Soru: Hocam; Son sohbetimizde konuyu bir dua ile bitirmiştik. “İnsanların diriltileceği gün ve Sana temiz bir kalple gelenler dışında malın da, makamın da, şöhretin de, çocukların da fayda vermeyeceği mahşer gününde bizleri mahcup etme!” diye dua etmiştiniz. Bu dua, sanki bir ayetten ilham alarak söylenmiş gibi geldi bana. Doğru mu Hocam?
Ârif: Evet doğrudur. Evladım; Kur’ân, kalbin kirli ve temiz olmak üzere iki farklı vasfından bahsetmektedir. Bunlardan biri övülmekte, diğeri ise yerilmektedir. Övülen safvet özelliğine sahip kalp, manen temiz olandır. Bu kalp, Allah’tan başkasına yer vermeyen selim kalptir. İlgili âyet ise bizlere bu bağlamda şöyle bir bilgi vermektedir: “O gün, ne mal fayda verir ve ne de oğullar. Ancak Allah´a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.” (Şuarâ: 88-89).
Soru: Peki Hocam; kötü kalbin özellikleri nelerdir? Kur’ân, böyle bir kalp hakkında ne diyor?
Ârif: Kötü kalp, kasvetlidir, günahlarla doludur, haramlarla kararak katılaşmıştır ve sadece dünya işleriyle meşguldür. İlgili âyet, bu konuda şunları açıklar: “Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden gelen bir aydınlık (nur) içinde olmaz mı? Allah’ı anma konusunda kalpleri katılaşmış olanlara ise çok yazık! Onlar apaçık bir sapkınlık içindedir.” (Zümer: 22).
Ârif: Bu kesim, gönüllerinde Allah’a yer vermeyen gafil insanlardır. Geçmişte putperest Arapların bugün de deistlerin yaptığı gibi kendilerine “Siz Allah’a inanmıyor musunuz?” sorusu sorulduğunda, onlar Allah’a inandıklarını söyler. Ancak buna rağmen hayatlarında bu inancın izi görülmez, Allah’ın hâkimiyetinin halen geçerli olduğuna inanmaz, kendilerine yapılan uyarıları dikkate almaz, hakikatlere karşı duyarsızdır. Hak ve Bâtıl kaygısı taşımadıkları, bu husustaki manevî yeteneklerini de körelttikleri ve akıllarını bu yönde kullanmadıkları için, Allah (c.c.), onları “apaçık bir sapkınlık” içinde bulunduklarını bildirmektedir.
Soru: Hocam; katılaşmış kalpler, sembolik olarak nasıl tasvir edilebilir?
Ârif: Kur’ân, katılaşmış kalpleri taşlara ve(ya) kayalara benzetmektedir. İlgili âyet şu şekildedir: “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi vardır ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de vardır ki, çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar da vardır ki, Allah korkusuyla yerinden düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara: 74).
Ârif: Kur’ân-ı Kerîm’de kalp kelimesi, aynı zamanda aklı da ihtiva eder. Kalben akletmek, şuurlu bir Müslümanın şiarıdır. Kalben akletmeyenler, ibretli olayların karşısında düşüncesiz, anlayışsız, bencil ve hoyratça tutum ve davranış sergileyen ve bundan ötürü de kalpleri taşlaşmış gafillerdir. Yani gaflette ve inkârda ısrar, insanların kalplerini tamamen taşlaştırır. Hatta öyle ki bu inkârcıların kalpleri, taşlardan daha da katı hâle gelir.
Soru: Hocam; ben de tam da buna işaret etmek istemiştim aslında. Âyette sanki kıyaslanırcasına değişik taş türlerinden bahsedilmektedir. Bu ne anlama geliyor?
Ârif: Buna dikkat çekmen çok isabetli oldu. Evladım; imansız kalplere sahip olan insanların manevî değeri Allah katında taştan bile değersizdir. Çünkü tabiatın bir parçası ve cansız olduğunu düşündüğümüz taşlar bile genel planda Allah’ın kanunlarına uyup bereketli ve yararlı olabilmektedir. Ancak kalpleri manen kararmış ve taşlaşmış insanlar ise ilâhî emirler karşısında duyarsız kaldıkları için, gerçek anlamda istikametten uzaklaşmış sapkın kişilerdir.
Ârif: Taşlaşan kalplerin taşlardan da daha fazla taşlaşmaması için kişinin, günahlardan uzaklaşması gerekir. Çünkü taşlaşma olarak ifade edilen süreç, aslında günahların ısrarla devam etmesi anlamına gelir. Her bir günah, kalpte siyah bir nokta oluşturur ve günahlar arttıkça zamanla çoğalan bu siyah noktalar, kalbi tamamen karartır ve taş haline getirir. Bu gerçek, başka bir âyette “kalbin kararıp paslanması” şeklinde izah edilir: “Gerçek şu ki, onların işleyip kazandıkları (kötülükler ve günahlar sebebiyle) kalpleri üzerinde pas bağlamıştır.” (Mutaffifin: 14). Kalbin paslanması, nefse uyulmasına bağlı olarak hakikate karşı kapalı olması anlamına da gelir. Buradan kurtuluş, her zaman ifade ettiğimiz gibi tevbe istiğfar edip günah işlemekten vazgeçmek, ibadetlere yönelmek ve hayırlı işler yapmaktır. O zaman kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhî rızaya erme mertebesine yükselir ve böylece kalbin nurlanması mümkün olur.
Soru: Yani kalp nasıl ki günahlarla katılaşırsa/kararırsa yani taş gibi ruhsuz hâle gelirse ibadetlerle ve zikirlerle de nurlu hâle mi gelir demek istiyorsunuz?
Ârif: Elbette. Hz. Ali’nin ifadeleriyle iman, Müslümanın kalbinde beyaz bir nokta olarak belirir, ibadetlerle iman arttıkça bu nur da artar, iman kemâle erince perdeler ve paslar da bütünüyle ortadan kalkar ve kalbin tamamı nurla kaplanır. Nurlu bir kalp sayesinde ise bir mümin, marifeti elde eder ve en nihayetinde marifet, kalbin fiili ve mahsulü olur.
Soru: Vay canına. Kıymetli Hocam! Bu başlı başına yepyeni bir konu. Nurlu kalp ve marifet arasındaki münasebete dair o kadar çok soru aklıma geldi ki. Marifet nedir? Bununla ne elde edebiliriz? Bilgi ile ilgisi nedir? Hocam…
Ârif: Evladım; Heyecanını anlıyorum. Takdir de ediyorum. Ancak. Müsaade et de bu konuyu gelecek sohbetimize aktaralım. Okuyucularımızı fazla yormalıyım. Olur mu? Haydi Allah’a emanet ol evladım.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
MİRATHABER.COM – YOUTUBE