Rabbimiz bütün insanlara ama daha çok da inkarcı ve isyancı tipi işaret ederek soruyor:
“Biz ona iki göz vermedik mi?”
Biz ona kafa gözü ve bir de gerçekleri göreceği türden iç gözleri vermedik mi?
“Peki, biz ona bir dil, iki dudak vermedik mi?”
Düşünme, anlama, hakikati açığa vurma, konuşma, yazma ve sanat dilini kullanma yeteneğini bahşetmedik mi?
“Üstelik biz insana hak ile batıl iki yolu da gösterdik.”
Örneğin hak ile batıl, güzel ile çirkin, iyi ile kötü, hayır ile şer, bütün bunları ayırma yeteneğine sahip kılmadık mı?
Peki neden kendisine verilen bu güçlerle hakikatin araştırmasını yapmaz ve kavrayacağı gerçekleri dile getirmek yoluna gitmez? insanın bu inkârcı yaklaşımı da ne oluyor?
İnsana Hak ile Batıl arasında seçim hakkı verildiği, İnsan sûresinin üçüncü ayetinde de şöylece açıklanır:
“Biz insana Hak yolu gösterdik, ister şükredici olur, ister kâfir/nankör olma yolunu tutar.”
Sonuçta sorgulanacak ve tercihlerine göre cezalandırılacak veya mükafatlandırılacaktır.
İşte Rabbimiz, yaratırken verdiği nimetleri hatırlatarak uyarıda bulunduktan sonra insanlığı hakka yönlendirmek için orijinal bir dil kullanımıyla şöyle buyuruyor:
“Fakat insan, imanın ve erdemlerin sarp yokuşa atılamadı. O sarp yokuşu sana kim açıklayabilir?
O, esir-köle azat etmek veya açlık dönmelerinde akrabadan yetime ya da hiçbir şeyi olmayan yoksulu yedirmek/ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Sarp yokuşa atılırken de iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar mutlu olup Cennet’e girecek erdemlilerdir.”
Yüce Mevla’mız bize nimetlerini arz ettikten sonra inkârcı ve isyancı prototipin aksine bizim iman ve erdemler yokuşuna atılıp zirveye ulaşmamızı dilediği için bize üç bölümde inceleyebileceğimiz görevler açıklayıp yüklüyor.
a.) İlk görev Fekk’u rakabe’dir; boyunduruk altında olan insanı esaret boyunduruğundan kurtarmaktır ki en büyük İslâmi erdemlerden biri budur.
Ayette geçen Rakabe sözcüğünün anlamı esir, köleleştirilmiş esir, suçsuz yere tutsak edilmiş çaresiz, imkânı olmayan tedaviye muhtaç ağır hasta, meşru sebeplerle borçlanmış onurlu kişidir. Bütün bunlar Rakabe’dir. Yardıma ihtiyacı olan bu insanlara yardım etmek ve yardıma aracı olmak görevimizdir.
Bu göreve, kısaca kişinin temel hakları ve özgürlüklerini korumasına, temel hakları ve özgürlüklerini kullanılabilecek kıvama getirilmesine yardım etmek de, diyebiliriz.
b.) İkinci görev yoksulu, yetimi, yardıma muhtacı doyurma anlamına sosyal adalettir.
Konuyu açalım: Ekonomik krizlerin yaşandığı yaygın sefalet ve açlık dönemlerinde, muhtaç insanları yedirip doyurmak veya ihtiyaçlarını karşılayabileceği şartları oluşturmaktır.
Yetimin Tanımı
Yetim ergenlik öncesinde annesi veya annesi-babası olmayan anlamına gelmekte ise de geniş anlamı zayıf olup yardıma muhtaç insandır. Kur’ân’da bize zayıf kadınlar tabiri kullanılarak yetimin zayıf kişi anlamına işaret edilmektedir. (Nisa 127)
Müslüman, Allah’ın, ihsan ettiği nimetlerden verilmesini emrettiğini bilir, karşılık beklemeksizin yedirir, içirir ve insanların kendi emekleriyle ihtiyaçlarını giderebilecekleri şartları sağlama yoluna gider. Üstelik teşekkür de beklemez. Teşekkür beklemeksizin yedirip içiren kullarını Rabbimiz İnsan suresinde övmektedir.
Aslında yedirip içirmek ve yoksulun kendi ihtiyaçlarını sağlayabileceği şartları oluşturmak da yetmez. Ayrıca buna teşvik etmek de lazımdır. Çünkü Hakka suresinde cehennemlikler vasfedilirken onların büyük olan Allah’a inanmadıkları, yoksulu doyurmayıp doyurmaya da teşvik etmedikleri açıklanır; bir diğer anlatımla sosyal adaletçi atılımlar yapmadıkları bildirilir.
c.) Üçüncü görev de iman edenlerden, sabrı ve merhameti öğütleyenlerden olmadır veya onlara katılmadır.
Burada önemli bir noktaya açıklık getirmek isteriz. İslam’a iman ve bağlılık, yukarıda açıklamaya çalıştığımız insanları özgürlüklerine kavuşturmak ve sosyal adalete yönelik eylemler yapıp yaptırmak gibi amellere götürebildiği gibi bu salih ameller de İslam’a yöneltebilir. Asıl dikkatlerimizi çekmek istediğimiz husus da budur.
Bir kişi geldi ve Peygamberimizle aralarında şu konuşma geçti.
Burada genel bir hakikate daha işaret edelim: bütün güzel ve hayırlı ameller fayda sağlar. Ama İslamî esaslara ve yaşam ölçülerine iman edilmezse fayda sadece dünyada olur. Kişi ün yapar, parasal imkânlara sahip olur. Ama kişi Allah’a ve ahiret hayatına imanla inancının gereği olarak yaparsa yaptığı güzel işlerin sadece dünya hayatında değil ahiret hayatında da mükâfatını görür.
İslam Dünyayı Ahirete Bağlar
İslâm bir ideoloji değil, Hak dindir, dünya hayatını ahiret hayatına bağlar. Açıklamaya çalıştığımız erdemler de Allah’ın rızasını kazanarak ebedi hayatın mutluluğunu sağlamak için yapılır.
İşte bu güzel amelleri yapanları Rabbimiz Beled Rabbimiz 18. ayetinde Ashabü’l- Meymene olarak niteler. Onlar ebediyen mutlu olacak Cennetliklerdir.
Açıklamaya çalıştığımız üç ana görevi yapmayan kâfir insan tipleri ise Ashabü’l-Meş’eme olarak vasfedilir; Cehennem azabının varisleri olacakları bildirilir ve bu ataş azabının üzerlerine kilitleneceği şöylece açıklanır:
“Ayetlerimizi oluşturan tabiat ve İslam yasalarını inkâr edenler ise bedbaht olacak kişilerdir. Cezaları da kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış Cehennem ateşi olacaktır.
Sözü, Beled suresinin de özeti olarak kabul edebileceğimiz bir hadiste bağlayalım:
Peygamberimiz, Ya Resulallah bana cennete götürecek işleri öğretir misin diyen bir sahabiye şöyle buyurur:
Hepinize hayırlar, huzurlar, bereketler diliyorum sevgili kardeşlerim…
ALİ RIZA DEMİRCAN