Özgürlük, modern tanımı ile aşkınlığı/kutsallığı içinde barındıran her şeyden uzaklaşma anlamına gelir. Arzularını gerçekleştirme oranında ise özgürleştiğini kabul eder. Kişi, ne kadar çok kendi isteğini yerine getirme şartlarına sahip ise o kadar özgürdür. Arzularının baskılandığı ve kendi isteğini yerine getirme konusunda bir engelle karşılaştığında hemen özgürlüğüm elimden alınıyor diye feveran yapar. Bu tipik modern insandır.
Özgürleşme, gerçekten kişinin kendi istediklerini yerine getirme midir? Bu istekler, çoğu zaman başkalarına zarar verici boyutta da olsa mı? İşte burada hukuk devreye girer derler, ama hukukun arka kapısında ise işler yine bilindiği üzere işler. Özgürlük, kişinin her istediğini yapmak değil, çoğu kez ahlaki kaygılarla bir şeyi yapmamayı da içermelidir. Hatta insanın, kendi insanlığından çıkaracak istekleri reddetme, hem de şiddetli bir şekilde reddetme özgürlüğün kapısını aralar.
Müslüman ise özgürlüğü, şeytanın edimlerinden uzak kalma ve onun isteklerine hayır deme cesaretinde bulur. Şeytana hayır deme cesareti ise; Allah’a olan imanında ve bu imanın kulluğa varan boyutunda açığa çıkar. Özgürlük, kişinin kendi nefsi arzularını yerine getirirken elde ettiği şey değil, bilakis, ilahi emir ve nehiyleri yerine getirirken, Allah’a yakınlaştıracak düşünce ve eylemleri ile sağlanabilecek bir şeydir.
Özgürlük, Müslüman olmak ile elde edilecek bir şeydir. Bu Müslüman, kendi şahsi çıkarları, ya da başka çıkarlar yerine ilahi rızaya dönük hareket ve düşünceler uğruna gösterdiği fedakârlık yaptığı eylemlerle özgürlüğü elde eder ve onu süreklileştirir.
İlahi rıza eşittir, özgürlük…
Çünkü gerçek özgürlük, ilahi huzurda cehennemden azat olarak cennete girme biletini elde ettiğinde elde edeceğin şeydir. Kulluk, bu özgürlüğü garanti altına almayı sağlayan en temel gösterendir. Serseri mayın gibi her istediğini yapan, her istediği yere giden, iğrençliklerden kaçınmayan, haksızlık etmekten usanmayan, sürekli başkalarına zarar veren kişilerin özgür olduklarını söylemek özgürlüğün bizzat kendisine hakarettir. Çünkü onlar, o halleri üzere bir esaret yaşamaktadırlar. Ya nefsin ayartısına kapılmışlar veya şeytanın vesvesesine kapılarak kendileri olmaktan çıkmışlar. Özgürlük ise kişinin kendisi olabileceği bir zemine işarettir. Kendisi olmayan ve kendisi kılmayan hiçbir şey kişiyi özgürleştiremez!
Kullukta devamlılık asıldır. Kuran bize farklı ibadet etme biçimlerini yapma emri vermektedir. Namaz, oruç, zekât, hac, infak vesaire gibi… Amma bu ibadetler içinde insanı özgürleştirecek ve bunu uzun soluklu kılacak ibadet Ramazan ayında tuttuğumuz oruç ibadetidir. Elbette ki her ibadetin kendi bağlamında insana katacağı çok önemli katkılar söz konusudur. Ama uzun erimli olması, insana tecrübe etme konusunda geniş bir zaman aralığı sunması ve insanın günlük ritminde yaptığı şeyleri gün boyunca yapmamayı önermesi onu ayrı bir konuma taşımaktadır. Yılda bir olması ve bir ay sürmesi de başka bir güzelliği kendi içinde taşımaktadır. İşte, özgürleşme, bu ay boyunca kişinin kendi tecrübesine tanıklık etmesi bağlamında önemli bir yer tutmaktadır. İnsanın, gün boyu aç ve susuz kalmayı başarması, cinsel temastan uzak durması ve açlığı, susuzluğu sürekli hissederek günü tamamlaması, özgürlüğün elde edilişindeki tecrübenin değerini de ortaya çıkarmaktadır. Yani özgürlük, aynı zamanda bir feragat ve fedakârlığı da içermektedir. Bir şeyleri kazanmak bazı şeylerden vazgeçmeyi de zorunlu kılmaktadır.
