Bangladeş Ege Bölgesi kadar bir alanda, en az 20 kat insan yaşamasıyla, dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi. Ülke aynı zamanda dünyanın en fakir ülkelerinden. Oysa İngiliz sömürgesi başında tam tersine, dünyadaki en zengin bölgeydi ve kişi başına gelirde İngiltere’den öndeydi. İki asırda İngiliz sömürüsü sayesinde en zenginden en fakire geriledi. Bu hepimizin bilmesi gereken bir tarih.
Prof. Dr. Kutluk Özgüven
Bangladeş Türkiye’nin Ege Bölgesi kadar bir alanda yer alıyor. Ama bu bölgemizin nüfusunun 20 katı insan yaşıyor. Hızla 200 milyon çıtasına doğru yaklaşan vatandaş sayısıyla dünyanın en yoğun nüfuslu ülkesi. Ülke aynı zamanda dünyanın en fakir ülkelerinden. Oysa İngiliz sömürgesi dönemi başında tam tersine, dünyadaki en zengin bölgeydi ve kişi başına gelirde İngiltere’den öndeydi. İki asırda İngiliz sömürüsü sayesinde nasıl en zenginden en fakire gerilediği hepimizin bilmesi gereken bir tarih.
Bengal bölgesi, Himalayalar’ın karlarından beslenen, Hinduluktaki kutsal Ganj nehrinin deltasında yer alıyor. Bu nedenle müthiş tarımsal verimliliğe sahip, ne ekseniz fışkırıyor. Bu nedenle tarihte zenginliğiyle bilinen Hindistan’ın da en zengin bölgesiydi. Bugünse iki parçaya ayrılmış durumda. Batı Bengal ve Bangladeş. İkiye ayrılmasının nedeni, tek ülke olsa Müslüman çoğunluklu büyük bir ülke olacaktı, ancak Hindu çoğunluklu kısım ayrı tutularak, İngilizler resmi yönetimlerine son verirken ülkenin aynı yerel dili konuşan Batı bölümünü ve dev Kalküta kentini Hindulara bırakmış oldu.
18. yüzyılda hatta 19. yüzyıl ortalarına kadar, Hindistan kağıt üzerinde Müslüman Babürlülerin yönetimindeydi. Ancak İngiltere, önce Fransız ardından Hollandalıları ekarte ederek, dünyanın en çok üretimini yapan Bengal bölgesine girdi, Kalküta’yı başkent yaptı ve adım adım bugün 2 milyara doğru nüfusu ilerleyen Hint altkıtasını ele geçirdi. Bunu yaparken Navab Cafer adında Sultan’a ihanet eden bir yerel unsur kullandı. Bir süre sonra Cafer de ihanetinden utanıp İngilizlere başkaldırınca onu da ortadan kaldırdı. İngilizlerin Hindistan’ı Müslümanlardan koparıp kendi hakimiyetine alması askeri yollar, savaşlarla değil, casusluk ve ihanetlerle gelişti. İslamiyetin yeryüzünde birincil düşmanı olan Kraliçe Viktorya dönemi Britanya İmparatorluğu, bir silkinse kendisini sırtından atacak ülkeyi zihinlere hükmederek kontrol altına aldı.
Üç farklı zihin denetim taktiği kullandı:
Birincisi Müslüman hakimiyetine karşı Hinduluğu güçlendirmek amacıyla Babürlülerin ülke bir olsun diye kullandıkları Arap harfleriyle yazılan, Arapça, Farsça, Türkçe kelime ağırlığı olan Urdu dilini bozmaya karar verdiler. Bunun için Hindi ya da Hindustani diye aynı Urdu dili gibi olan ama ‘özhintçe’ kelimeler, yani unutulmuş eski Sanskritçe kelimelerle dolu, Hinduluktaki Devangari alfabesiyle yazılan yeni dili pompaladılar.
İkinci zihin denetim yöntemi de dille ilgiliydi. Willam Jones adlı araştırmacı Hint dilleriyle Cermen, Latin ve Grek dillerinin benzerliklerini bulmuş, Hint-Avrupa Dil Ailesini keşfetmişti. Buna göre Hintlilerin dini ve kültürü kuzeyden gelen Almanlarla İngilizlerle akraba Arya kavimlerinden geliyordu. İngiliz yönetimi, “Hindistan bizim atalarımız tarafından kuruldu ancak aşağı yerel halkla karışıp bozuldu, biz onu yeniden saflaştırıyoruz” yalanıyla elit Hinduları yanlarına aldılar.
Üçüncü zihin denetim taktiği de Charles Darwin‘in ırkçılığı sözde bilimsel hale getiren Evrim Teorisi oldu. Buna göre Aryalar, Ari Irk, yani İngilizler, Almanlar, Avrupalılar evrimin en üst noktasında, buna karşın Hintlilerse maymunla İngiliz arasında bir yerlerdeydi. Esmer olmaları bunun kanıtıydı. Üstün ırkın aşağı ırklara hakim olması doğaldı. Hinduluktaki kast sistemi de bu mantığa yakın olduğundan bu yalan da benimsendi.
İngilizler, bu zihinsel yöntemlerle sömürgelerini kurdular ve ülkenin bütün verimli kaynaklarını çalmak yoluyla muazzam zenginlik elde ettiler. Bazı araştırmalara göre İngiltere zenginleşirken Bengal halkı 20 kat fakirleşti.
ikinci dünya savaşında kuvvetlerinin Japonlarla savaşını fırsat bilen Bengallilerin yönetime başkaldırmasını cezalandırmak için İngiltere Bengal Kıtlığını tetikledi. Gıda ambarı olan Bengal bölgesinde özellikle Müslüman çiftçiler mahsullerine el konunca bir süre sonra açlıktan ölmeye başladılar. İngilizler gider ayak, tam rakam bilinmese de 20 milyona yakın Bengallinin ölümüne, tarihin en büyük soykırımlarından birine yol açtılar. Churchill, bu felaket için “onlara müstehaktır” demişti.
1947’deki bağımsızlıkla Doğu Bengal Batı Bengal’den koparıldı ve Pakistan’ın Doğu Pakistan eyaleti oldu. Ancak Pakistan mesafe olarak çok uzaktaydı, etnik farklılıklar kaşınmaya başlandı. En sonunda 1970’lere gelince büyük bir iç savaş çıktı. Birlik yanlıları, Mücib-ur-Rahman liderliğindeki ayrılıkçılarla savaştı, büyük çapta ölümler oldu. ancak en sonunda Hindistan ordusu işgaliyle ülke Pakistan’dan koparıldı. Bangladeş’te laik sol bir yönetim kuruldu. Ancak pratikte Hindistan’ın nüfuzu altına girdi.
Günümüzde Bangladeş’i ayakta tutan, Müslüman aile ve toplum düzeni. Buna karşı her Müslüman ülkede olduğu gibi, faize dayalı sömürü sistemi, LGBT hareketi, kadın hakları bahanesiyle aileyi çökerten yasalar, televizyonlarda tartışan ilahiyatçılar ve bozuk eğitim sistemi devreye sokuldu. Ganj deltasında olduğu için sık sık su baskınları gibi doğal afetlerle de mücadele ediyor. Ancak D-8’ler hareketinde yer alan ülke, bütün sorunlara karşı ilerliyor, özellikle tekstil gibi endüstrilerde gelişiyor.
Kardeş Müslüman devlet Bangladeş’in Batı işgali öncesindeki gibi yeniden dünyanın en zengin bölgesi olması ümidi ve duasıyla.