Yaşadıklarımdan hareketle şehirlerle kurduğum ilişkilere ait değerlendirmelerimde bu seferki durağım Ankara. Bir başka şehir Ankara… Üniversite şehrim. Henüz sınava girmeden Türkiye haritasını önüme alarak tercih ettiğim (O zamanlar önce tercih, sonra sınav vardı.) nerdeyse haritanın tam ortasına denk gelen Ankara’nın köklü üniversitelerinden biri olan Gazi Üniversitesinin sevdiğim, severek okuduğum bölümüne yerleşmiştim. Üniversitenin iç dinamiklerinin farkına çok sonradan varacaktım tabii ki. Bu iç dinamiklerin de üniversite öğretimi dışında bana kazandırdığı pek çok şey olmuştur aslında.
Ahmet Hamdi TANPINAR ‘Beş Şehir’ isimli eserinde Ankara için şu ifadeleri kullanır: ‘’Bütün bir Anadolu’ya bir iç kale vazifesi görmüş, eteklerinde daima tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır… Anadolu kıtasının kaderinde az çok değişiklik yapan vakaların çoğu onun etrafında gelişir.’’ Benim için de hayatımda pek çok değişikliğin olduğu şehirdir Ankara.
Ankara, pek çok zorluğunu iliklerime kadar hissettiğim ancak her zorluğunu aştığımda daha da güçlendiğim bir yer. Sahip olduğu karmaşadan kendine özgü bir düzen geliştirmiş bir kent. Böylesi bir büyük kente nerdeyse tek başına gelip üniversite hayatına başlayan benim için Ankara, bir masaldan alınıp Anadolu’nun ortasına kondurulmuş ve her an onunla mücadele etmek zorunda kaldığım canavarı andıran bir şehirdi ilk zamanlar. Yedi başlı ejderhaydı sanki. Barınma sorunu, geçim sıkıntısı, birlikte ev tuttuğunuz kişilerle uyuşup uyuşamama durumunuz, ulaşım ile ilgili problemler, dersler, okuldaki görüş ayrılıkları ve bütün bunların üstüne mutfaktaki yeteneksizlik… Her biri ejderhanın bir başı olarak beni zorlamıştı ilk haftalarda. Ama zamanla pek çoğunun üstesinden arkadaşlarım ve dostlarımın desteğiyle gelmeyi başardım. Bu açıdan Ankara, mücadelenin de adıdır benim için.
Okuma serüvenimde başka dünyaları keşfe çıktığım yerdir burası. Yepyeni isimler, kitaplar, insanlar tanıyordum. Tanıdıkça okuma isteğim de artıyor. Seviyeli ve her türlü düşüncenin rahatça tartışıldığı kitabevleri ile müdavimlerinin çok iyi bildiği Sakarya Çay Ocağı gibi mekânlar bu isteğimi daha da kamçılıyordu. Kaldığım öğrenci evlerinde birlikte yaşadığım arkadaşlarla çok şey paylaşırdık. Özellikle burada neredeyse kendimi bir kitap cennetinde hissediyordum. Birlikte kaldığım İsmail KARAKURT, İbrahim ATICI ve İlhami BÜYÜKBAŞ’ın şiir tahlilleri, kitap değerlendirmeleri zevkle dinlediğim, zaman zaman katıldığım ufuk açıcı sohbetlerdi. Herkes herkesle aldığı kitabı paylaşıyordu, böylece az parayla çok kitap okuma fırsatı yakalıyorduk. Tatil günleri geç saatlere kadar kitap okumalarımız, zihinlerimizde ‘Sıfır Üç Depremleri’’ yaşatıyordu. Karşılaştığım yeni fikirler, beni daha da olgunlaştırıyor, olaylara başka yönlerden bakmamı sağlıyordu. Üniversite dışındaki üniversitemdir bu açıdan Ankara. Kitaplara ilgimin yanı sıra müzik zevkim de değişerek artıyordu bu şehirde. Evde kullandığımız auto reverse (kasetin iki yönünü çevirerek çalan) özellikli küçük kasetçalarda Zamfir’in ‘Flüt Konçertosu’na Ahmet KAYA’nın ‘Şafak Türküsü’ ile başlayıp diğer eserleriyle devam eden müziklere dışı Sezen AKSU, içi yasaklı şarkılar kayıtlı kasetler eşlik ederdi. Müzik zevkimizin o zamanlar sahiplendiğimiz görüşlerimiz doğrultusunda güçlü, nitelikli ezgilerle beslenmesi demekti Ankara.
