Türkiye, Meşrutiyet döneminde etkin bir şekilde Batı bilgi birikimi ve teknolojinin varlığı ile, kendi bilgi kaynaklarını geliştirememiş ve değerlerini kaybetmiş bir şekilde aydın kesimin bir kimlik kaybını uğramasını yol açtı. Kendi varlığına güvenmeyen bir psikoloji, batı’ya bağımlı olmak ve onun sistemi içine girmenin bir kurtuluş olacağı zannedildi.
Aslında ruhi değerlerini kaybeden bir aklın, sadece maddi objeleri görerek kendini yetersiz hissetmesi gibi bir yabancılaşma meydana geldi. Bu yöneliş, sadece batı’nın ilmi ve teknik gelişmesinin bir sonucu değildi. 1500’lü yıllardan beri, Batı kültürünün bir alışkanlığı haline gelen sömürgeciliğin, Afrika, Asya ve Doğu toplumlarının zenginlikleriyle meydana getirdiği bir altın, ipek ve baharat gibi talan edilmiş kaynaklarının sağladığı “sun’i bir güç”tü.
Aslında Batı’nın dünyaya sunduğu gelişme, fiziki, teknik ve iktisadi imkanların geliştirilmesine karşılık, ruh, ahlak ve insani değerler açısından önemli bir gerilemenin başlamasıydı. Endüstri sonrası batı toplumları; zulmün, haksızlığın, ferdiyetçiliğin varlığı ile karanlık bir geleceğin haberini veriyordu. Sosyolog Comte ve Hobbes, Felsefeci Satre gibi filozofların insanlığın canavarlaştığı ve birçok değerini kaybettiğini söylediği dönem, insanlık değerlerinin iflas ettiği bir zaman dilimini anlatıyordu.
Afrika, Hindistan ve Asya’daki çeşitli ülkelerden getirilen milyonlarla esir ticaretini yapan, Afrikalı insanları hayvanat bahçesi gibi “insan bahçeleri” hazırlayıp, insanları bu şekilde teşhir eden bir ahlakın, akıl almaz örneklerini gerçekleştiren modernleştiğini söyleyen Batılı toplumlardı.
Batılı sömürgeci ülkelerin Portekiz, İspanya, Hollanda, İtalya, Fransa, İngiltere ve nihayet Amerika’nın dış politikalarına baktığımızda; ahlak, adalet ve insaf ölçülerinin kaybolduğunu ve modern dünyanın, ilkel toplumları aşan bir vahşeti ortaya koyduklarını bugün batılı ilim adamları bile dile getirmektedirler. Yutan, İnka ve Aztek gibi medeniyetlerin, barbarca yok edilerek buradaki şehirlerin bile taş taş üzerinde bırakılmaması, batının insani değerler bakımından büyük bir ruh çöküntüsüne uğradığını ortaya koymaktadır.
Batı’da insani ve ahlaki değerlerin dışlanması, sömürgeciliğin hala batı için vazgeçilmez bir ahlak ve kültür olarak, zaman içinde sömürgeciliğin niteliğinin değiştirilerek devam ettirildiğini; başka ülkelerin asker, siyasetçi, iş adamı, sanatçı, gazetecilerin satın alınarak veya kiralanarak, bu ülkelerce toplumların içine fitne tohumları atıldığını görüyoruz.
Türkiye’nin 40 yılı aşan bir terör tehditiyle karşı karşıya kalması ve zaman içinde Amerika ve Batılı ülkelerin bu terörist grupları kendi amaçları ile kiralayarak, onları ülkeleri terör vasıtasıyla kaos’a sürüklerken, kendileri dışındaki insanları “insandışı” kabul ediyorlardı.
Şimdi bu hain ve insan dışı bakış, Türkiye üzerinde bir netice almaya çalışıyor. PKK gibi, toplum içindeki kürt nüfusa ve onun geçmişte yaşadığı bazı haksız olayları bayraklaştırarak, Emperyalizmin güdümünde bir “kürt devleti” oluşturma çabası gerçekleştirilmeye çalışıyor. Bu hareket, yıllardır terör örgütlerini destekleyen ve hatta kuran Amerika ve Avrupalı ülkelerin tabii politikaları haline gelmiştir. Bu konu; siyaset, silah, medya, mali destek ve istihbari güç gibi çok yönle, bir “savaş stratejisi” mantığı içinde yürümektedir.
Bu grup profesyonel katil sürüleri, yıllardır modern ve batılı ülkelerin işsiz, sapık ve maceraperest kişilerden oluşturduğu çok yönlü desteği ile beslenmekte, eğitilmekte ve her türlü silah ve mühimmat desteği ile ayakta tutulmaktadır.
Özellikle Türkiye, birçok insan ve iktisadi, mali kayıpları yaşayarak, huzur ve güvenliğini yıllardır sürdürmek için çırpınırken, Batılı ülkeler; Türkiye ve diğer Müslüman toplumları “sinek” gibi ezmenin hesabını yapmaktadırlar. Bu hesap, kimi zaman Rusya ve İran’ın da birinin uluslararası güç, diğerinin ise mezhep hakimiyeti için benzer terör gruplarıyla işbirliği içinde olmuşlardır.
Bütün hain tertipler devam ederken, maalesef Türkiye içinde sadece ırki veya ideolojik beraberliği olan bu katil sürülerini desteklemek ve kendi dini veya kültürel değerlerini “ırklarına tercih” ederek, şaşkınlığın ve beyinsizliğin en tehlikeli boyutunu yaşamaktadırlar.
Barış Pınarı harekatı başladığında, Batılı ülkelerin “leş kargası” gibi besledikleri katil sürüsünün arkasına geçmeleri ve onların yalanlarını ve iftiralarını değerli bir bilgi ve kaynak gibi, basın ve yayın güçlerinde “bire bin katarak” dünyaya duyurmaya çalışmaları, Batı bilim ve teknoloji rüyasının artık bitip, “ilkel ve iki yüzlü karakter”lerini gün yüzüne çıkaran gerçekleri görmemize imkan sağlamaktadır.
Bugün Batı kültürü; yalan, iftira, iki yüzlülük, vicdansızlık, acımasızlık gibi pozitivist ve materyalist değerler ile insanlığın canavarca yüzünü bütün çirkinliği ile ortaya koymaktadırlar.
Bu yazımda, aslında istemediğim halde, birçok olumsuz ve çirkin kavramı kullanmam; Barış Pınarı harekatı ile Batı’nın tutum, tavır ve beklentilerinin gerçekçi ifadesinden başka bir amaç taşımamaktadır. Çünkü batının çirkin ve ahlaksız yüzü, bu kavramlara uygun tutum ve davranışlarını net bir şekilde tasvir etmelerinin sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Allah’ın, zalimleri kendi niyetleriyle yüzleştirecek ve mazlum ve mağdurların haklarını, inananların eliyle alacağına dair vaadini gerçekleştireceğine inanıyorum.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi