Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç’ın kaleme aşdığı “Bir ailenin şeceresi” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruzz…
Lübnan asıllı meşhur İngiliz tarihçi Albert Habib Hourani (1915-1993), Londra Üniversitesi bünyesinde çıkan Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu Bülteni’nin 1986 tarihli bir sayısında, Lübnan’ın güneyindeki Cebel-i Âmil bölgesi hakkında şu bilgileri verir:
“Cebel-i Âmilli Şiî âlimler, Lübnan’ın güneyinde Sûr ile Saydâ’nın dağlık iç kesimlerinde uzanan memleketlerinde yaşayan cemaatlerinin, en eski Şiî grubu olduğunu iddia ederler. Buranın kuruluşunu da Peygamber’in sahabilerinden ve Ali’nin onun siyasî varisi olduğu tezini destekleyen isimlerden Ebû Zerr’e atfederler. Ebû Zerr, Medine’den Şam’a gelmiş, daha sonra da Cebel-i Âmil mıntıkasına sürgün edilmiş, burada ilk Şiî cemaati kurmuştur. Onun adına inşa edilmiş bir mescidi bugün de görmek mümkündür.
Gerçekte ise, Şiîliğin Cebel-i Âmil bölgesine nasıl yayıldığı belirsizdir. Hakikat, 10’uncu yüzyılda buralarda artık Şiîlerin varlık göstermeye başladığıdır. Halep merkezli bir yönetim kuran Şiî hanedan Hamdânîler ve sonrasında onların topraklarını da içine alacak şekilde genişleyen Fâtımîler döneminde, Suriye ve Lübnan bölgelerinde Şiîlerin ekseriyeti teşkil etmiş olması muhtemeldir. Birçok seyyah da bu duruma tanıklık etmiştir. 1047’de Sûr’dan geçen Nâsır-ı Hüsrev, nüfusun çoğunluğunu Şiîlerin oluşturduğunu, ancak kadılık vazifesini bir Sünnî’nin deruhte ettiğini gözlemlemiştir. İbn Cübeyr’e göre, 1184 tarihi itibariyle Şam diyarında Şiîlerin oranı Sünnîlerden fazlaydı ve Şiîler kendi aralarında İmâmîler, Râfızîler, Zeydîler, İsmâilîler ve Nusayrîler şeklinde bölünmüştü. Yarım yüzyıl sonra Halep’i ziyaret eden Yâkût el-Hamevî de, bölgedeki fakihlerin fetvalarını İmâmiyye Şiası’na göre verdiklerini söylüyordu…”
Günümüzde Hizbullah’ın ve ona bağlı Şiî fraksiyonların denetiminde bulunan Cebel-i Âmil, geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren Lübnan, Suriye, Irak ve İran arasında mekik dokuyarak, Ortadoğu’da derin dinî ve siyasî etkiler meydana getiren çok sayıda Şiî din adamının çıkış yeri oldu. Bunlar arasında Sadruddîn Muhammed bin Sâlih’in (1779-1848) soyundan gelenler, özellikle büyük şöhret kazandılar.
Şeceresi Şia’nın yedinci imamı Mûsâ Kâzım üzerinden Hz. Ali’ye kadar ulaşan Sadruddîn Muhammed bin Sâlih, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zayıflamaya başladığı bir dönemde yaşamıştı. Onun oğlu İsmail es-Sadr (1842-1919) –ki bu unvanı kullanan ilk kişiydi– tam anlamıyla bir “geçiş dönemi şahsiyeti”ydi. Ama tesiri bütün bir yüzyıla yayılacaktı.
Necef’e giderek Şiî ilim hiyerarşisinin ana akımına konuşlanan İsmail es-Sadr’ın en büyük oğlu Muhammed Mehdî es-Sadr (1879-1939) idi. Onun oğlu Muhammed Sâdık es-Sadr (1906-1986), Irak iç siyasetinin en çalkantılı yıllarına tanıklık etti. Osmanlı’nın yıkılışını, Irak Hâşimî Krallığı’nı, krallığın dağılışını, ardından askerî darbeleri ve nihayet Saddam Hüseyin rejimini gören Muhammed Mehdî es-Sadr, oğlu Muhammed Sâdık es-Sadr’ı (1943-1999) da tıpkı kendisi gibi sıkı bir Baas Partisi karşıtı olarak yetiştirmişti. Aynı siyasî duruşu 1974 doğumlu oğlu Muktedâ’ya aktaran Muhammed Sâdık es-Sadr, Saddam rejiminin düzenlediği bir bombalı saldırı sonucu öldürülecekti.
İsmail es-Sadr’ın ikinci oğlu Sadruddîn Muhammed Alî es-Sadr (1882-1953), dinî eğitimini İran’ın Kum kentinde tamamladı. Dünya çapında şöhret kazanacak olan oğlu Mûsâ es-Sadr da 1928’de Kum’da dünyaya geldi. Lübnan’a yerleşerek atalarının topraklarında Şiîliği tekrar canlandırmaya odaklanan Mûsâ es-Sadr, 1969’da Şia Yüksek Konseyi başkanlığına getirildi. Suriye Devlet Başkanı Hâfız Esed’in mensubu olduğu Nusayrîlik mezhebini Şia’nın “makbul ve meşru” bir kolu olarak tasdik eden de yine Mûsâ es-Sadr’dır. 1975’te patlak veren Lübnan İç Savaşı sırasında ülkenin en aktif şahsiyetlerinden biri haline gelen Mûsâ es-Sadr, 1978 yazında Libya’ya gerçekleştirdiği resmî ziyaret sırasında ortadan kayboldu. Akıbeti hâlâ gizemini korumaktadır.
İsmail es-Sadr’ın en küçük oğlu Haydar es-Sadr (1891-1937), kısa ömrünün son demlerinde dünyaya gelen oğluna Muhammed Bâkır adını vermişti. Ailenin diğer üyeleri gibi Irak’ın fırtınalı yıllarına denk gelen yaşamı boyunca, Muhammed Bâkır es-Sadr (1935-1980), Baas rejiminin amansız bir düşmanıydı. İslâmî Dava Partisi’ni kurarak rejime açıktan bayrak açan Muhammed Bâkır es-Sadr, kız kardeşi Âmine Sadr Bintu’l-Hudâ ile birlikte Saddam Hüseyin rejimi tarafından idam edildi. Muktedâ Sadr, 1994’te Muhammed Bâkır es-Sadr’ın kızıyla evlenirken, hem babasından hem de kayınpederinden tevarüs ettiği bir siyasî çizgiyi de sahiplenmiş oluyordu.
Ortadoğu’nun yakın tarihini, meşhur aileler üzerinden de kaleme almak gerekiyor. Sadr’lar, bu konuda kalem oynatacaklar için yeterli ilhamı verecek, güçlü bir kaynak.
yenisafak.com / TAHA KILINÇ
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…