Soru: Hocam! Size bir soru soracağım. Bazen aklımdan bir fikir geçer veya bir şey düşünürüm. O düşündüğüm şey, çok ilginç bir şekilde gerçekleşir. Mesela bazen bir arkadaşımı özlerim. Çok geçmez tesadüfen onunla hiç ummadık bir yerde karşılaşırım. Bu nasıl oluyor? Bunu bir türlü anlayamıyorum?
Ârif: Evladım! Tesadüf diye bir şey yok. Sen arkadaşınla bir rastlantı sonucunda mı karşılaştığını düşünüyorsun? Sen içinden muhakkak ki önemli ve faydalı bir konu geçirdin ve arkadaşını bu vesile hatırladın. Bu iyi niyetli düşüncen, dua hükmüne geçmiş ve melekler de o talebin bir an evvel yerine getirilmesi için, Allah’a dua etmiş olmalı ki arzuna hiç ummadık bir anda kavuşmuş oldun. Buna biz tevafuk deriz.
Soru: Ben bunu hiç böyle düşünememişim. Tevafuk mu dediniz. Nedir bu?
Ârif: Tevafuk, ilâhî iradenin bir şeyi diğer bir şeye denk getirmesi, Allah’ın bir şeyle diğer şeyleri hoş ve zarif biçimde uyumlu kılması gibi manalara geliyor. Senin düşüncelerin, Allah’ın hoşuna gitmiş olacak ki, bunlar külli iradenin kapsamına girivermiş. Tefekkür edersen, dünyada başıboş olmadığını bu küçük misalden bile anlayabilirsin. Bu hadise bile Kadîr, Hakîm, Basîr ve Alîm olan Allah’ın varlığının ötesinde O’nun her an her şeyi “OL” demekle her şeyin olabileceğinin ve ilâhî iradenin her zaman geçerli olduğunu bir göstergesidir. Tevafuk, bu yönüyle inanmayı ve teslim olmayı ifade eder.
Soru: Yani, ilâhî iradeyle uyumlu olan güzel düşüncelerimiz, Allah katında makbul görüldüğü için, hayatiyet bulabiliyor. O halde buradan ne gibi hikmetli bir sonuç çıkartabiliriz?
Ârif: Demek ki tefekkür sahasının bir vücûdu var. Allah, güzel düşüncelerimize de vücut veriyor. Rahmetinden dolayıdır ki kötü düşüncelerimize günah yazmıyor. Ancak iyi düşündüğümüz şeyler, gerçekleşmemiş dahî olsa yine de bizim lehimize oluyor. Çünkü Allah, bunları sevap olarak meleklerine yazdırıyor. Demek ki tefekkür, hatırdan güzel bir şeyi geçirmek gibi zihnimizdeki bütün soyut şeylerin manevî âlemde vücûd bulmasına sebebiyet veriyor. Hatta o manevî vücûdiyet, ilâhî irade ile bu âleme dahî intikal ediyor.
Soru: Tefekkürün bu kadar anlamlı ve manevî boyutuyla bu kadar gizemli olabileceğini hiç düşünememişim. Bunun sırrı nedir?
Ârif: Maneviyat büyüklerimiz, tefekkürü tezekkür ile eş anlamda kullanmıştır. Buna göre derin düşünce sürecinde şuurlu insan, gayri ihtiyari olarak Allah’ın hikmetini de anmaya başlar. Bununla ilgili bir âyet aklıma geldi. Allah, şöyle buyuruyor: “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı zikreder (anar); göklerin ve yerin yaratılışını düşünür: Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân, 191). Yani zikrin kemâline erebilmemiz için, kâinatta sergilenen ilâhî kudret ve azamet tecellileri üzerinde samimî olarak tefekkür etmemiz gerekir. Bu tefekkür sayesinde insanın kendi acziyetini haşyet içinde idrak etmesi mümkündür. Bu manevî bilinci elde eden bir Müslümanın tefekkürü dahî tezekkür mahiyetindedir yani her an Allah’ı zikreder gibidir.
Soru: Zikir, kalp ile olmuyor muydu?
Ârif: Bir ibadet türü olan zikir, kalp ile de olur, zihin ile de olur. Peygamberimiz (sav), ne güzel buyurmuş: “Bir saat (zihnî) tefekkür bazen bir sene (nafile) ibadetten daha hayırlıdır.” Her iki zikir türü, kalbi de, beyni de tenvir eder. Ne var ki zikrullah ile nurlanmış bir kalbin sahibi, tefekkür etmeye başladığı andan itibaren onun manevî derecesi daha da artar. Bu hâl üzerine olan bir müminin içinden geçirdikleri artık hep dua hükmündedir.
Soru: Siz tefekküre, derin düşüncenin ötesinde çok farklı bir anlam yüklediniz. Tefekkür, akıl yürütmek değil miydi?
Ârif: Gerçek tefekkür, kalben akletmektir. Tefekkür, kalpteki doğru hissiyatın aklı uyarması, aklın da bu uyarı ile kendine lazım olan ilmî tahsil etmesi, bu ilim tahsil edildikten sonra da akılla kalbin yani Allah’ın razı olduğu hissiyatla hakikî ilmin birbiriyle buluşmasının neticesidir. İşte tefekkür sayesinde mana sahasında keşfedilen doğrular vesilesiyle aklî eksiklikleri veya yanılmaları bertaraf edebiliyoruz.
Soru: Hocam; siz şimdi aklın bilgisi, kalbin buluşu ve muhabbeti ile birleşmezse kişi fikrî yönden hakikat mecrasından uzaklaşabilir mi demek istiyorsunuz?
Ârif: Daha da ötesi ya imanın lezzetini alamaz, ya da imandan bütünüyle mahrum olur.
Soru: Allah korusun. Kişi, imana kavuşamaz kısmını tam anlayamadım. Buna bir örnek verebilir misiniz?
Ârif: Kur’ân-ı Kerîm’de Velid bin Mugire hakkında nâzil olduğu hususunda müfessirlerin ittifak ettiği birbirini tâkip eden birkaç âyet vardır. Velîd b. Mugīre, şöhret, zenginlik, bencillik, kibir, kıskançlık ve ihtirası yüzünden Peygamberimizin (sav) davetini kabul etmediği gibi üstün zekâsı ile başta Ebu Cehil olmak üzere müşriklere akıl hocalığında bulunmuştur. Herkese Peygamberimizin (sav) bir büyücü olduğunu iddia etti.
Soru: Allah, ilgili âyetlerde bu kişi ve fikirleri hakkında bizlere ne gibi bilgiler veriyor?
Ârif: Mealen aktarıyorum: “(Ey Muhammed) Yarattığım o kişiyi tek başına bana bırak; geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisine nimetleri serdikçe serdiğim, arkasından daha fazla vermemi bekleyen kişiyi. Hayır, umduğu gibi olmayacak. Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. Ben de onu sarp bir yokuşa süreceğim. Zira o düşündü taşındı (fikir yürüttü), ölçtü biçti. Kahrolsun, ne biçim ölçme biçme bu! Ardından yine kahrolsun, ne biçim ölçtü biçti! Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda arkasını dönüp gitti ve kibrine yenildi. ‘Bu’ dedi, ‘olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihirdir; bu bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir.’ Ben onu cehenneme sokacağım …” (el-Müddessir (74): 11-26).
Soru: Bu nasıl çirkin bir düşünce böyle. Müşriklerin fikir babası konumunda olan bu putperestin akıl yürütme biçimini nasıl değerlendirmek lazım?
Ârif: Evladım! “Fekkera” “fikir yürüttü” demek ama burada bunu “güya düşündü” olarak anlamak gerekir. Çünkü burada bir istihza ve nihayetinde acı bir sonuç var. Peygamberimizin (sav) ilahî mesajını kendi kıt ve rasyonel aklının bozuk terazisinde tarttı ve “Bu ancak bir beşer sözüdür.” demek suretiyle cehennemlik oldu. İşte evladım; iman ekseninde kalbî düşüncelerin mükâfatı Allah’ın izni ile bazen daha dünyada görülürken, kalben akletmemenin ve kişiyi iman nimetinden uzaklaştıran mutlak gafletin uhrevî sonu da böyle elem verici olur. Velhâsıl, güzel düşünceler rahmanî, çirkin düşünceler ise şeytanîdir vesselâm.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…