Soru: Hocam! Her insan bir ruh taşımaktadır. Bu ruhun özelliği hakkında İslâm ne diyor?
Ârif: İnsan, görünen diğer varlıklar gibi, yeryüzüne ait bir varlık olduğu kadar, bir ruh taşıması hasebiyle, aynı zamanda ahirete ait bir varlıktır. Çünkü insana hayat veren, insanı düşündüren ve idrak eden bir şahıs hâline getiren, nuranî bir varlık, latif bir cisim ve cevher olan ruh, bedenden farklı olarak fâni değil ebedîdir. Yaratanın, kendi özünden yani ruhundan insanlığa üflenmiş ve O’nun emrinde olan, insanın ölümü hâlinde bile yaşamaya devam eden, hayat sahibi ulvî bir varlıktır, insan ruhu.
Soru: Kur’ân-ı Kerim’de insana Allah tarafından bir ruh üflendiğine dair bir açıklama var mıdır?
Ârif: Vardır.Hicr sûresinde şöyle buyurulmaktadır: “Bir zaman Rabbin meleklere demişti ki; Ben kupkuru çamurdan, değişken balçıktan bir insan yaratacağım! Onu düzenleyip (insan şekline koyduğum) ve ona ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secdeye kapanın!” (Hicr; 15/29).
Soru: Buradaki üflemeyi nasıl anlamamız lazım?
Ârif: Allahuâlem; Üfleme belki sembolik olabilir. Gerçekte bir üfürme veya üfürülme durumu, bizim anladığımız manada olmayabilir. Burada insana can verilişi, daha çok temsilî olarak anlatılmış olabilir. Üfürme olgusunun ifade edildiği kavram olan “nefh”, rüzgârın bir cismin içindeki boşluğa nüfuz etmesi, sızmasıdır. Ruh, hava gibi hassas, ince bir varlıktır. Ruhun soyut bir öz olduğu da söylenebilir. Âyette geçen üfürme olgusu, nefs-i nâtıka’nın yani insan ruhunun bedene yerleşmesidir. Yüce Allah, insanı şereflendirmek ve ona verdiği kıymeti göstermek için, onun ruhunu kendi zatına nispet etmiştir. Allah, insana ilâhî özelliklerin bir tezahürünü vermiştir. Bu şekilde insan, bedenî bir varlık olmanın ötesinde ruh taşıyan şerefli bir varlık olmakla, hayatiyet bulabilmiştir.
Soru: Yani, ruhu sayesinde insan, eşref-i mahlûk kimliğine mi ulaşıyor?
Ârif: Allah, çok hususî ve bizim belki de tam olarak idrak edemeyeceğimiz bir şekilde ruhu zatına nispet etmekle insan, eşref-i mahlûk sıfatını kazanmıştır. Bu aidiyet, insana şeref ve seçkinlik atfetme maksadını güder. Sahip olunan sahip olana izafe edilmiştir, çünkü bütün ruhların sahibi yalnız Allah’tır. Üflenen ruh, Allah’ın uhdesinde, emrinde, ilminde olduğu için insan, onun iç yüzünü bilme imkânına tam olarak sahip değildir. İnsanın ruh konusundaki bilgileri, zaten çok yetersizdir. İnsanın duyu organları bu hususta oldukça yetersiz kaldığı için, bu konuda iş, daha çok soyut ve aklî, kalbî ve zihnî yorumlara düşmektedir. Gerçi duyularımız, insandaki ruhî tezahürleri inkâr etmiyor, fakat itiraf edilmelidir ki, insan, bu tezahürlerin iç yüzünü, mahiyetini, niteliğini ve fonksiyonlarını tam olarak kavrayıp, henüz ilmî yönleriyle açıklayamıyor. İlmen açıklanamayan yönleriyle ruh, gaybın belki de en önemli unsurudur.
Soru: Peki; Peygamberimiz (sav) de mi bizlere ruh hakkında bilgi vermemiştir?
Ârif: Gerçi ruh hakkında Peygamberimize (sav) bir sual sorulmuştur. Peygamberimiz (sav), hemen cevap vermemiş ve konuyu Allah’a havale etmiştir. Bunun üzerine bir âyet inmiştir: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindedir. Size o ilimden az bir şey verilmiştir.” (İsra: 85).
Soru: O halde, bu âyeti nasıl yorumlamamız lazım?
Ârif: Manevî ilimlerin özü olan ruh bilimi hakkında Yaratan tarafından verilen az bilginin bütününe yakın vakıf olabilen insan, bu doğrultuda ve bu çerçevede elde ettiği bilgileri yeterli görmelidir. Aklî ve idrakî sınırları zorlayan alanların meçhul yönlerini gayb olarak bilmeli ve bu raddeden sonra Yaratan’ın kudretine teslim anlamında ruhî ve kalbî mekanizmalarıyla yeni manevî keşiflere çıkmalıdır.
Soru: Ruh hakkında az bilginin ne kadarını biliyoruz?
Ârif: Yukarıdaki âyeti tefsir eden birçok İslâm âlimi, ilmî ve manevî gayretin sonunda ruhu, insanın anlayabileceği bir şekilde tanımlamaya ve izah etmeye çaba göstermiştir.
Soru: Buradan yola çıkarak ne gibi bir sonuca varabiliriz?
Ârif: Ruh, her şeyden önce İsra sûresindeki 85. âyette de ifade edildiği üzere, Yaratan’ın yüce emrinden yani makamından gelmiş mükemmel bir kanundur. Kanun, ilahî menşeli olmasından dolayı, büyük bir hakikatin çekirdeği, özel fıtrî bir mevhibe ve gizli meziyetler içeren zengin bir programdır. Allah, ruhu “Kun” yani “Ol” emrine ait âlemden göndermiştir. Kur’ân’da, Peygamberimize (sav) ruh anlatılırken, “Ruh Rabbimin emrindendir, de” ifadesi içinde “Rabbî” denilip, “Rabbü’l-âlemîn” denilmemiş olması, onun Yaratılış Âlemi’ne ait olmayıp, Emir Âlemi’ne ait olduğunun delillerindendir. Nasıl ki herkesçe kabul edilen ve fakat görmemiz mümkün olmayan itme-çekme ve yer çekimi gibi kanunlar, madde âlemini etkiler buna benzer ruh da bu kanunî özellikleriyle bedeni etkiler. Ancak, diğer kanunlarda şuur ve idrak bulunmamasına karşılık, insan ruhu, şuur, idrak ve vicdan sahibidir.
Soru: Ruh sayesinde insan, şuur sahibi olduğunu söylediniz. Bunu biraz daha açar mısınız?
Ârif: Şuuruyla insan her şeyi fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, vicdanıyla kendini ölçer ve iç muhasebe ile doğru karar verir, hayaliyle plânlar yapar, hafızasıyla bilgileri en ayrıntılara varıncaya kadar saklar, kalbiyle sever, kısacası tesirleri ile ruh, bedenin her yerinde bulunan diri ve çok fonksiyonları olan bir varlıktır. Görüldüğü gibi ruh, sahip olduğu maddî ve manevî hasletleriyle aklımızın almadığı birçok önemli iş görür.
Soru: Hocam! İslâm âlimlerinin de ruh hakkındaki fikirlerini sizden alabilir miyiz?
Ârif: Bu soruna istersen bir başka sohbette ele alalım. Okuyucularımızı zihnen fazla yormayalım. Haydi Allah’a emanet ol evladım…
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…