islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,6935
EURO
35,0985
ALTIN
2.443,65
BIST
10.372,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
31°C
İstanbul
31°C
Parçalı Bulutlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
28°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
28°C
Cuma Az Bulutlu
29°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
30°C

BİR BAŞKA AÇIDAN HAC İBADETİ

BİR BAŞKA AÇIDAN HAC İBADETİ

Önceki aylarda idrak ettiğimiz mübarek Ramazan’ın ardından hac iklimine girmiş bulunuyoruz. Kurban bayramının yaklaşmasıyla birlikte hacı adaylarının heyecanı rahmet dalgaları şeklinde yayılmakta ve bu heyecan inançlı insanları derinden etkilemektedir. Bu günlerde hacca yeni gidecek olanların tatlı telaşı açıkça hissedilirken, daha önce hac görevini yerine getirenlerin hatıraları canlanmakta, hacca gitmek isteyip de imkân bulamayanların ise hüzünlü bekleyişi dikkatten kaçmamaktadır.

Haccın İslam dininin mali ve bedeni ibadetlerinden olduğu, erkek ve kadın her Müslümanın imkân bulması durumunda bu ibadeti yerine getirme sorumluluğunun bulunduğu başta Kur’an-ı Kerim’de, hadislerde ve fıkıh kitaplarında yazılıdır. Dünya ve ahret hayatını bir arada düşünme fırsatı veren haccı usulüne uygun olarak ihlâs ve samimiyetle ifa edenlerin Allah katında üstün dereceler kazanacağı ve günahlarının bağışlanacağı bilgisi hafızamızdaki yerini korumaktadır.

Her yıl hac mevsimi yaklaştığında bu ibadeti yerine getirme aşkıyla yanıp tutuşanların müftülüklere yoğun başvurusu dikkat çekmektedir. Bu durum elbette Müslüman bir toplum için sevindirici ve gurur vericidir. Ancak bu kutlu ibadeti bilinçli bir şekilde yerine getirenler olduğu gibi, haccı ibadet şuurundan uzak folklorik bir değer şeklinde anlayanlar da az değildir.

Haccın sadece şekilsel bir ibadet olarak algılanıp adeta günah çıkarma fırsatı olarak değerlendirildiğine şahit olunca, toplumda hac bilincinin yeterince gelişmediğini söylemekten kendimizi alamıyoruz. Bu konuda yaşadığım bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda hac yolculuğundan dönen bir Hacı Ağabeyi ziyarete gitmiştim. Ziyaretimde: “Maşallah Ağabey, yanılmıyorsam bir önceki sene de hacca gitmiştiniz” deyince; “Evet Hocam, gitmiştik de sonra bir kusurumuz oldu, tekrar gitmek durumunda kaldık” şeklinde cevap verdi. Bu örnekte de olduğu gibi, maalesef hac büyük bir kesim tarafından işlenen kusurların adeta süngerle silindiği bir günah çıkarma ibadeti olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde hacca gidenlerin yaş ortalamasının oldukça yüksek olması da bu düşüncenin bir sonucu değil midir? Açıkça dile getirilmese de, hac ibadeti ile ilgili algının temelinde şu cümlelerle özetlenebilecek düşüncenin yer aldığını söyleyebiliriz: “Hayat her türlü zevkleriyle doya doya yaşanacak ve ölüme yakın bir zamanda hacca gidilerek günahlardan arınılacak. Hacı oluncaya kadar ibadetler konusunda ihmalkâr davranılabilir, aile ilişkilerinde eş ve çocuklara karşı kaba ve kırıcı olunabilir, ticaretle uğraşılıyorsa faize ve fahiş fiyat uygulamasına bulaşılabilir, alış satış sırasında yalan söylenebilir, bazı günahlarda ısrar edilebilir, yapılan işlere hile karıştırılabilir, devlet malına zarar verilebilir, dedikodu yapılarak kul hakkına girilebilir, ırkçı bir anlayışla insanlar kategorize edilebilir. Kısacası İslâm’ı yaşama konusunda zafiyet gösterilebilir. Ancak hac ibadetini yerine getirip ‘Hacı’ sıfatını aldıktan sonra bu sayılan olumsuzlukların yaşanmaması gerekir. Çünkü bu tür eylemler haccı bozar ve hac için harcanan emekler boşa gidebilir.”

Güncelliğini koruyan geleneksel hac algısı, tam da haccı günah çıkarma ibadeti olarak gören anlayışın ürünüdür. Elbette haccın günahları arındırıcı bir özelliği vardır. Ancak sırf bu amaçla kutsal topraklara gitmek, haccın etki alanını daraltmak, haccın feyz ve bereketinden mahrum kalmak demektir. Dolayısıyla oldukça kapsamlı bir ibadet olan haccı tek bir amaca sıkıştırmak doğru değildir.

İnsanî, İslami, dünyevî, uhrevî, sosyal ve evrensel pek çok anlamı bir arada barından hac ibadeti, bir yönüyle mahşerin provasıdır. Yeryüzünün ilk mescidi olan Kâbe-i Muazzama, bu provaya katılmak isteyenlere adeta kucağını açmış beklemektedir. Dünyanın her tarafından farklı dillere ve ırklara mensup insanların gündelik kaygılardan uzak, ulvî duygularla ruhanî bir atmosfer içerisinde kutsal bir merkezde toplanması, bireysel anlamda arınmanın, evrensel anlamda ise insaniyetin, kardeşliğin, kaynaşmanın, birlik ve beraberliğin en güzel örneğidir. Hac geçmiş ile şimdiki zamanı bir arada düşünme ve geleceğe dönük planlar yapma fırsatı sunmaktadır. Kısacası hac, kulluğun farkında olmanın, ulvî duygularda hayata dönük bir değişim ve dönüşüm sürecine girmenin adıdır.

Rabbimizin çağrısına uyarak Hz. İbrahim’in, Hz. İsmail’in ve Hz. Muhammed’in hatıralarıyla buluşan hacıların duygu ve düşünce dünyasında büyük bir zenginlik oluşmaktadır. Farklı bir çevreyle tanışmanın tadına eren hacılar, insanlığın tek bir milletten ibaret olmadığını, yeryüzünün tek bir renge mahkûm kalmadığını, değişik dil, kültür ve medeniyet bahşetme konusunda Rabbimizin cömertliğini yakinen hissetmektedir.

Dünyalık bütün kazanımlardan sıyrılmanın sembolü olan ihramı giyip yeryüzünün orta yerinde mahşeri toplantıya katılan hacılarımız, şeytanın ve yandaşlarının güçsüzlüğünü, imanın ve tövbenin bereketini, geçici zevklerin faydasızlığını, bir araya gelmenin gücünü daha iyi anlamaktadır. Bu bilinçle hac yapanlarda sorumluluk duygusu ve birlikte hareket edebilme yeteneği gelişmekte, sabır, sevgi, saygı, hoşgörü, kanaatkârlık ve yardımseverlik gibi erdemler maksimum düzeye yükselmektedir.

Hac, bireysel arınma yanında, İslam dünyasının ilmî ve medenî birikiminin paylaşılması, Müslümanlar arasında dayanışma duygusunun gelişmesi ve dünya hayatını yeniden algılamaya dönük insanlık projelerinin konuşulması açısından da önemli bir fırsattır. Çeşitli coğrafî bölgelerden gelen ve değişik dilleri konuşan farklı renkteki insanların ulvi duygular içerisinde bir merkezde toplanması, Müslümanların kendi arasında oluşturabildiği en samimi ve en kalabalık bir konsey niteliğindedir. Bu konseyin amacı, dünya Müslümanlarının evrensel boyuttaki sorunları konuşup çözüm önerilerini tartışmaya ve geleceğe yönelik yeni kararların alınmasına imkân oluşturmaktır.

Filistin, Doğu Türkistan, Arakan, Yemen ve Suriye gibi ülkeler başta olmak üzere, dünyanın pek çok yöresinin kan ve gözyaşı ile kavrulduğu bir dönemde hac fırsatından daha fazla yararlanılabilir. Bir yandan zorba iktidarların kendi güç ve saltanatını koruma uğrana masun insanların canına kıydığı, açlığın ve yoksulluğun milyonlarca insanı kasıp kavurduğu, diğer yandan israf ve savurganlığın önlenemez boyutlara ulaştığı günümüzde hac, insanlığın değer erozyonuna karşı çözümlerin arandığı evrensel bir kongre niteliğine dönüşmek durumundadır.  Yani hac ibadeti, şekilsel bir ritüelden öte ulvî bir konsey bilinciyle yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Günümüz Müslümanları hac mevsiminde ve diğer zamanlarda bu bilinçten yoksun olduğu için İsrail ve diğer emperyalist ülkeler Müslümanlara zulmetmekten çekinmemektedir.

Hac ibadeti sürecinde zemzem bidonlarını, hurma ve hediyelik eşya kolilerini doldurma telaşına düşen pek çok hacımızın düşünce ve gönül dünyasını güzel duygularla donatması son derece önemlidir. Dolayısıyla hacılarımız bu anlamlı ibadeti, gösteriş ve şatafata kurban etmemelidir. Hacda ihram kefeni, Arafat’ta vakfe ise mahşerdeki toplanmayı hatırlatmalıdır. Her bir hacımız adeta mahşere yürürken, gözü ve gönlü dünyalık zevklere takılmamalı, nereye gittiğinin farkında olmalı, haccın ruhunu özümsemeli ve orada yaşadığı duyguları hac sonrasında da muhafaza etmeye çalışmalıdır.

Hac, kutsal topraklara düzenlenen turistik bir gezi değildir. Mekke ve Medine’deki toprakların ruhunu okumadan gerçekleştirilen fiziksel temas haccın amacı olamaz. Hacılarımız bilmeliler ki, Ebû Cehil’in evi Kâbe’ye en yakın evlerden biriydi. Ancak o Kâbe’nin ve evrensel çağrının kıymetini anlayamadığı için cehalet karanlığında yok olup gitti. Dolayısıyla kutsal topraklara giden kişi yaptığı ziyaretin bilincinde değilse, bırakın orada bir süre vakit geçirmeyi, ömrünün kalan kısmını Kâbe’nin avlusunda tamamlasa ve ölümünden sonra hemen oracığa gömülse hiçbir artı değer ifade etmez. Öyleyse haccı bireysel arınmamıza vesile olan, zihin ve gönül dünyamızı aydınlatan bir ibadet, Yüce Allah’ın eşsiz davetine gösterilen bir icabet olarak görmek gerekir.

Haccın etkisiyle zihnini ve ruhunu cilalama fırsatı bulan tüm hacılarımızı tebrik ediyor, bu bereketi bol ibadet için fırsat bulamayanlara Rabbimizin yeni nasip kapıları açmasını diliyorum. Allah cümlemizi hakkıyla “Hacı” olanlardan eylesin.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar