islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4768
EURO
36,3253
ALTIN
2.957,23
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

BATILILAŞMA NELER KAZANDIRDI, NELER KAYBETTİRDİ

BATILILAŞMA NELER KAZANDIRDI, NELER KAYBETTİRDİ
21 Ağustos 2023 09:55
A+
A-

Fransız ihtilalinden sonra,  Osmanlı devletinde  Batı’daki teknolojik ve ilmi gelişmelere bakarak,  devlet adamlarının ve aydınların bir bölümünde batıya benzeme arzusu ortaya çıkmıştı. Aslında Batı’daki ilmi ve teknolojik ilerleme, siyasi ve iktisadi sahaya odaklaşmanın bir sonucuydu. Özellikle sömürge ülkelerinin ham madde ve kıymetli madenlerini haksız bir şekilde elde eden batı toplumları, teknolojiyi güçlendiren servetin varlığı ile teknolojik devrimi gerçekleştirmişti. Fakat, batı toplumları, sanayileşme dönemi ile birlikte; adalet, ahlak ve insani değerlerde ciddi bir gerileme içine girmişti.

Batı benzeme psikolojisi:

Batı ‘ya benzeme, aslında kendi medeniyet anlayışı ve bilgi sistemini yenilememenin getirdiği psikolojik bir durumdu. İbn Haldun’un, yenilen kavimlerin, yenen medeniyetleri taklit etme gibi sosyolojik bir konunun gerçekleşmesiydi. Haldun, yenilenlerin ilk olarak kıyafet ve davranışlarını galip toplumlara benzetmeye çalıştığını söylüyordu.

Batılılaşma aslında Osmanlı’da Fransızlaşma yani Frenkleşme olarak bilinir. Dolayısıyla, Batı toplumlarını inceleyerek verilen bir karardan çok, Fransızca bilen aydınların Fransa’yı taklit ile gerçekleştirmeye çalıştıkları bir “sosyal değiştirme” süreci olarak açıklanabilir. Çünkü, batıya benzeme talebi, halktan değil; bir grup Batılılaşmış aydın ve devlet adamından geliyordu. Böyle bir yönelişin, sosyal değişme olarak adlandırılması mümkün değildi.

Aslında toplumsal değişimin veya değiştirmenin, sağlıklı olup olmadığını anlamak için, onun sonuçlarını ele alarak doğru bir değerlendirme yapılabilir.  Bunun için; önce batılılaşmanın ilk öncüleri ve hatta şimdiki taraftarlarının gerekçelerine bakmamız icabediyor. Çünkü, beklentiler ve sonuçlar arasında doğru bir bağlantı yoksa; beklentilerin de hayali ve gerçeklere dayanmadığını rahatlıkla söylemek mümkün oluyor.

Hedefler neydi: Batının ilmi ve teknolojik seviyesine ulaşmak. Devleti, belli kesimlerin elinden kurtarmak.. Çağdaşlaşmak ve modernleşmek..

Batı’nın ilmi seviye, objektif bir hedefti ve ilmi ve teknolojik  amaçlara ulaşmak, ne İslam dininin ve ne de toplumun karşı çıkacağı bir konu değildi. Aslında, II.Sultan Abdülhamid’in ilmi ve eğitim alanındaki yenilik hamleleri, tam da bu hedefleri gerçekleştirmeye yarıyan teşebbüslerdi. Fakat, taklitçi ve dogmatik mantık, bu gelişmeleri görmek istememişti.

Fakat uygulamada, ilmi ve teknolojik hedefleri gerçekleştirmek yerine; kılık kıyafet, batı kanunlarının alınması, batılı askeri sistemin kurallarının benimsenmesi, kadının bir değişim ajanı gibi,  batılı bir biçime  sokulması, batılı fikirlerin toplumuma uyup uymadığına bakılmadan aynen alınması gibi çabalar, öncelikle batılılaşma hedefleri ile uyumsuz, körü körüne bir başka medeniyete benzeme çabalarıydı.

Batılılaşmanın siyaset ve toplum anlayışımıza yansımaları:

150 yıla yaklaşan Batılılaşma çabalarımız, ne ilmi alanda ve ne de sosyal ve iktisadi konularda bizi ve aynı yolu takip eden diğer ülkeleri, hedeflerine ulaştıramadı.  Belki, pozitif ilimlerde bize biraz daha gelişme imkanı sağladı. Ama, sosyal yapımız ve kurumlarımız, giderek çözülmeye ve fonksiyonlarını kaybetmeye başladı.

Batıcılar, batı’ya teslim olmanın, orijinal bir gelişme ve  ilerleme ortaya koyamayacağını tahmin etmemiş olacaklar ki, sadece idari ve sosyal yapıyı, şeklen batıya benzetmeye başladılar. Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde, batı kurum ve sistemlerini alarak, müsbet bir değişme ve geleceği sağlayabileceklerini düşündüler. Halbuki, iktisadi, siyasi ve hukuki değişimler, toplumların inanç, ahlak ve kültürlerine uyabildikleri ölçüde bir fayda sağlayabilecek bir sosyal konun halindedir.

Toplumumuz, ahlakını, samimiyetini, anlayışını ve fedakarlık gibi değerlerini, batı fikir ve siyasi görüşleri sebebiyle ağır ağır terketti. Bunda, batılılaşmayı bir devlet politikası olarak, halka dayatan iktidarların büyük rolü bulunmaktadır. Özelilkle gençlik, tarihi ve kültürel misyonundan habersiz bir şekilde yetişti. Şu anda, mevcut sisteme de, eski  yaşama tarzlarına, geleneklere de büyük ölçüde uzak kaldı. Öte yanda, kültürsüz ve fikirsiz din anlayışı, sadece siyasete insan  devşirecek bir niteliğe büründü. Gerçek inanç, ahlak ve fikir adamları, neredeyse ortada gözükmüyor. Şuursuz ve mantıksız batılılaşma, insanımızı tanınmayacak hale getirdi. Artık, toplumumuz, bir kavşak noktasına geldi. Ya, yeniden kendi kimlik ve değerleri ile  medeniyetini tekrar kurmaya çalışacak, ya da bu yabancılaşmanın getirdiği çürümeyi gün ve gün izleyerek çöküşü kabullenecek. Çünkü, medeniyetleri vareden de, yokeden de insanın sahip olduğu ahlaki ve ilmi niteliklerdir.

Prof. Dr. Sami Şener

 

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar