Soru: Hocam; En büyük kerâmet nedir?
Cevap: En büyük kerâmet, Peygamberimizin (sav) ahlâkı ile ahlâklanmak suretiyle C. Hakka kulluk görevini bilinçli olarak ifa etmektir. Bundan daha üstün bir hâl ve kerâmet yoktur.
Soru: Bunun için ne yapmalıyız?
Cevap: Haramlardan ve zulmetmekten kaçmalıyız, tevhit inancımızı korumalıyız, yani gizli veya açık şirkten bütünüyle uzak durmalıyız, ibadetlerimiz ve zikirlerimizle nefs-i emmâreyi, Cenâb-ı Hakk’ın razı olacağı hâle çevirmeye gayret etmeliyiz.
Soru: O halde tevhit inancımızı sarsabilen hangi tehlikelerle karşılaşabiliriz?
Cevap: Bunların başında gaflet gelir. Gaflet, ilahî emirlerden bilerek veya bilmeyerek uzaklaşmak, Hakk’ın zikrinden, fikrinden, uzak düşmek, Hakk’ı unutmak demektir. Bütün günahların başı, aslında Allah’tan gafil olmaktır. Bir de şeytanî gaflet olarak kin ve haset de imanımızı sarsabilir.
Soru: Kin ve haset mi dediniz? Yani Müslümanlar arasında meydana gelen kin ve hasedi kastediyorsunuz herhalde?
Cevap: Eskiler buna gazap da derdi. Gazap, kızgınlık hâlinden doğan kin ve nefrettir. Kişi, böyle bir durumda nefsi ile baş başadır. Aslında gazap da şirkin bir alt şubesidir. Nefsi emmârenin bir sıfatı da buuz ve kindir. Gazap geçtikten sonra bile kişinin nefsine bütün bu kötü hasletler yerleşir. Bir kalpte ya öfke ve kin olur, ya da merhamet ve şefkat olur. Bu ikisi beraber bulunmaz. Maalesef günümüzde birbirine kin besleyen, kıskanan, birbirini beğenmeyen, cemaatçilik veya mikro milliyetçilik yapan sözüm ona dindarlar var. Bu Müslümanlar, Peygamberimizin (sav) “birbirinize merhamet etmedikçe iman sahibi olamazsınız” uyarısını unutmuşlar gibi. Peygamberimiz (sav) “Kini olanın dini yoktur” buyurmuştur. Namaz kılmayan günahkâr Müslümanlar, dinin direğini yıkıyor ama kin besleyen Müslümanlar ise dinini kaybediyor veya satıyor.
Soru: Hocam. Çok ağır konuştunuz. Ama netice itibariyle Peygamberimiz (sav) de bu anlamda bizleri uyarmış. O halde kin, nefret, haset, kıskançlık gibi dinimizin elden gitmesine sebebiyet veren riskli duygularımızı nasıl ortadan kaldırabiliriz?
Cevap: Allah için sevmek ve merhamet etmekle tabiî ki. Ancak bu söylendiği gibi kolay değil elbette. Çünkü nefsimiz var. O halde nefsimizle her gün mücadele etmek şarttır. Nefse muhalefet etmek, aynen ibadet etmek gibidir. Tabiî ki nefis ile cihat, Allah için olmalıdır. Bir kişi, nefsiyle cihat ede ede ruhuyla barışık hâle gelir. İşte o zaman nefsinde barındırdığı bütün kötü hasletleri silebilir, imanı kemâle erer ve başkalarına merhamet gözüyle bakar. Böylece Allah, Müslümanların kalplerindeki nurunu tamamlamış olacaktır. İşte o zaman kalp nazargâh-ı ilahî hüviyetine kavuşur, ümmet bilinci gelişir ve Müslümanlar arasında kin yerine muhabbet hâsıl olur.
Soru: Ah ne güzel olurdu. Demek ki ilk önce muhabbete engel olan kalp putlarımızı kırmamız lazım. Doğru anlamışım mı Hocam?
Cevap: Çok doğru bir ifade kullandın. Nasıl ki putlarla dolu Kâbe’yi bizzat Peygamberimiz (sav) Allah’ın emri ile temizlediyse; bizler de kalplerimize Allah ve Peygamber sevgisini yerleştirmemiz gerekir ta ki kalplerimizde çöreklenmiş putları da birer birer tasfiye edilsin.
Soru: Çok kısaca Allah ve Muhammed (sav) sevgisini ve ümmeti Muhammed vasfını nasıl kazanabiliriz ve daha da önemlisi nasıl koruyabiliriz?
Cevap: Allah ve Resulünü sevmek, onları anmak onlarla sohbet etmek ile mümkündür. Onun için Peygamberimize (sav) parantez içinde yaptığımız gibi özellikle ismini andığımızda salât-u selâm getirmeliyiz. Salât-u selâm, peygamberimiz (sav) ile konuşmak demektir. Allah’ımızı da tevhit sözleriyle anmamız lazım. Ancak tevhit, sadece “lâ ilahe ilâllah”tan ibaret değildir. İslâm inancına göre tevhit, “Muhammedun Resulullah” demekle tamam olur. Çünkü “lâ ilahe ilâllah” diyen kimse muvahhit olur, bununla beraber “Muhammedun Resulullah” da derse ümmet-i Muhammed olmuş olur. Tevhit ve Salât-u selâm, ne kadar çok söylenirse, kalpler de o kadar Allah’ın nuru ile nurlanır. Böyle bir Müslüman, gerçek anlamda Allah’ın sevgili kuludur. Gelelim ilk sorduğun soruya. İşte en büyük keramet budur. Kalbi Allah ve Muhammed (sav) sevgisi ile nurlanmış olan bir müminin başka bir keramete ihtiyacı yoktur.
Prof. Dr. Ali SEYYAR