Soru: Hocam; İlim, sormakla kazanılır. İlmî sohbeti terk etmek ile de ilim kaybolur. Onun için sizlerle sohbetimize kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz. Sorularıma müsaade eder misiniz?
Ârif: Estağfurullah. Buyur evladım.
Soru: Hocam! Geçen sohbetimizde kalbe nur indiğinde mümin marifete ulaşır gibi bir tespitte bulunmuştunuz. Marifet, tam olarak nedir?
Ârif: Evladım! Genel anlamda marifet, sezgiye yönelik sonu olmayan bir süreç, daimî bir şuur akışının sonucu olarak elde edilen bir idrak şeklidir. Manevî anlamda ise marifet; Yaratanı ve onun isimlerini-sıfatlarını, kudret ve iradesinin geçerliliğini hakkıyla bilme O’nu yakinen tanımadır.
Soru: Zannederim biz marifeti, daha çok manevî boyutuyla anlamamız gerekir. Peki, Allah’ı tanıma keyfiyetini biraz açabilir misiniz?
Ârif: Allah’ı tanımak, varlıkları Yaratıcının hikmetleri çerçevesinde bilebilme, yani eserden müessiri, fiilden faili, eşya ve hadiselerden Yaratıcının isim ve sıfatlarını tanıma ve anlama keyfiyetidir. Bir başka ifadeyle kişinin; kendi nefsini, Rabbini, dünya ve ahiretini bilmesidir ki biz buna marifetullah diyebiliriz.
Soru: Yaratan’ı tanıyan, O’na can-ü gönülden bağlanan ve dolayısıyla kendini tanıyan herkese marifet sahibi diyebilir miyiz?
Ârif: Diyebiliriz. Böyle kişilere irfan sahibi de diyebiliriz. Yani ârif.
Soru: Hocam, her ârif aynı zamanda bir bilgin, bir bilim insanı mıdır?
Ârif: Doğrusu budur. Her ârif de aynı zamanda bir âlimdir. Çünkü ilimsiz marifete ulaşılamaz. Marifetin tam anlamda gerçekleşmesi için, müspet bilimlerin de tahsili şarttır. İbrahim Hakkı hazretlerine göre marifet konusunda dünyanın ve evrenin yaratılışını düşünen kişinin en iyi yardımcısı astronomi bilimidir. Astronomi ve anatomi bilimleri bilmeyen bir kişi, Allah’ı bilme konusunda eksik kalır. Bu durum, diğer bilim dalları için de geçerlidir. Psikoloji, eskilerin tabiri ile marifet-i nefs de yüce Allah’ı bilmenin bir anahtarıdır.
Soru: Demek ki, marifet, kendini bilmekle ancak mümkündür. Öyle değil mi?
Ârif: Haklısın. Marifet; kişinin, yüce Allah’ın kudreti ve ilmi yanında kendi nefsini, zaaflarını, acziyetini ve cehaletini de bilmesidir.
Soru: Peki, marifetin asıl gayesi nedir desem? Ne derdiniz?
Ârif: Marifetin gayesi, Allah’ı bildikten sonra O’nu kalp ile sevmek, dil ile anmak, Allah’tan başka her şeyden ümidini kesmek, Allah’ın verdiği nimetlere her daim şükretmek, musibetlerin karşısında tevekkül ve teslimiyet şuuruyla sabretmek, Hak ve hakikati tanımak, yaşamak ve tavsiye etmektir.
Soru: Hocam; biraz kafam karıştı. Marifet konusunu işlerken birden Hak ve hakikat gibi kavramlar ortaya çıktı. Hak nedir, hakikat nedir? Hakkı tanımak ne demektir? Ve bunların marifet ile ilgisi nedir?
Ârif: Hak, inkârı mümkün olmayan gerçektir yani hakikattir. Hakkı tanımak, sıfatlarından anlaşıldığı gibi Allah’ın (c.c.) birliğini kabul etmektir. Yaratanımız, Hak’tır ha keza melekler, cinler, kabir âlemi, cennet, cehennem hepsi Hak ve hakikattir. Güneşin çekim kuvveti, yerin çekim kuvveti, radyoaktif dalgalar da hakikattir.
Soru: Yani somut olan şeyler gerçek olduğu kadar soyut olan şeyler de hakikat anlamında gerçektir. Öyle mi?
Ârif: Gerçek, müşahhas, yani somuttur ve maddîdir. Genelde görülebilir. Ancak bazı gerçekler, olan biten bir hadise ile ilgili olabilir. Bu gerçekler, sosyal bilimleri ilgilendirir. Hakikat ise olması gereken bir durum veya varlıktır ve genelde mücerret, yani soyuttur. Kişi, bakar yine de göremeyebilir. Belki görür ama bazen yine de kavrayamaz. Hatta içinde yaşasa dahî, yine de bazen onu hiç fark edemeyebilir. Ancak marifet sâyesinde, kişi bu soyut gerçekleri fark edebilir. Akıl yoluyla belki ilim bilinir fakat bilinenden bilinmeyene ancak marifet yoluyla kavuşulur. Dolayısıyla hakikat, nurlu kalplerin manevî derinliklerinde gizlidir, onu aramak ve bulmak herkesin harcı değildir. Beyazıd-ı Bestâmi hazretlerinin ifade ettiği gibi, hakikat; aramakla bulunmaz ancak bulanlar yine hep arayanlardır.
Soru: Hocam; hakikatin peşinde olmayı ben de talibim. Benim sezgilerim baya güçlüdür. Sezgilerimle Hak ve hakikate erişebilir miyim?
Ârif: Sadece sezgilerle marifet elde edilemez. Sezgilerine her zaman güvenme. O sezgilerin, ilmî ve şer’î gerçeklerle uyumlu olması gerekir. Onun için mutlaka ilmî çalışmalarına devam etmelisin ve kulluk görevlerini de ihlasla ifa etmelisin. Kaldı ki ilham, rüya, keşif veya sezgilerle elde ettiğin bilgiler doğru da olsa, bunların çoğu yalnızca seni ilgilendirir ve başkalarını bağlamaz. Buna da dikkat etmelisin.
Soru: Bunu söylediğiniz iyi oldu. Yoksa sezgilerime güvenip, bunları hakikat gibi esas alabilirdim. Haklısınız. Çünkü bazı sezgiler var ki bunlar şeytanî telkinler de olabilir haliyle. Zannederim siz onun için bana dikkat etmelisin dediniz. Değil mi? O zaman şeytandan veya nefisten gelen zararlı telkinler üzerinde bir sohbet yapsak nasıl olur Hocam?
Ârif: İnşallah. Olabilir. Ama müsaade edersen bugün bu sohbetimizle yetinelim. Okuyucularımız belki de bu sohbet üzerine biraz tefekkür etmek ister. Şimdilik bana müsaade. Allah’a emanet ol evladım…
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi