Almanya’da Evde Bakılan Demanslı Yaşlıların Ömrü Daha Uzundur
Almanya’da yaklaşık olarak 1 milyon demans hastası yaşlı insan yaşamaktadır. Bunların ortalama olarak yüzde 60’sı kendi evinde, yüzde 40’ı ise huzurevlerinde veya bakım merkezlerinde ikamet etmektedir. Evde demanslı yaşlılara bakanların yüzdesi 80’ini kadınlardan meydana gelmektedir. Ancak kadınların iş hayatına katılmak istemesi ile bakıcı kadınların sayısının azalması ile birlikte birçok demanslı yaşlı, kalıcı olarak sosyal hizmet kurumlarına verilmektedir.
Dr. Stefan Schröder’in yaptığı bir araştırmaya göre demansa yakalandıktan sonra evde bakılan yaşlıların ortalama ömrü 55 ay iken, kurumsal bakım hizmeti alan yaşlıların ortalama ömrü ise 29 aya düşmektedir. Almanya’da sosyal hizmet kurumlarında bakılan demanslı hastalara artan oranda ve yüksek dozda verilen psikotrop ilaçların erken ölümlerine sebebiyet verdiği tahmin edilmektedir. Psikotrop ilaçlar, insanın merkezi sinir sistemi üzerinden etki gösteren, mental bozuklukların tedavisinde kullanılan ve antidepresan ilaç grubuna giren kimyasallardır.
Bakım Merkezlerinde Yaşayan Demanslı Yaşlılar Psikotrop İlaçlarla Öldürülüyor mu?
Mezkûr araştırmaya göre evde yaşayan bakıma muhtaç demanslı hastalar, kurumsal bakım hizmeti gören aynı hastalara göre ortalama olarak 2,2 yıl daha fazla yaşamaktadır. Peki neden kurumsal bakım hizmeti alan yaşlı demanslılar, daha erken hayata veda etmektedir? Burada gayri ihtiyarı olarak evde ve kurumdaki amatör ve profesyonel olarak kategorize edilen bakım hizmetleri arasındaki farkı görmek gerekir. Evde bakıcı aile fertleri tarafından amatörce bakılan demanslılar, nasıl oluyor da profesyonel kurumlarda yaşayanlara göre daha uzun ömürlü olabilmektedir?
Evde yaşayan bakıma muhtaç yaşlı demanslılar, bildikleri ve benimsendikleri sosyal ortamda yaşadıkları gibi yakınları tarafından daha çok ilgi ve sevgi görmektedir. Bu, insanların huzurlu olmasını ve dolayısıyla daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü olmalarını sağlayan çok önemli bir faktördür. Ne var ki araştırmacılar, sosyal hizmet kurumlarında yaşayan demanslı hastaların daha erken ölmelerine sadece bu faktörlere bağlamamaktadır. Kurumsal bakım hizmetleri altında kalan yaşlı demanslılara yeni alışamadıkları ortamlarda agresif olmamaları için, doktorlar tarafından önerilen psikotrop ilaçlar çoğu zaman dozajının üstünde verilmektedir. Araştırmalar, sabır, sevgi ve ilgi yerine psikotrop ilaçlarla tedavi gören demanslıların daha erken öldüğü belirlenmiştir.
Sakin olsunlar diye vücutları psikotrop ve özellikle nöroleptik ilaçlarla doldurulan yaşlı demanslıların duygusal tepkileri iyice azalmakta ve etrafa konuşmaksızın sersem sersem bakmanın ötesinde herhangi bir emare gösteremeyecek ölümcül duruma getirilmektedir. Bazı antidepresan ilaçların, özellikle sürekli ve yüksek dozajda kullanıldığında erken ölüme yol açabileceğini aşağıdaki haber yorum yazımda daha evvel belirtmiştim.
İşte Almanya’nın birçok yaşlı bakım merkezinde bakım külfetini ve maliyetini azaltmak maksadıyla demanslılara gereğinden fazla gizlice psikotrop ilaçlar verildiği gibi erken ölümlerine bu gibi ilaçlar sebebiyet verdiği halde bu “terapi yönetiminden” halen vazgeçilmemiş olması, insana acaba Almanya’da kendilerini savunamayacak kadar aklî melekelerini yitirmiş veya iyice yitirilmiş hâle getirilen yaşlılara plânlı bir şekilde ötenazi mi uygulanıyor sorusu akla gelmektedir. Bu şüphe üzerinde duran sorumlu bir hekimin ifadesine göre, kendisi bir bakım yurdunda kalan demanslıların sadece % 20’sine psikotrop ilaçlar önerdiği halde % 66’sına hem de söylenenin 6 mislisinden daha fazla verilmiş. Yüksek dozajda verilen nöroleptik ilaçlar, yaşlıların erken ölümüne yol açtığı hemen hemen kesin olduğu bilindiği halde şimdiye kadar hiçbir bakıcı elemana bu sebepten dolayı dava açılmamıştır.
