(Başımıza gelenlerin ya da karşılaştığımız şeylerin şeylerin kaynaklarını anlatmaya devam ediyoruz)
-Başa gelenlerin kaynağı
Başımıza gelen şeyler –ister ödül olsun ister ceza-, bir başkası yüzünden mi, daha çok kendi yaptıklarımızın bir sonucu mu?
Kişi iyi bir şey yapar, iyi karşılık görür. Kötü bir şey yapar, kötü bir karşılık görür. Görevini yapmayan; görevi yapmanın faydasını ve sonucunu göremez. Başkasını rahatsız eden bununla mutlu olamaz. Kişinin başına bugün gelen şey, ya dün yaptığı bir hatanın/suçun, ya bir ihmalin, ya da bir denemenin sonucudur.
İnsanın bu dünyada ve Âhirette saadeti veya şekâveti (mutsuzluğu veya bedbahtlığı) kazanması da kendi tercihine, çabasına, çalışmasına bağlıdır. Gökten kimseye durduk yerde mutluluk veya mutsuzluk indirilmiyor.
Saadet; insanın kendi yaptığı iyi, doğru ve isabetli eylemler sonucunda kavuştuğu huzur, iyi durum, mutluluk; şekâvet de kişinin kendi yaptıkları yüzünden bedbahtlığa, huzursuzluğa, sorunlara düşmesi demektir.
Kur’an saadete ulaşan kişilere ‘saîd’, kendi yaptığı hatalar yüzünden mutsuzluğa, bedbahtlığa düşene de ‘şakî’ diyor. (Bkz: Hûd 11/108)
Buna göre kişinin karşılaştığı iyi veya kötü şey, kendi yaptığı yüzündendir. (Bkz: Şûrâ 42/30) Yani geçmişte bir şey yapmıştır; ondan dolayı sıkıntı, ceza, huzursuzluk veya benzeri bir şey başına gelmiştir.
O zaman o kişinin kimseyi suçlamaması gerekir. Hata kendindedir. Kişi uçurum kenarına yaptığı ev göçtüğü zaman bunun faturasını kimseye yüklememeli… Yapılacak şey hatayı anlamak ve vazgeçmektir. Bir daha aynı hataya düşmemeye dikkat etmektir.
-Kendimizden kaynaklanan ve zarar veren işlerin bazı sebepleri:
1-İlâhi ahkâmdan yüz çevirmek ya da Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemek
İlâhi ahkâm (ölçüler) insanın dünya imtihanını ve dareyn saadetini kazanması içindir. Bu proğramı uygulamayanlar zarar ederler.
“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır…” (Tâhâ 20/124)
“Ayetteki “dar bir geçim” sadece maddi anlamdaki yoksulluk değil; bunun da ötesinde sıkıntılı, mutsuz ve doyumsuz, mala, mülke, servete, yüksek gelire rağmen huzursuz bir yaşantıdır. Sürekli geçim endişesi, rızık korkusu, aç gözlülük, doymamışlık ve kanaatsizlik olan bir hayattır.
Dahası var: Allah’ın zikrinden yüz çeviren kimseye şeytan musallat olur. (Bkz: Zuhruf 43/36-38) Şeytanın musallat olduğu kimse de hata eder, günah işler, yanlış yapar, sapıtır, bedbaht ve şaşkın olur.
2-Nefsin hevâsına uymak
İnsan nefsinin aşırı isteklerine, Vahye (Hakikate) uymayan tutumlarına, isabetsiz kararlarına, içi boş temennilerine ‘hevâ’ denilir.
Kişi Allah’tan gelen ilme, yani vahye uyarsa, görüşlerini, kararlarını, isteklerini bu ilme uygun bir şekilde ayarsa; o doğru yoldadır. Kişi Allah’tan gelen ilme-Vahye kulak asmaz; yalnızca kendi görüşüne, zevkine, kararına uyarsa o doğru yoldan ayrılır.
Yeryüzündeki günâhların, kötülüklerin, haksızlıkların önemli bir sebebi hevâ’sına uyulan nefistir. Kişi bir iş yaparken ya aklına, ya da nefsinin hevâsına uyar. Kendisine uyulan akıl da ölçüyü vahiyden alırsa isabetli karar verir. Vahye uymayan akıl nefsin hevâsına uyar.
Bu da ona yanlış yaptırır, başına işler açar.
3-Haramları işlemek
Selim akıl (sağ duyu) sahipleri bilir ki İslâmın haram kıldığı her şey insan için mutlaka zararlı, emrettiği şeyler de insan için mutlaka faydalıdır.
