Söyleyeceklerim var sizlere. Buraya getirildiğim günü zaman olarak bilmiyorum. Benle beraber sayısız arkadaşım da getirilmişti. Bir bayram coşkusu içinde, büyük bir özenle ve özel araçlarla getirilmiştik. Birkaç gün süren çalışma sonrasında özelliklerimize göre tasnif edildik. Bize ayrılan yerlere büyük bir ihtimamla yerleştirildik. Sonra beklemeye başladık. Her gün, pek çok kişinin kaldığımız yeri ziyaret edeceğini, gelenlerin bizimle uzun sohbetler yapacağını umarak beklemeye başladık. En çok da ben…
Öyle ya konuşmalarda herkes bizden söz ediyordu. Adımız geçtiğinde insanlar bir saygı gösterme belirtisi olarak kendilerine çekidüzen veriyor, sözümüzün üstüne söz tanımadıklarını dile getiriyorlardı. Bunu çok kereler görmüş, işitmişiz. Bu kadar saygı gösterilen, sevildiği iddia edilenlerin bu mekânda unutulması, ziyaret edilmemesi, onlarla zaman geçirilmemesi düşünülemezdi. Buradakilerin çoğu böyle düşünüyordu. En çok da ben…
Ara sıra, dışarıda gezen birilerinin ayak seslerini işittiğini söyleyen arkadaşlarımız olurdu. Bulunduğum yer, benim o sesleri duymamı engelliyordu genellikle. Onların yanıldıklarını düşünürdü çoğumuz. Yakınımıza gelen olursa bize uğramadan gitmeyeceğini, buradaki bir tanıdığına mutlaka uğrayacağını, en azından bir selamı esirgemeyeceğini zannederdik. Kimseye zararımız olmamıştır şimdiye kadar çünkü. Bize danışanlara yol göstermek, çıkış yolu bulmalarına yardımcı olmak, arayışlarında yol arkadaşı olmak gibi pek çok yardımımız olmuş aksine. Buradakilerin çoğu da bu işi severek yapmış. En çok da ben…
Yukarıda da belirttim ya buraya geldiğim/getirildiğim günü hatırlamıyorum. Tam bunu söylerken bir şarkının ‘’Çok seneler geçti, çok seneler geçti.’’ sözleri dilime dolandı. Evet, çok seneler geçti. Çok bekledik. Ben de…
Bu sabah kendimi bambaşka hissediyorum. İçim kıpır kıpır. Hayır, hayır bir haber falan almadım. ‘’Üzülmeyin, gevşemeyin…’’ güzel şeyler olacak. Bu umutla ve farklı bir keyifle günü selamladım. Çok geçmeden içimdeki kıpırtının sebepsiz olmadığını hissettirecek bir gelişme oldu. Kulaktan kulağa bir haber dolaştı, bana kadar da geldi o haber. Biri, kapıda duran görevliye selam vermiş. Bizi ziyaret edeceğini söylemiş. Görevli büyük bir keyif ve nezaketle ona yol göstermiş. Söylenen gerçekmiş. Bir süre sonra ben de duymaya başladım. Ziyaretçinin ayak sesleri boşlukta yankılanıyordu . Hiç ziyaretçisi gelmeyenler, nefeslerini tutmuş; gelenin kim için geldiğini anlamaya çalışıyordu. En çok da ben… Gelenin ayak seslerini gitgide daha net duyuyorum. Benim bulunduğum koridora gelmiş olmalı. Heyecandan kıpırdayamıyorum. Tak tak ayak sesleri, kalp atışlarıma eşlik ediyor. Benim için gelen biri olma ihtimali, koridorda artan sesle birlikte oransal olarak artıyordu. Heyecanımı ifade etmekte zorlanıyorum şu an. Sevdiği kıza bir türlü açılamayan mahcup delikanlının âşık olduğu kızı karşısında gördüğü anki kalp çarpıntısının belki on katı bir heyecan içindeyim. Nefesimi tutmuş bekliyorum. Buraya geldiğimden beri hiç ziyaretçimin olmaması, gelen kişinin benim için gelmiş olma ihtimalini azaltsa da böyle bir beklenti içinde olmamamı gerektirecek bir durum da söz konusu değildi. Buradakilerin tamamı coşkulu ve muazzam bir ziyareti hak ediyor. Kişisel özelliklerimi düşündüğümde böyle bir ziyareti ben de hak ediyorum. Hem de çok.