Yine TANPINAR, Ankara’yı anlatırken ‘’ Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı terkipleriyle doludur. Asırlar içinde uğradığı istilalar, üst üste yangınlar ve yağmalar şehirde geçmiş zamanların pek az eserini bırakmıştır.’’ der. Hem bu sebepten hem de 1923’ten önce hiç başkent olmamasından olsa gerek tarihi eser, özellikle de mabet özellikli eser sayısı oldukça azdır. Bu nedenle de Ankara’nın uzun yıllar mabetsiz şehir olarak anıldığını belirteyim Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’yi de yâd ederek. Özellikle eski Ankara dışındaki yeni yerleşimlerde çok az sayıda mabet olması ya da var olanların da bina altlarında, bodrum katlarında bulunması bu tabirin yerleşmesine neden olmuştur. Bu anlayış daha sonraları yıkılmıştır. Bu arada camiler, benim üniversite okuduğum dönemde gerek dünyada gerekse Türkiye’de Müslümanların karşılaştıkları haksızlık ve hukuksuzluklara karşı gençliğin direnişler sergilediği, seslerini duyurdukları mekânlar olmuştu. En çok da Hacı Bayram, Kocatepe ve Cebeci camileri bu eylemlerin yapıldığı yerlerdi. Yumruklar havada olurdu ve sloganlar en yüksek sesle atılırdı buralarda. Yaşanan arbedelerde yenilen copların hesabı tutulmazdı asla. Buradan da bakınca benim için Ankara; korkusuzca sıkılan yumruk ve göğe savrulan slogandır, sonrası pek de düşünülmeyen.
Online bankacılık işlemlerinin olmadığı zamanlarda Ankara’da öğrenci olmak harçlığının zaman zaman geç gelmesidir. Böylesi zamanlarda zeytin ekmek ikilisi, sabah ve akşam öğünlerimizin mecburi müdavimleri, Knut HAMSUN’ın ‘’Açlık’’ romanı ise başucu kitabımızdı. Zeytin buğulama, zeytin kızartma, zeytin kavurma ve zeytin salata; ev arkadaşlarımla mutfak kültürü açısından gelişimimizin son evresine ulaştığımızın göstergeleriydi. Neyse ki bu durumlar sık sık yaşanmazdı ama harçlıklarımız gelene kadar açın halinden en iyi ev ahalimiz anlardı. O anlarda Ankara, nefis terbiyesinin tavan yaptığı yerdi bizim için.
İlkyaz ve sonbaharlarda yağan yağmurlara eşlik etmek için Beşevler’den Kızılay’a yürüdüğüm zamanlar çok olmuştur. Bu yürüyüşlerin bana bir faydası da iç yolculuğumu, değerlendirmelerimi yapma fırsatı doğurmasıydı. Acemice kurgulanmış ilk şiir dizeleri, bir metnin giriş cümlelerinin taslakları bu yürüyüşlerin bana kazandırdıklarındandır. Zaman zaman da yağmura gözyaşlarım eşlik ederdi, içim dışım ıpıslak yürürdüm. Bu durumda Ankara yürümek demekti, bugünden yarına.
Bu yazıda Ankara’nın tarihi, turistik mekânları ile yemeklerinden bahsetmediğimin farkındayım. Üniversite yıllarımı burada geçirmiş olmamın ve bu süreçte buna ayıracak zamanımın olmaması bunda etkili olmuştur. Yazının, biraz da orta gelirli bir öğrenci gözüyle Ankara’nın hissettirdikleri ve burada yaşananlar üzerine olduğunu belirtmek isterim.
Şehirlerimle aile fertlerim arasında bağ kurmaya burada da devam edeceğim. Mardin baba yarası, İskenderun anne vefası idi. Ankara ise ‘abi fedakârlığıdır’ benim için. Öyle ya hepsi evli, çoluk çocuk sahibi abilerim, pek çok şeyden kısarak Ankara gibi attığın her adımda para gerektiren bir şehirde okumamı sağladılar. Asla unutulmaz yaptıkları. Bunu aklımdan çıkarmadan, her kuruşu dikkatle harcamaya gayret ettim ben de. Varsa bir israfım kitaptan yanadır. Ellerinden öpüyorum hepsinin.
EYYUP YÜKSEL
Maşallah..zevkle okuyoruz sehirlerinizi hocamm