‘Basîret (çoğulu ‘besâir)’, sözlük anlamı yönünden doğru ve ölçülü görme, kavrama ve anlamadır.
Kavram olarak; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, Allah’tan kaynaklanan bir kabiliyetle eşyanın ötesini anlayabilme yeteneğine sahiptir.
‘Basîret’, kalp gözüyle görebilme, işin iç yüzünü anlayabilme, bir şeyin aslını ve gerçeğini idrak edebilmedir. Beş duyudan biri olan görmenin ötesinde ruhî bir melekedir.
Manevi körlük ve sapıklıkta olmak bunun karşıtıdır. Manevi körler, sadece kafa gözüyle görürler, ötesini göremezler, gördükleri maddi cismin ötesindeki anlam üzerinde düşünmezler.
Basiret, görme organı (göz) kasdedilerek pek kullanılmaz.
O kuvvetli idraktır, derin anlayıştır. Aklın rüchâniyetidir. İşlerdeki kapalılıklara nüfuz edebilmedir. Eşyanın hakikatini ve iç yüzünü tıpkı baş gözünün dışarıdan bakarak görmesi gibi farketmektir. (en-Ne’al, M. F. Mevsuatu’l-Elfâzı’l-Kur’aniyye, s: 150-151)
Basîret, hüccet (delil), zeki olmak, şâhit olmak ve ibret manasına da gelir. Bir deyimde şöyle deniliyor: “Bunda senin için bir ibret (basiret) yok mu?”
Bir müslümanın dininde sebat etmesi, ya da şâhit olması da basiret ile açıklanmıştır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 2/93)
Şu âyetin verdiği örnek oldukça ilginçtir:
“Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok).” (A’raf 7/198).
Kendilerine davette bulunan Peygamberi cisim olarak görüyorlar, O’na bakıyorlar ama O’nu, O’nun davetini, O’nun görevini anlamıyorlar.
Rasûlüllah’ın (sav) gözleri uyusa da kalbinin uyanık olduğunu belirten hadisten de (Buhârî, Menâkıb/24) basiretin ruhî bir meleke olduğu ve peygamberlerde bu melekenin güçlü bir şekilde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/103)
Basîret, aslında iman etmiş bir kalbin ulaştığı yüce bir idrak ve kavrama yeteneğidir. Buna mü’minlere imanın bir hediyesi olarak verilen bir hediyedir diyebiliriz. Kalp gözünün açıklığı, iman nuruyla bakabilme, Allah’ın âyetlerini, Hakikati anlayabilme ve gereğini yapabilme anlayışıdır.
Basîret/ferâset sahibi olanlar, Hakk’ı anladıkları gibi baktıkları zaman da Allah’ın nûruyla bakarlar. (Tirmizî, Tefsir/16 no: 3127) Bu bakımdan kendi hatalarını anlarlar, eksikliklerini görürler ve düzeltme yoluna giderler.
Basîret aynı zamanda Allah’ın hükümlerine uygun yaşama şuurudur. Basîretsiz olanlar Allah’ın hükümlerini idrak etmezler ve sırtlarını dönerler.
Kafa gözü maddî âlemdeki varlıkları, olayları, renkleri ve şekilleri gördüğü gibi gönül gözü de eşyanın, olayların iç yüzünü ve mânevî âlemdeki hakikatleri anlar.
İbni Kayyim el-Cevziyye’ye göre basîret, Allah’ın mü’min kulunun kalbine attığı öyle bir nûrdur ki insan Peygamber’in verdiği haberin kesin şekilde gerçeği ifade ettiğini bu nûr sayesinde kavrar.Böylece şüphe, tereddüt ve hayretten kurtulur. Basîret sahibi geleceğinden endişe etmez, zira ilerisiyle ilgili tedbirleri eksiksiz olarak almıştır. Bu âlemdeki her şeyin yerli yerince cereyan etmekte olduğuna inanır. Kalbinden ma’rifet fışkırır. (Medâricü’s-Sâlikîn, 1/139-147. nak. Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/103
‘Basîret’ aslında Allah’ın ‘el-Basîr’ isminin mü’minlere bir yansımasıdır. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (Bakara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. (Yâsîn 36/9)
İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. (Bkz: A‘râf 7/203. Kasas 28/43)
Mü’min bu nûr sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar, yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.
Sürekli sâlih amel işleyen mü’minlerin kalpleri tertemiz olduğu için basîretleri etkin hâldedir. Günahlarla kirletilmemiş bir kalp, nûr (aydınlık) içerisindedir. Mü’min bu nûr ile eşyanın, yani insana sunulan her türlü âyetin ötesini idrak eder. Bu da onun teslimiyetini artırır. İnkârcıların ve müşriklerin kalpleri bu görevini yapamaz.
Allah’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafıklar da kördürler, sağırdırlar. (Bakara 2/18)
İnatçı kafirler, doğru yola çağrılsalar bile işitmezler. Onlar bakar kördürler. (A’raf 7/198) Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır; bununla duymazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. (A’raf 7/179).
Kur’an bazı kalplerin pas tuttuğundan söz etmektedir. Peygamberimiz (sav) kalplerin pas tutmasını şöyle açıklıyor; “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan kendini çeker, af ister ve tevbe ederse kalbi cilalanarak (o leke silinir). Şayet kul aynı hatayı yapmaya devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, bu lekeler kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Allah’ın; “onların yapageldikleri ameller kalplerini paslandırmış” (Mutaffifin 83/14) sözündeki paslanmadır.” (İbni Mâce, Zühd/29 no: 4244. Tirmizî, Tefsir/75 no: 3334)
Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basîreti bağlanmış kimseler hakkında “körler” (Bakara 2/18),
“kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler” (A‘râf 7/179),
“bakar körler” (A‘râf 7/197) gibi tabirler kullanıyor.
Kur’an’da kendilerinden ulu’l-ebsâr (Haşr 59/2), ulu’l-elbâb (Zümer 39/9), ulu’n-nühâ (Tâhâ 20/54) diye söz edilen basiret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve mânevî hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.
Basîret sahipleri nefislerinin isteklerine kapılarak günaha dalmazlar, kalplerini günahlarla kirletmezler ve karartmazlar; böylece onlar ilahî bir bağış olarak bir nûr’a kavuşurlar.
Bu şekilde basîret sahibi olmayan bakar-körler, kalp gözü kapalı olanlar; Allah’ın âyetleri karşısında sağır ve kör kesilirler. Ne o âyetleri anlarlar, ne de o âyetlerin arkasındaki gerçekleri idrak ederler. Sürekli günah ve isyanda oldukları için kalpleri bu basiret nûrunu kaybetmiştir. Bu nedenle Hakk’ı anlamakta, kabul etmekte ve gereğini yapmakta güçlük çekerler.
Basîret sahipleri gören kimseler, basîreti olmayanlar ise kör (âmâ) kimselerdir. “Ve onlardan sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları –üstelik hiç görmüyorlarsa- sen mi doğru yola getireceksin?” (Yûnus 10/43)
Onların bu körlüğü karanlık gibidir, tıpkı görmenin, yani basîret sahibi olmanın nûr (aydınlık) olduğu gibi. (Fâtır 35/19)
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