Yine lafa daldım, geleni kaçıracağım. Benim için gelmişse içimdekileri ona yavaş yavaş, sindire sindire anlatacağım. Onunla günlerce zaman geçirmek için gereken ikramlarımı onu sıkmadan vereceğim. Tecrübelerimi hatta belki sırlarımı ona aktarırken sıkıcı olmamaya özen göstereceğim. Onun da konuşmasına izin vereceğim tabii ki. Evet, anlatacağım çok şey var ama ilk günden de korkutmayacağım. Aslında o da kısmen de olsa beni tanıyan biri ise zaten ona vereceğim hediyelerle müjdelerimden sonra yanımdan ayrılmayacak, beni daha iyi anlamak için ziyaretlerini sıklaştıracaktır. Yani önemli olan muhabbetin başlamasıdır. Devasa bir birikimim var. Birikimime güveniyorum.
Heyecanım dilime vurdu. Çok hayale daldım yine. Evet, bulunduğum koridora geldi beklenen. Kapılara bakıyor. Kapıların üzerindeki isimleri dikkatle okuyor. Doğru adrese geldiğinden emin olmak istiyor. Ancak bazı kapıların üzerindeki yazılar silinmiş, güçlükle okumaya çalışıyor onları. Hatta bazıları farklı dillerde yazılmış, onları çözmek için uğraşıyor. Sonra bu işten vazgeçiyor. Kimi aradığını bilen birinin kararlılığıyla elini uzatıyor. Eline odaklandım. Hangi kapıya yönelecek, bakıyorum. Birden hızlıca hareket edip hemen yanımdaki kapının kolunu çeviriyor ve doğru olduğunu düşündüğü odaya gidiyor. Hevesim kursağımda kaldı yine. Umutlu bekleyişim hayal kırıklığıyla sonlandı. Yalnız kaldım. İçime kapandım. Karamsarlığım artıyor. Yalnızlığım da…
Ben kim miyim? Beni merak mı ettiniz? Nedense buna inanmak istiyorum ama inanamıyorum. Neyse. Aslında beni çok iyi biliyorsunuz ama unutmuşsunuz. Evet, unutmuşsunuz. Çok sevdiğinizi söyleyip ancak bir türlü zaman ayırıp okumadığınız ‘kitabım ben. Kütüphanelerde, kitaplıklarda, raflarda hatta zaman zaman masanızın çekmecelerinde unuttuğunuz kitap. Saygıda kusur etmediğiniz; okumayarak, zaman ayırmayarak büyük hata ettiğiniz kitap. Ancak her şeye rağmen umut kesmem asla. Umut dağıtırım, coştururum. Düşündürürüm en çok. Aydınlatırım üstelik. Ne demişti usta ‘ Okumadığın gün, karanlıktasın.’ Bunu asla unutmayın!
Şimdi ne mi yapıyorum. Ne olacak, yine bekliyorum. Bana aşkla sarılan, beni anlamak için çabalayan, beni okuyup anlayan birilerini bekliyorum. Bekleyenim ben, bekleyen. Her şeye rağmen inanıyorum ki ezgisi hala çok kişinin aklında, dilinin ucunda olan; söz ustası Abdurrahim KARAKOÇ ‘un aşağıdaki güzel şiiri, yankısını bir gün bulacak benim için.
‘’Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık.
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık
Gökten yağmur yağmur yağacak renkler
Daha hoş kokacak, otlar çiçekler
Ardından bitmeyen mutlu gerçekler
Bir sabah gelecek, kardan aydınlık. ‘’
EYYUP YÜKSEL