Tarih Tekerrür Mü Ediyor?
Avrupa’da ve özellikle Almanya’da yaşlı demanslıların hayat mücadelesi, diğer sosyal gruplara nazaran her asırda güç olmuştur. Bilhassa katı ve ırkçı ideolojilerin pençesi altında idare edilen ülkelerde özellikle zihinsel engelli yaşlılara yaşama hakkı bile çok görülmüştür. Tarihte bunun ilk örneklerini Ortaçağın karanlıklarına gömülen skolastik ve geri kalmış Batı toplumlarının uygulamalarında görmek mümkündür.
Ortaçağın Batı insanı, Hıristiyan din adamlarının telkinlerinin etkisi altında kalarak, kendilerini çevreleyen tabiatın insanüstü ve bedensiz güçlerle (cin, şeytan) dolu olduğuna akıl ve ruh hastalıkları da bu gibi metafizik varlıklar sebebiyle olduğuna inanırlardı.
Engizisyon mahkemelerinin kurulmasıyla, “cadı” olarak tanımlanan ve fakat aslında demans hastası olanların yargılanmasına müsaade edilmiş ve bu yolla kilise ve pazar meydanlarında binlerce yaşlı diri diri yakılarak öldürülmüştür.
Avrupa’da cadılık davalarından yargılanan insanların yalnız yaşlı demans hastalardan müteşekkil olduğunu elbette iddia edemeyiz. Ancak, resmî kayıtlara göre, Avrupa’da Ortaçağ’dan başlayarak 18. asrın sonlarına kadar tahminî olarak 9 milyon insanın “cadılık”tan ötürü ölüme çarptırıldığını belirtebiliriz.
Ancak, geçmişte “cadı” gözüyle bakılan insanları bugünün tıp bilimi ışığı altında incelediğimizde, bunların birçoğunun zihnen, aklen veya ruhen engelli ve dolayısıyla bakıma muhtaç insanlardan ibaret olduğunu burada açıkça ifade edebiliriz. Bunun böyle olduğunu, tarihte en son “cadı” yakma hadisesinden de rahatlıkla anlayabiliriz. 1793 yılında Almanya’nın Prusya Eyaletinde vuku bulan bir hadiseye göre, iki yaşlı kadın, gözlerinde belirlenen kızarıklığın komşularının hayvanlarını hasta ettiği iddiası ile yakılmışlardır. Cadı mahkemeleri 18. asrın sonlarında dönemin hükümdarları tarafından kaldırılırken, Bavyera Kraliyetine bağlı cadı mahkemeleri 1806 yılına kadar resmen faaliyet göstermiştir.
Adolf Hitler’in önderliğinde Nasyonal-Sosyalist bir parti ise seçimle iktidara gelmiş ve faşist bir rejim kurabilmiştir. Hitler Almanya’sında toplama kamplarında ırkî ve dinî yönden öteki olarak kabul edilen sadece Yahudiler topluca yakılmamıştır. Aynı zamanda, Alman ırkına mensup olduğu halde sağlıklı ve güçlü bir bedene sahip olmayan bunamış yaşlılar ve ruhsal-zihinsel özürlüler de bu despotik rejimin kurbanı olmuştur. Hitler’in sağlıklı nesil oluşturma hayaline ters düşen özürlü insanlar, temerküz kamplarında hekimler tarafından kobay olarak kullanıldıktan sonra bu sefer Ortaçağ’da olduğu gibi tek tek açık meydanlarda değil, daha az maliyetli olarak topluca fırınlarda yakılmıştır.
Bugünün Almanya’sında ise, yaşlı bir hastanın ölümüne, isteği doğrultusunda dahî olsa, fiili yardımda bulunmak suç sayılırken, kişinin isteğe bağlı ölümüne dolaylı olarak yani pasif yardımda bulunmak (mesela zehir temin etmek gibi) artık suç sayılmamaktadır. Buna göre, bakıma muhtaç bir yaşlı, başkasının fiili yardımına ihtiyaç duymadan misal verdiğimiz üzere zehiri kendi arzusuyla içerek, ölümüne bizzat kendisi sebebiyet verdiği için, öldürücü maddeyi sağlayan hekim veya bakıcı bu yardımdan ötürü mesul tutulmamaktadır.
Yoksa bakım yurtlarında ahir ömürlerini yaşayan demanslılara aşırı dozda nöroleptik ilaçlar verilmek suretiyle bakıma muhtaç yaşlılara dönük örtülü aktif ötenazi mi uygulanmaktadır?
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi