Yüce Yaratıcı Kuran’da böyle buyuruyor: “And olsun insanı biz yarattık, nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şahdamarın daha yakınız” (1)
Rabbimiz, yalnızca bu uyarıyla yetinmemiş, başka ayetlerde de; daha net bir ifade kullanmış, “Şunu da bilin ki, Allah içinizden geçeni bilir” (2)
Bu ısrar niye? Çünkü biz yaratılış itibariyle zaaflarımıza teslim olmuşuz. Dolayısıyla, kendimizi sorumsuz ve kontrolsüz sanırız. Hâlbuki öyle değil!
İslam dünyasının en büyük problemlerinden birisi bu ayetlerin işaret ettiği kişilik duruşunu ortaya koyamamasıdır. Bu ayetler için yapılan yorumlar elbette önemlidir, ancak en önemlisi, bu ayetlerle Yüce Yaratıcı bizlere, (nefsimizin bize fısıldadığını ve içimizden geçenleri) bilecek kadar yakın olmasını işaret etmesi ve bunu da (şahdamarıyla) sembolleştirmesidir.
‘Şahdamarı’ kalple beyin arasındaki en hayati bağdır. Kalp beyni besler, beyinin düşünme yeteneğini ise kalp sağlar. Her iki iletişim şeklinin ara bağını şahdamarı temin eder. Kalp durduğu zaman beyin ölür, beyin öldüğü zaman kalp beden üzerindeki hükümranlığını kaybeder. Böylesi biyolojik bir iç disiplinin manevi atmosfer içerisinde dillendirilmesi, bizim hem bedenen, hem de ruhen bağlandığımız Rabbimizle bütünleşmemizin işaretidir. Tasavvufta kimileri buna; ‘Vahdet-i Vücut’, kimileri ise; ‘Vahdet-i Şühud’ demiş! Her iki halde de insan Rabbiyle beraberlik içindedir. Onun disiplini altındadır ve onun denetiminden kurtulamaz! Çünkü O, ‘içimizden geçeni bilecek kadar’ bizimle beraberdir!
Şimdi böyle bir kuşatma altında bulunan birçok insan, Allah’ın bu şemsiyesinin huzurundan çıkarak, niçin keyfiyeti belirsiz, umut pazarlamacılarının peşine düşüyor?
İslam Tarihi’ne bakın; Müslümanların zavallılığı, perişanlığı, acziyetinin altında böyle bir İlahi, dolayısıyla muhteşem koruma imtiyazına rağmen, çoğu zaman Hz. Resulü de aradan çıkararak himayeyi rüyada kendisine vazife verildiğini söyleyenlerden beklemesinin cehaleti vardır.
Bir insan bu ayetin işaret ettiği uyarıyı dikkate alsa, bırakın olumsuz söz ve davranışı, zararlı kabul ettiği her türlü düşünceyi bile hayatının her anından çıkarıp atar.
Bugün buna doğru bir yöneliş var mı? Pek umutlu değilim, insanlarımız inandığını söylüyor, ancak yaşama konusunda söylediğinin cömertliğini görmeniz mümkün değildir. Hani, ‘O gafururrahimdir (bağışlaması boldur)’ gibi bir sığınağımız var ya, hep ona güvenir insanlar. Ancak, ferdi kusurlar genelleşerek toplum tarafından hoşgörüyle karşılanmaya başlayınca, bunun sınırları genişler ve bizi tehdit edecek manevi yıkıma kadar götürebilir. Mevlana’na ait olmadığı halde, ona mal edilerek bir sığınma şablonu haline getirilen, ‘Tövbeni bin defa bozmuş olsan da yine gel, bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir’, sözü günahkârlığa kapı açmamalıdır.
Burada şunu bir İslam Geleneği olarak düşünenler olacaktır; insanı böyle bir kavrayış ve teslimiyete kendisi değil, mürşidi götürür.
El Hak doğrudur. Zihin tembelliğini aşamamış cahil bir insan bunların farkında değilse, himmeti kendi dışındakilerden dilenecektir elbette. Hz. Peygamber’in dışında, kendi mürşitliğini ilan edenlere tabi olanların, kendi iradelerini de ipotek altına soktuklarını unutmamak lazım. Bu kölelik kültürüdür, İslam’ın ruhunda bunun yeri yoktur!
_________________________________
1- Kaf; 50/16)
2-Bakara; 2/235-İsra;17/ 25)