Bundan önceki yazımızda belagatin tanımı hakkında bazı bilgileri verdik. Bu yazımızda da belagatin konuş, gayesi ve muhtevası hakkında bazı bilgileri vereceğiz. Belâgatin konusunu, genel olarak kelâm yani konuşma ve onun vasıtası olan her çeşit söz olarak yorumlamamız mümkündür.[1]
Toplumların kültürü farklı olduğu gibi, dil ve belâgatlerinin de farklı olması pek tabiidir. Dil ve belâgat farklı olunca, haliyle konusu da farklı olur. Kimisi belâgati; hukukî, kimisi dinî, kimisi edebî, kimisi siyasî ve benzeri alanlarda kullanmaktadır. Arap Edebiyatında ise belâgatin konusu şiir, nesir ve her türlü edebî metindir.[2] Hem Arap hem de Batılı belâgat âlimleri, söz ile mananın birbirini tamamladığını, biri olmadan diğerinin kemale eremeyeceğini ileri sürmektedirler. Onlar, belâgatte söz ve manayı bedendeki ruh ile cisme benzetmektedirler. Kelimeyi de bu şekilde düşünmek mümkündür. Buna göre kelimede şekil ve muhteva, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak değerlendirilebilir.[3]
Belâgatin konusu olan dil, insanlıkla beraber başladığına göre, belâgatin gayesi de insanlıkla beraber başlamış sayılır. Çünkü belâgatin gayesi, insanın gayesini ifade edebilmesi için sözü en iyi şekilde kullanabilmesini sağlamaktır. Buna göre, dilleri belli bir noktada dondurmak mümkün değildir. Diller, durmadan ifade etmek zorunda kalacakları yeni fikir ve nesneler ile karşılaşırlar. Bu diller, mevcut kapasiteleri ile meydana gelen değişiklikleri göğüsleyemedikleri için, değişme ve gelişme ihtiyacı içinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle dil, belâgat sayesinde gelişir ve geliştikçe de zenginlik kazanır. Başka bir ifade ile belâgat, bu gibi ihtiyaçlardan dolayı dilin gelişmesini ve problemlere cevap verebilecek hale gelmesini amaçlar. Hz. Ali (ö. 41/661) de, “Her insanın değeri, yaptığı, ortaya koyduğu şey (söz ve ifade) ile ölçülür” diye buyurarak, belâgatin önem ve gayesine işarette bulunmuştur.[4] Dil Bakımından durum böyle iken, dinî açıdan belâgatin başka bir amacı daha vardır. O da, Kur’an ve sünnetin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve özellikle Kur’an’ın i’câzını ortaya koymaktır. Kur’an’ın indirilişinden bu yana, İslâm âlimleri bu sahada çeşitli eserler yazmışlardır. Bunun neticesinde bir bakıma, Kur’an’ın Allah’ın kelamı ve Hz. Muhammed’in (sav.) de Allah’ın Peygamberi olduğu kanıtlanmıştır.
Arap Edebiyatında belâgat, meâni, beyan ve bedî’ ilimlerinden oluşmaktadır.[5] Meânî ilmi, kısaca haber ve inşadan bahsetmektedir. Haber, doğru ve yalan olma ihtimali olan söz demektir. İnşa ise, doğru ve yalan olma ihtimali olmayan söz olup emir, nehiy, soru, temenni, dua, nida ve benzeri konuları kapsar.[6] Beyan ilmi de teşbih, hakikat, mecaz, istiare, kinaye ve benzeri konulardan bahsetmektedir.[7] Bedi ilminin muhtevasına ise, edebî yazıların lafız ve mana güzellikleri girmekte, yani bedi’ ilminde bu hususların üzerinde durulmaktadır.[8]
Namık Kemal’in (ö. 1306/1888) bir beytinde, belâgat ilmini oluşturan beyân, bedî’ ve meânî ilimlerinin üçü bir arada zikredilmektedir:
Meydanda Bedî’ ile Meânî
Biz de okuduk biraz Beyânı.[9]
Muallim Nâcî (ö. 1310/1893), belâgat ilminin muhtevasına giren, onu oluşturan bu üç ilim hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
“Belâgat ilmi, Meânî, Beyân ve Bedî’ adı ile üç kısma ayrılır. Bunlardan her biri de, edebî bir fen/ilim olarak kabul edilmektedir. Şu üç meseleyi, göz önünde tutup dikkat edelim:
1 – Kelâmın muktezayı hâle tatbiki. Yani söylenen sözün, anlamı ile uyum sağlaması.
2 – Bir mananın, biri diğerinden daha açık birkaç suretle ifade edilmesi.
3 – Mutabakatı, vuzuhu tam olan sözün tezyini.
İşte bunlardan birincisi fenn-i Meâni, ikincisi fenn-i Beyân ve üçüncüsü de fenn-i Bedî’ ile bilinmektedir. Bunların ehemmiyeti, bu tertibe göredir.
Kelamda iki türlü güzellik aranır. Biri hüsn-i zâtî, diğeri ise hüsn-i arazîdir. Hüsn-i zâtî (zâtî, kişisel, şahsi ve tabii güzellik), Meâni ve Beyân, hüsn-i arazî (sonradan elde edilen güzellik) ise, Bedî’ ile alakalı olur.
Söz, güzel bir kıza benzetilirse, Meânî ile Beyânı, endamının düzgünlüğüne, hareketlerinin inceliğine, Bedî’i ise, dış süslerine benzetmek gerekir. Yalnız Bedî’ ile müzeyyen olan söz, tekellüfle süslenmiş bir çirkine benzer. Bir güzel, süslenmese de güzeldir. Bir çirkin, süslense de çirkindir. İhtimal ki o çirkin, süslenince gülünç olur. Hüsn-i zâtîsiz hüzn-i arazînin ehemmiyeti olamaz. Fakat hüsn-i zâtiye hüsn-i arazî de munzam olursa, elbette âlâ olur.”[10]
İnsan hayatında edebi bilgilerin ve edebi konuşmanın önemli bir yeri vardır. Edebiyat, insanın ruh dünyasını süslemektedir. Bu nedenle belâgatin konusu, gayesi ve muhtevası hakkında bazı bilgileri vermeye çalıştık.
NURETTİN TURGAY
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] The Nev Encyclopedia Britanica XV, 799; Britanica Junior Encyclopedia, XIII, 79.
[2] Abdulkadir Hüseyin, Fennu’l-Belâğe, Mısır 1973, s. 35
[3] Ali Abdurrazık, Emâlî Ali Abdurrâzık fi İlmi’l-Beyân ve Tarihihi, Mısır 1911, s. 43, 44, 59; İbrahim Sellâme, Belâğetu Aristo Beyne’l-Arabi ve’l-Yunan, Mısır 1952, s. 262.
[4] el-Câhız, el-Beyân, I, 90.
[5] Muhammed b. Ali es-Sekkâkî, miftâhu’l-Ulûm, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1987, s. 162 vd; el-Kazvînî, el-İdah, I, 8.
[6] el-Hâşimî, Cevâhir, s. 45 vd.
[7] Me’sud b. Ömer b. Abdillah Sa’duddin et-Teftazânâ, el-Mutavval, İstanbul 1869, s. 274.
[8] es-Sekkâkî, miftah, s. 423; et-Teftazânî, el-Mutavval, s. 376.
[9] Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, Enderûn Kitabevi, İstanbul 1994, s. 26.
[10] Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, s. 26.