Değerli okuyucu, çoklarımızın tanıdığı, adını duyduğu bir Hallacı Mansur’umuz vardı. Bu makale ile onu biraz daha yakından tanıyalım istedim.
Evet, O, “ Dilim! Seni dilim dilim dileyim. Başıma geleni hep senden bileyim.” Yani “İnsanın başına ne gelirse gelsin, dilini tutamamış olmasından gelir” atasözümüzün kurbanlarından biriydi.
O, 244’te (858) İran’ın Fars eyaletindeki Tûr’da doğdu. Kökenine inildiğinde Dedesi Mahamma’nın Mecûsî olduğunu yazar kaynaklar. Asıl adı Hüseyin’di onun, lakin baba mesleği hallac olduğu için Hallâc denildi ona. Oğlunun ifadesine göre ise, “insanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi atıp altüst ettiği için “Hallâc-ı Esrâr” lakabıyla anıla gelmişti o.
Küçük yaşta Kur’an’ı ezberleyip hafız olan Hallâc, yirmi yaşında Basra’ya, daha sonra da Bağdat’a giderek Cüneyd-i Bağdâdî, Amr b. Osman el-Mekkî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî gibi tanınmış tasavvuf şeyhlerinin sohbetlerine katıldı.
Özel problemlerinden bazılarını Şeyh Cüneyd’e sorardı, sorardı ama ondan çoğunlukla “sabır” tavsiyesini alırdı. Bir ara hacca gitti, orada zâhidâne bir hayat yaşadı ve sonra Bağdat’a dönerek Cüneyd Bağdadi’nin sohbetlerine devam etmeye başladı.
Asi Bir Mürit
O, Cüneyd’in sohbetlerini can kulağı ile dinliyordu dinlemesine de, şeyhini soru yağmuruna tutmaktan da vazgeçmiyordu.. Bir gün, şeyhi, bu soruların maksatlı olduğunu kastederek sohbetlerden uzak kalmasını istedi Hallac’ın.
O da bir gezgin olup Tüster şehrine gitti, daha sonra Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaşarak halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Halk tarafından o denli sevildi ki Mansur lakabı bile değiştirilerek “Hallâc-ı Esrâr” denilmeye başlandı ona. Bu, gizemleri, çözümsüz meseleleri hallaç pamuğu gibi savurup atan adam anlamına geliyordu. Ve bu adam, bir gün Ahvaz şehrinden hareket ederek müritlerinden oluşan 400 kişilik bir kafileyle ikinci defa hac görevini eda etmek için yola çıktı….
Gün geçtikçe artan bu debdebe, bu şöhretten, birilerinin rahatsız olduğunu gören Hallâc, tekrar Bağdat’a döndü. Hallac, hareket adamıydı. Yerinde duramuyordu. Gün geldi ailesini müritlerinden birine teslim ederek yine “seyahat ya Resûlallah!” dedi. Küfür ve şirk beldelerinin insanlarını Allah’ın dinine davet etmek için mânevî bir işaret aldığını söyledi ve deniz yoluyla taaa Hindistan’a gitti.
Gittiği her yerde ateşli vaazlar veriyor, boş kalınca da yazıyordu. Onun tesiriyle Müslüman olanlara Mansûrî deniliyordui
Takvimler Hicri 290, Miladi 903 tarihlerini gösterirken o, üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Orada bazen ibadet ediyor, bazen de halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi; tıpkı İsmail gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu.
Üçüncü Hacc Dönüşü
Üçüncü hac ibadetinden sonra Bağdat’a dönen Hallâc’da bir değişikliğin meydana geldiği, çevresi tarafından fark ediliyordu. Sözleri ve davranışları halkın ve bilge insanların arasında şüphelere ve huzursuzluklara yol açıyordu. Bir grup âlim, Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürüyor, bazıları da keramet sahibi bir velî olduğunu söylüyordu. Ve sonunda Hallâc, nefesi adliye koridorlarında aldı.. Sakıncalı sözlerinden dolayı bazı kadılar tarafından idamı istendi, bereket ki Halife Muktedir-Billâh’ın Türk asıllı annesi Şağab hanımın araya girmesiyle cezası ev hapsine çevrildi. Sekiz yıl devam eden bu süre zarfında kendisine çok itibar edildi ve şöhreti de gün be gün ziyadeleşti. O ise bu dönemde ilmi çalışmalarına devam etti, Kitâbü’ṭ-Ṭavâsîn adlı eserine ilaveler yaptı.
Göz Hapsi Ve Artan Şöhret Ona Yaramadı
Göz hapsi süresince akın akın ziyaretçileri geliyor, mesajları çevreye yayılıyordu. Devlet dairelerinin önemli makamlardaki insanlar, onun sempatizanı olmuştu. Bu durum bazılarını tedirgin etmiş ve sonunda idamla yargılanmak üzere tekrar kadıların huzuruna çıkarıldı Hallac.
Hanefî kadısı İbnü’l-Bühlûl’ün muhalefetine rağmen idam edilmesine karar verildi ve bu karar, Abbasi Halifesi Muktedir-Billâh tarafından onaylandıktan sonra da Bağdat’ta icra edildi. O gün takvimler, Hicri, 24 Zilkade 309; Miladi 26 Mart 922 tarihini gösteriyordu.
İlginçtir ki, insanlar zamanla mazlumların kabirlerini kutsarlar, onun adına başka diyarlarda makamlar (türbeler) inşa ederler ve o mekânları ziyaretgâh yaparlar. Hallac’ın kabri olarak bilinen yer de bir Abbasi halifesi tarafından ziyaret edildi ve onun mânevî huzurunda dua etti. Bu durum, Abbâsî Devleti’nin ondan özür dilemesi ve itibarını iade etmesi anlamında yorumlandı.
Değerli okuyucu! Şimdi aklımıza, “Neydi Hallac’ın suçu?” diye bir soru takılıyor. Dilerseniz bu sorunun cevabını gelecek yazımızda cevaplayalım…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…
Eksikleri Varsa da Doğruya Yakın Bir Görüş Mirat Haber olarak, İslam'a aykırı olmadığı müddetçe, her…