Hangi harama bakarsanız bakınız, sonucu zarar olarak onu işleyene döner. Adam öldürmekten, yalana kadar, hırsızlıktan içki içmeye kadar, zulümden kumara kadar…
Her haram -özellikle hak ihlalleri- bumerang gibi geri gelir, sahibine isabet eder. Bir başkasına zarar verenin, zulmedenin, hak yiyenin aferin değil; eninde sonunda ceza alacağı, aldatanın günün birinde birileri tarafından aldatılacağı, ocak söndürenin günün birinde ocağının söneceği, bir mazlumu ağlatanın günün birinde ağlayacağı yasası gibi…
Günahkârların günahı uzaktan bakıldığı zaman zararsız, sadece kendisine ilgilendirir gibi görünebilir. Ama haramların zararları yavaş yavaş ortaya çıkar.
Kişi günahı işlemekle kendine zarar verdiği gibi, günahın cinsine göre başkalarına da zarar verebilir. Günah aslında “ruhun ekolojik dengesinin bozulması”, tertemiz vicdan sayfasına bir kirli lekenin damlaması demektir. Dengesi bozulan ruhsal yapı da sağlıklı değildir.
4-Fıtrata aykırı davranmak
İnsan fıtrat üzere yaratılmıştır. Kur’an insanları fitrata, yani tabii olana davet ediyor. (Rûm 30/30) İnsan kendisi için konulan yasalar ile dünyaya gelir. Bu da insan ile çevresindeki varlıklara hâkim olan yasalar arasındaki uyumdur. Çünkü onun varlığını sürdürebilmesi için, içinde yaşadığı doğal çevre ile uyumlu olmak zorundadır. Doğal yasalar aynı zamanda kâinatın ve insan bünyesinin dengesidir.
İnsan bir taraftan bu düzenle içiçedir, bir taraftan da kendi içine yerleştirilmiş olan tabii, saf ve beşer özelliğine uygun yasalarla başbaşadır.
Fıtrat doğal denge olduğu gibi; iyi, doğru ve güzel ahlâk, merhamet, iyiliksever, yardımsever, başkalarını hesaba katan kişiliktir.
Fıtrata yakışan bunlardır. Bu fıtrata uymayan zarar eder.
5-Dengeyi bozmak
Yani tabiatta, hayatta, davranışlarda, harcamalarda, ilişkilerde var olması gereken dengeyi bozanlar zarar ederler.
İslâmda kadere iman bir bakıma ilâhi ölçüyü/dengeyi kabul etmek ve korumaya söz vermektir.
Kur’an insanlara ölçüde, tartıda dengeli ve adaletli olmayı emrettiği gibi, hayatın her alanında dengeli olmayı, ölçülü hareket etmeyi de emrediyor. Bütün davranışlarda orta yol, ne ifrat ne tefrit… Dengeli beslenmeden, dengeli harcamaya kadar (Furkan 25/67. İsrâ 17/26, 29), hüküm vermekten, ölçülü kızmaya ve sevmeye kadar. (Bkz: Tirmizî, Birr/59)
İslâmda ruhbanlık da yoktur, aşırı gevşeklik de… Ne düya için âhireti terk, ne de âhiret için dünyayı terk… Mü’min ibadette orta yolu izlediği gibi çalışmada, dinlenmede, sahip olmada, ihtiyaçları karşılamada, hareketlerde ve benzeri konularda da dengeli olur.
Dengesiz olmak, ölçüsüz hareket etmek insana zarar verir.
6-Kevni âyetleri yeterince okuyamamak
Kur’an (kavlî âyetleri) okumak ile, kevnî (varoluşsal) âyetleri okumak aynıdır. Daha doğrusu kevnî âyetleri okuyup anlamak, sonra da onlardan hayat için istifade etmek ve hangi amaç için kullanacağımızı bilmek, Kur’an’ı hakkıyla okumaktan yani anlamaktan geçer.
Allah (cc) yerde olan her şeyin insanlar için yaratıldığını söylüyor. (Bekara 2/29) İnsan için hazırlanan şeyler de kevnî âyetlerin bir bölümüdür. Öyleyse insan bu nimetlerden meşru bir şekilde faydalanabilir. Ancak bunlardan yararlanırken haddi aşmamalı, her şeyi zamanında ve yeteri kadar yapmalı…
Kevnî âyetlerdeki ilâhi yasalara “âdetullah” diyoruz. İnsan aklını, bilgisini ve geçmiş tecrüblerini kullanarak kevnî âyetleri keşfedebilir, onlardan faydalanabilir, alet ve adevat yapabilir. Ancak kâinatta geçerli aykırı hareket ederse onlardan faydalanamaz.
Bir de “sünnetullah” var. İnsan ve toplumlar hakkında işleyen ilâhi yasa… Bu kavramın geçtiği âyetlerde anlıyoruz ki, insan ve toplumlar Allah’ın gösterdiği yolda yürümez, O’nun koyduğu sınırları aşarlarsa, âsi, yoldan çıkan, azgın olurlarsa, zarara uğrarlar. Yaptıkları kötülükler aleyhlerine döner. Dünyada ve Âhirette cezayı hak ederler.
Hüseyin K. Ece
05.05.2023
Rabbim razı olsun. Var olun