Soru: Hocam! İnsanın fizikî ve manevî yapısı arasındaki etkileşimin varlığı ve boyutu hakkında modern bilimlerde ve özellikle psikoloji biliminde değişik görüşler öne sürülmektedir. Bunların ortak özelliklerini bizlere anlatabilir misiniz?
Ârif: Hangi görüşü itibar edersek edelim, gerçek şu ki, bedenî ve ruhî olaylar birbirleriyle yakından ilgilidir. Meselâ sinir sistemi, fonksiyonel olarak işlemediği andan itibaren psikolojik süreçler de hissedilemez. Batı dünyasında psikoloji ve diğer tabiî bilimlere mensup bilim insanları, sebep-sonuç ilkesinden vazgeçerek, daha çok beden ve ruh arasındaki entegral yani tamamlayıcı ilişki üzerindeki çalışmalara yoğunlaşıyor. Beden ve ruh, birbirlerini tamamlayarak yeni şartlara veya oluşumlara sürekli olarak adapte olan veya uyum sağlayan açık bir sistemdir. Modern psikolojinin görevi, nüro-fizyolojik esasların yanında kendi kendini düzenleyen açık sistemin uyum ve uyarlama mekanizmasını da dikkate alarak, psikolojik süreçleri incelemek, izah etmek ve meselâ psiko-terapi yöntemleriyle sistem değişiklikleri ile ilgili imkânları göstermektir.
Soru: Hocam! Psikolojide insan ve ruh ilişkisi nasıl ele alınıyor?
Ârif: “Psyche” klâsik anlamda ruh, nefes, zihin anlamına gelir. “Logos” ise “Düzenli söz” veya “bilgi” manasındadır. Bu iki kelimeden meydana gelen psikoloji, etimolojik olarak ruh bilgisi veya ruh bilimi anlamına gelir. İnsanın duygu ve düşünce dünyasını belirleyen süreç ile insan davranışlarının ruhî olmaktan çok zihnî kökenlerini, çeşitli davranış kalıpları arasındaki çok yönlü münasebet ve bağlantıları inceleyen pozitivist ve seküler bir disiplindir.
Soru: Psikolojinin yapısı hep mi böyleydi?
Ârif: İlk dönemlerde “ruhun bilimi” olarak tanımlanan psikoloji; sonraları düşünmeyi bir davranış çeşidi olarak kabul eden bir tutum ve davranışlar bilimi hâline dönüşmüştür. Bugün görülmeyen bir cevher olarak kabul edilen ruh, psikolojinin dışına itilmiştir. Modern psikolojinin konusu daha çok insanın gözlenebilen faaliyetleri ve içinde bulunduğu duruma göre yaptığı davranışlardır. Ruhun dolayısıyla ahiretin varlığı veya yokluğu bilimsel olarak tartışılmadığı için, insan öldükten sonra yaşayıp yaşamayacağı da psikoloji biliminin dışındadır.
Soru: O zaman Psikolojiye daha çok bir davranış bilimi diyebilir miyiz?
Ârif: Diyebiliriz. Çünkü modern psikoloji kendine insan davranışlarının tanımını yapmak, davranışların sebeplerini çözmek, davranışları anlamak ve açıklamak, davranışları tahminî olarak önceden kestirebilmek ve davranışları kontrol altında tutabilmek gibi hedefler seçmiştir. Seçtiği araştırma metotlarının özellikleri de pozitivist bilimlerde uygulanan tekniklerle paralellik arz eder. Mesela modern Psikoloji, müşahede (gözlem), mülakat, test, deneysel araştırma, biyografi ve laboratuvar araçlarını kullanır ama ilâhî kaynakları referans almaz.
Soru: O halde psikoloji başta olmak üzere modern bilimler bize ruh hakkında gerçekçi bilgiler verebilir mi?
Ârif: Veremez. Pozitivist bilimler, ruhun mahiyeti hakkında kesin ve doğru bilgilere sahip değildir. Yaratan’ın emrinde olan ruh hakkında zaten bizlere az bilgi verilmiştir. Akıl ve idrak da ruhun özünü kavrayacak kapasite değildir. Kur’ân’ın beyanı, ruh konusunun akla kapalı olduğunu gösterir. “Bir de sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh Rabbim’in emrindedir. O’nun bileceği işlerdendir. Size (bu konuda) sadece az bir ilim verilmiştir.” (İsra; 17/85).
Soru: Ama Kur’ân, ruhun varlığını kabul ettiği gibi az da olsa bu hususta bilgi verildiğini beyan ediyor. Ruh hakkındaki az bilgiye nasıl ulaşabiliriz?
Ârif: Allah, ruhun mahiyetine yönelik olarak sınırlı bilgi vermiştir ama ruhun fonksiyonları ve tezahürleri hakkında geniş bilgi toplamaya izin vermiştir. Müslüman âlimler de bu yönde çok enteresan bulgular elde etmiştir. Ve en önemlisi, pozitivist bilim insanlarının yaptığı gibi, ruhu, zihinle veya akılla karıştırmamıştır.
Soru: Bunu tam anlayamadım. Biraz izahatta bulunabilir misiniz?
Ârif: Biyoloji temelli yaklaşımlarıyla bazı pozitivist bilim insanları, bu karışıklıktan dolayı davranış bozukluklarının ve dolayısıyla akıl-zihin hastalıklarının sebebinin ruh olduğunu iddia eder. Bizim tasavvur ettiğimiz ilahî menşeli ruha tam inanmadıkları hâlde paradoksal olarak böyle bir yanılgıya düşerler. Bir yanılsama olarak da bu tür rahatsızlıkları ruhsal engellilik olarak tarif ederler. Hâlbuki ruh, Allah tarafından insanın bedenine üflenmiş ilahî bir kaynaktır. Ruh; akıl, his, şuur, irade ve vicdan gibi manevî kaynaklardan mahrum olmadığı gibi bunlar aracılığı ile bütün manevî fonksiyonlarını ifa eder. Durum bundan ibaret olduğu hâlde, ruhun sakatlığından veya hastalığından bahsedilemez.
Soru: Davranış bozukluğunun sebebi ruh değilse o halde nedir?
Ârif: Davranış bozukluğu gibi ortaya çıkan anormal durumun sebebi daha çok ruhî fonksiyonlarda aranmalıdır. Mesela beyinden ruha veya ruhtan beyne bilgi iletilmesinin önünde beyindeki veya bedendeki herhangi bir maddî yani organik rahatsızlık veya nefsanî sapmalardan dolayı kaynaklanan engeller söz konusu olabilir. Ruh, bu gibi durumlarda akıl ve iradeye dayanan sinyallerini beyne aktaramaz veya beyin bunları sağlıklı bir şekilde alamaz. Beyin, bu durumda gerekli işlemleri sağlıklı olarak yapamaz. Doğru bir tahlil sonucunda bu gibi zihnî arızaların, ruhtan değil, ruh-beden münasebetinin sağlıklı kurulması önünde engel teşkil eden beyindeki problemlerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. O hâlde davranış bozukluklarına yani aklî ve iradî olmayan davranışlara yol açan rahatsızlığın adı “beyin hastalığı” veya “zihinsel engellilik” olarak tanımlanabilir.
Soru: Hocam! Bu aşamadan sonra İslâm’da ruh telakkisi üzerine sorular soracaktım ama sohbetimize ayrılan süre maalesef bitti.Yeniden bu konuyu ele alalım mı?
Ârif: Hayhay.
Prof. Dr. Ali SEYYAR