Müslüman dünyanın sorunları sandığımızdan da büyük ve derindir. Tabii ki sadece İslam dünyası birtakım sorunlarla boğuşmuyor. Yerküresinin tamamının içinden geçtiği ciddi bir kriz söz konusu. Bu da bize gösteriyor ki, beşeri hayatın olduğu her yerde sorun olur,. Sorunlar doğru doğru yöntemlerle çözülmediğinde krize dönüşür. Kriz arzu edilemez ama çıkan yangın gibi önce hemen kontrol edilir ve iyi yönetilirse zararı sınırlı olur. Belki yeni fırsat ve imkanlara kapı açar.
İlk insan toplumunda beşeri ihtilafları ortaya çıkaran ana faktör ne idiyse bugün de genel olarak beşeriyet ve bu arada Müslümanlar arasında vuku bulan ihtilafları doğuran faktör aynıdır. Adem aleyhisselam ve ilk insan topluluğunun fıtratı ne idiyse bugün modern insanın da fıtratı aynıdır. Fıtrat ya ilahi yönde kemale erdirir veya Şeytan’ın telkin ettiği istikamette bozulmaya uğrar. Bu açıdan ilerleme söz konusu ise, bu ancak maddi hayatta, bilim ve teknolojide söz konusudur. İnsanın asli tabiatı ilk insan son insana kadar aynıdır, aynı kalmaya devam edecektir.
J.J Rouessau başlangıçta insanların doğal durumda uyum içinde yaşadıklarını düşünür. Hobbese bidayette insan insanın kurduydu, der. Kur’an-ı Kerim her iki görüşün ilk tarihsel zamanlarda birbirini takip eden iki dönem olduğunu ima eden ifadeler kullanır:
Tefsircilere göre ilk insanlar uzun bir dönem Allah’ın indirdikleriyle aralarında hükmetmiş; sosyal, ekonomik, ahlâkî ve hukukî ilişkilerini tevhid dinine göre düzenleyerek itikadi ve siyasî birliktelik olan “bir tek ümmet”i meydana getirmişlerdir. Kuşkusuz “tek ümmet” dönemi içinde insanlar tümden homojen değildi. Aralarında birtakım anlaşmazlıklar, sürtüşmeler vuku bulmuştur ama bu sürtüşmeleri topluluk ahlâkî, siyasî ve hukukî hayatında geçerli olan şeriatla yani İslâm’la çözüyorlar, kurallara uymayanları cezalandırıyorlardı.
Ancak insanlar ilelebet bu çizgi üzerinde kalmadılar. Bir kısmı emirleri, hükümleri tanımamaya başladılar. İşte ne olduysa bundan sonra oldu, yani kopukluk doğdu, parçalanma başladı ve insanların oluşturduğu bu ilk insicamlı topluluğu, “tek ümmet”i böldü, ümmet çeşitli parçalara ayrıldı.
İhtilafın sebebi, inanların “bağy etmeleri”dir. Bağy, bugünkü sosyal bilimlerin, özellikle psikolojinin yabancısı olduğu bir kavram. İnsanlar uyum içinde yaşıyorlarken bir zaman sonra birbirlerini kıskanmaya, ihtiraslarına kapılıp hak ve hukuklarını ihlal etmeye başladılar. Kendi heva ve heveslerini öne geçirmeye koyuldular. “Allah’ın hükmü de neymiş!” türünden küstahlıklarda bulundular, kurallara başkaldırdılar. Elbette bu küstah ve isyankâr tutuma karşı topluluğun diğer bireyleri susacak değillerdi. Onlar da karşı çıktılar ve “Size ne oluyor? Vaz’edilmiş yasaları nasıl çiğniyorsunuz?” dediler. Böylelikle büyük çatışmalar çıktı, anlaşmazlıklar büyüdü, sonunda ümmetin birliği bozulup dağılmaya başladı.
Belli ki bunlar tamamiyle insan fıtratında ifadesini bulup başkalarınınkilerle çatışan arzular, çıkarlar, haz alma dürtüsü ve belki de en baskın karakteriyle hükmetme tutkularıydı. İhtilaflar insan ilişkilerinin düzenlenmesinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar cinsinden şeylerdir. Ayette bunu ifade etmek üzere “bağy” kelimesi kullanılmıştır.
“Müfredat”ın sahibi Râgıb el-İsfahânî, bağy’ı nicel manada iktisadî sınırları tecavüz etmeye yeltenme şeklinde tarif eder. Buradaki “iktisadî” deyiminden bildiğimiz ekonomiyi anlamamak gerekir. İktisadi demek “orta yol, adil çizgi” demektir. Gazali, itikatta iktisat üzerinde durmuş, bu isimle bir kitap telif etmiştir.
Özetle bağy yapmaya kalkışan, kendisi dışında bir kaynak, bir otorite tarafından tespit edilen orta ve adil yolu tecavüze kalkışan kişidir. Kelime gökyüzü için kullanıldığında bardaktan boşanırcasına ve ihtiyaçtan çok fazla yağmurun yağması anlamını verir. Bağyeden kişi kibirlenip istikbara sapar: “(Firavun ve Karun) yeryüzünde haksızca büyüklendiler” (29/Ankebut, 39). Bunun gerek haddi aşmanın, gerek büyüklenmenin insan hırsı ve ihtirasıyla ilgisi var. Başkalarının haklarını çiğnemeye kalkışan kendi zulüm elbisesini zayıf bedenlere geçirmek ister. Bundan da narsistçe zevk alır ve elbette çıkar da sağlar.
Neden Müslümanlar ellerinde kitap olduğu halde birbirlerinin hak ve hukuklarını ihlal ediyorlar? Açıkça müşahede ediyor ve yaşıyoruz ki Müslümanlar vaz’edilmiş hükümleri çiğniyor; dilleriyle inanıyoruz” dedikleri kitaplarının hükümlerine göre ihtilaflarını çözmeye yanaşmıyorlar.
Müslümanlar kendi kitaplarına mı inanmıyorlar, yoksa inandıkları halde bile bile sınırları aşıp bağy mi ediyorlar?
Ali Nalbantoğlu
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-