülülere kapatıldığı dönemlere şahitlik etti. Kendilerini laikliğin bekçisi olarak gören kafa, başörtüsü yasağının amansız savunuculuğunu yaptı. Tayyip Erdoğan Başbakan’dı. Tiyatro sanatçısı Nejat Uygur, hastanede tedavi görüyordu. Başbakan geçmiş olsun ziyaretine gidecekti. Ancak başörtülü diye Başbakan’ın eşini almadılar. Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül başörtülü diye cumhurbaşkanı seçilmesi engellenmek istendi, başörtülü fotoğrafından dolayı üniversiteye kabul edilmedi. Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olduğunda eşi başörtülü diye iki ayrı resepsiyon vermek durumunda kaldı. Bu azgın azınlığın hâkim olduğu bürokratik oligarşi bütün bunları bizlere yaşattı. İslamî kisveliyi görünce bu azgın Kemalist azınlığın kanları tepesine sıçrar, benizleri sararır, öfkeden ne halt işleyecekleri belli olmaz. Bu onların “soycul (!) kanlarında” mevcuttur.
“Koruma kanunu kalksın” diye yazılarımızda defalarca tekrarı boşuna yapmıyoruz. Bir yazımda Kemalistler için; “PKK’lıların “Apo” posteri açarak gösteri yaptıkları gibi bunlar da “Ata” posteri açarak adamcağızı istedikleri gibi kullanmaktalar. 5816 sayılı koruma kanunu yürürlükte olduğu sürece de o mevtayı hep kullanacaklar ve o mevta üzerinden çok zulme teşne olacaklar. Bu millete ölüler üzerinden zulüm üretenlerin sonunu getirmek için acilen bu koruma kanununun kaldırılması gerekmektedir. Kahramanlar ve ülke kurtaranlar korunmazlar. Milletin sinesinde yerlerini alırlar. Eğer Mustafa Kemal, vatan kurtaran bir kahramansa, onun saygınlığını kanunla korumak en büyük züldür. Kaldırın şu kanunu da milletin kalbindeki yeri ortaya çıksın. Diktatörler hariç dünyada hangi ülkenin vatan kurtaran kahramanları kanunla korunuyor? Bilen varsa beri gelsin” demiştim. Aynı çağrımı, altını çizerek yineliyorum.
Biz, Türkiye’nin başörtüsü yasağını geride bıraktığına inanıyoruz. Ama bu iş kendiliğinden olmadı. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın hakkını teslim etmek gerekir. Sayın Başkan’ın yasaklara karşı verdiği mücadele, Türkiye’yi başörtüsü yasağı ayıbından kurtardı. “Bu iş artık tarihe mal oldu” diye düşünürken, İstanbul’daki saldırlar bize gösterdi ki bazı kafalar hiç değişmemiş. Başörtülülere tokat atmak, hakaret etmek, yumruklamak için sırada bekliyorlar. On yedi yıl önce Sayın Erdoğan iktidara geldiğinde; “Bunlar bizi çarşafa büründürecek, bizim hayat tarzımıza müdahale edecekler” yaygarasını koparıyorlardı. Ama hiç de öyle olmadı. Dekolte giyinmelerine dokunan olmadı. Soyunmalarını daha da artırarak kendilerini sokaklara attılar. Tenlerini kamusal alanda hoyratça sergilediler. “Sen bu kıyafetinle buraya giremezsin” denmedi onlara… Ama kendileri “Kamusal alana başörtünüzle giremezsiniz” diye üniversite kapılarının önünde nöbet tuttular. İşte bu azgın azınlık, herkesi kendileri gibi bildikleri için, kendi dışındakilerinin iktidarlarında, kendilerinin başkalarına yaptıklarının, kendi başlarına geleceği korkusuna kapıldılar. Atalarımız “Hain, havflı olur” yani “Hain, endişe ve korku içinde yaşar” der ya, sanki tam bunlar için söylenmiş altın sözlerdendir.
Çözümün en büyük unsuru nedir öyleyse, bu toplumu şovenist Kemalistlerin şirretliğinden kurtarmak için iktidar, bir yiğitlik yapıp giydiği beyaz kefeni çıkarmadan, 5816 sayılı koruma kanunu zilletinden bu toplumu kurtarsın ve bu konuda demokratik yollardan bu kanunu mutlaka kaldırsın. Böylece bütün Kemalist ve Atatürk istismarcılarının ellerinden -her kapıyı açmak için kullandıkları- maymuncukları alınmış olur. Vesselam.
Musab SEYİTHAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi