Soru: Hocam! Siz bir ilim insanısınız. “Müslüman olmak yetmez, şuurlu Müslüman olmak gerek” sözünden hareketle Şuurlu Müslüman nasıl olmalıdır?
Ârif: Şuurlu Müslüman, beş vakit namazına muhabbetle müdavimdir ve hatta nâfile ile namazında kâim ve dâimdir. İslâm’ın temel meselelerine, hakikat ve mârifet kapılarına en azından âşina olmaya başlamış demektir. Böyle bir Müslüman, ilim insanlarının ve maneviyat büyüklerinin yolundan gider ve onlardan feyiz alır. Bu durumda olan bir Müslüman, saflığa ve kemale erişmeye namzettir. Böyle bir Müslüman, ilmen ve manen yükseldikçe tevazuu yani alçak gönüllülüğü elden bırakmaz.
Soru: Tevazu tam olarak nedir? Nasıl bir hâldir? Nasıl bir tutum ve davranıştır?
Ârif: Tevazu, haddini bilmektir. Kendisinde bazı nimetler, üstünlükler, güzellikler, ilme ve hâle ait bazı tecellîler olduğunu bildiği hâlde bunların kendisine emanet olarak verildiğini idrak ederek, bütün insanlardan daha aşağı olduğunu düşünmek ve devamlı müteyakkız yani manevî yönden uyanık olma hâlidir. Şuurlu Müslümana lazım olan kendinde hiçbir şey görmeden, kendini de fark etmeden bu hâle bürünmesidir.
Soru: Gerçek mütevazı olabilmek, neye bağlıdır. Yani tevazuun kaynağı nedir?
Ârif: Tevazuun kaynağı, edebin ve imanın kaynağı olan kalptir. Kalp, manen temiz ise kişi de fıtraten mütevazı olur. Şuurlu Müslümanların alçak gönüllülüğü, dolayısıyla Allah’a kalben bağlılığına dayanır.
Soru: Peki, bu durumda kalbi temiz olmayanlar mütevazı olamaz mı?
Ârif: Şöyle diyelim. Olabilir ama böyle kişiler, mütevazılığı kalben değil de sosyal şartların bir gereği olarak zaruretten ve aklen yerine getirir ve dolayısıyla bu kişilerin alçak gönüllü olmaları genelde samimî değildir, şeklîdir. Böyle kişilerin alçak gönüllülüğü, çoğu zaman gösterişten ibarettir ve bazen de karşıdaki insana sinsice üstünlük taslama niyetiyle yapılır. “Fazla tevazu kibirdendir” sözü bu hâl için geçerlidir. Onun için bir kişi, her ne kadar taklit ile bu güzel ahlâkı üzerine giymeye çalışsa da, ya dar gelir sıkar yahut bol gelir düşer.
Soru: Şuurlu Müslümanın temiz kalbinden bahsettiniz. Temiz kalp ile güzel ahlâk arasında bir bağ var mıdır?
Ârif: Vardır. Şöyle ki ihlâslı ibadetlerle kalbin ziynetlenmesiyle, parlamasıyla ve tertemiz olmasıyla şuurlu Müslümanda güzel ahlâk inkişaf eder fazilete dönüşür. Böylece ruhî tekâmül süreci de devam eder. Manevî farkındalık düzeyi artar ve bu şekilde manevî bakış yani basiret zuhur ettikçe şuurlu Müslüman, nefsanî zilletten yani nefisle ilgili çirkinliklerden bütünüyle kurtulur. İçi dışı bir olur.
Soru: Şuurlu Müslümanın bu güzel ahlâkı sosyal hayata nasıl yansır?
Ârif: Şuurlu Müslüman, sosyaldir yani toplumun dertleriyle ilgilenir, yardımsever ve cömerttir. Cömertlik, kişinin ayıplarını da örter. Bu öyle bir örtüdür ki nefsin üzerini örter, ruhun yükselmesine engel olan perdeleri de ortadan kaldırır.
Soru: Tam anlayamadım. Bunu nasıl anlamamız lazım?
Ârif: Cömertliğin nefis ile ilgili bir şubesinden bahsettim aslında. Bu bağlamda cömertliğin bir boyutu da nefsinden cömertlik etmektir. Kendi hâlinde olan nefis, genelde hep kötülüğü, konforu, günahı, şehevî arzu ve başkasına her yönüyle üstün gelmeyi ister. Ve kendi hâline bıraksan bu nefis, şeytanın telkinleriyle hayırlı bir fiil işlemek derdinde ve gayretinde olmaz. İşte bu; nefsin arzularına gem vurmak, ona muhalefet etmek, bize sermaye olarak verilen nefis ve candan infakta bulunmak demektir. Nefsin arzularına uymamak ve nefsanî isteklerimizden vazgeçip kendimize fedakârlıkta bulunmak da bir nevî cömertliktir. Candan ve nefsanî ihtiyaçlarımızdan ne kadar vazgeçersek manen o kadar çok infakta bulunmuş oluruz ve bu haslet de bizim başkalarına karşı daha sosyal ve cömert olmamızı da sağlar.
Soru: Cömert olmanın manevî iç dinamiklerini anlattınız. Burada nefislerdeki cömertlik konusunda dikkat ettiğim bir ayrıntı ortaya çıktı. Buradaki cömertlikten maksat, herhalde kişinin kendi nefsine değil ama bütün benliğiyle ve cömertçe Hakka taraftar olmasıdır. Doğru anlamış mıyım?
Ârif: Maşaallah. Doğru algılamışsın. Nefis bağlamında cömertlik, nefsanî kaymaları engelleyerek ve nefsanî açılımlara prim vermeyerek, Allah’ın rızasını kazanmak için içindeki bütün kalbî duygularını cömertçe seferber etmektir.
Soru: Hocam! Okuyucularımız, “güzel sorular soruyorsunuz ve ilginç cevaplar alıyoruz, ama sohbetlerinizi kısa tutununuz” diyorlar. Ne dersiniz?
Ârif: Haklılar. Evladım sen de ha bire soruyorsun. Ne yapayım sen sordukça ben de cevap vermeye gayret gösteriyorum. O halde sohbetimizi burada bitirelim. Kaldığımız yerden yarın devam edelim. Haydi, Allah’a emanet ol. Okuyucularımıza da selâm ve kalbî muhabbetlerimizi iletiver.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…