Kuran, özgürlüğün yol gösterenidir. Sünnet, özgürlüğün yolculuğunda sıhhatli ve güvenli bir örnekliğidir. Kuran ve Sünnet, özgürlüğün kişide tam olarak gerçekleşmesi için ona her şeyi verir. Böylece insan, kendi özgürlüğünü elde etmenin yöntem ve eylemlerine haiz olarak varlığını inşa eder. İnsan, varlığını, özgürlüğü üzerine kurduğu zaman kendi şahsiyetinin temellerini sağlamlaştırmış olur.
Ramazan ayında mümin, Kuran okuyarak, onu hayatına geçirerek, oruç tutarak, orucun ona sağladığı psikolojik vasat üzerinden teslimiyetini ve imanını artırarak kulluğunu güçlendirirken, özgürlüğünü üzerine kurduğu şahsiyetini de güçlendirir. Böylece o kişi, hayatını Mümin ve Müslim olarak sürdürürken, ihsan derecesine ve oradan da ihlas derecesine yükselerek özgürlüğünü teminat altına alır. İhsan düzeyinde kişi, ‘yaptığı her şeyde Allah’ın kendisini gördüğünün’ bilincini kuşanarak yapacağı için o işte ihlası/samimiyeti eksene alır. İşte bu eksen onu muhlis kullar arasına taşır. Muhlis kul ise şeytanın bütün ayartılarına karşı korunmayı garanti eder. Çünkü ayet açık bir şekilde ‘muhlis kullar üzerinde şeytanın bir etkisinin olamayacağını’ bildirir.
Önümüzdeki cumartesi günü başlayacak olan Ramazan ayını bu duygu ve düşünceler ile karşılamalı, kulluğumuzun niteliğini artırmalı, insanlarla ilişkimizi kulluğumuzun önerdiği düzeyde tutmalı, kalbimizi şeytanın ve nefsin ayartılarına karşı duyarlı kılmalı, gönlümüzü Allah sevgisi ile doldurmalı ki başka sevgiye ihtiyaç hâsıl olmasın!
Bu ay, özgürleştiğimiz bir ay olarak kayıtlara geçsin!
Bu ayda yapılması gereken ibadetlerimizi yerine getirirken, yardıma muhtaç insanların varlığını unutmadan, kendimizden kısarak onlara yardım etmeyi unutmayalım! Bu dünya hayatının geçiciliğini tecrübe edeceğimiz oruç günlerinde bu geçiciliği tam olarak idrak ederek, ahiret azığını bu dünyada hazırlandığı bilincini kuşanalım! Kuran ile irtibatı güçlü kılarken, Resulün izinden gitmeyi de unutmayalım! Elçi olmadan yapılacak olan şeyin nasıl yapılacağına dair bilgi ve örnekliği kaybettiğimiz içinde ifsada düşeceğimizi unutmayalım! Allah’a verebileceğimiz en güzel şeyin; bir yetimin gülümsemesi, bir fakirin doyması, ihtiyacının karşılandığı zaman hissettiği sevinç, bir yoksulun ihtiyacının giderilmesi ile oluşan güvendir.
Özgürleşmek, başkasını mutlu etmek ve onların ihtiyaçlarını gidermekle ilgili olduğunu unutmayalım…
Ramazan ayının rahmet, bereket ve mağfiret üzere bir yaşama sahip olmamıza vesile olmasını dilerken, özgürlüğünü kuşanan müminler olarak varlığımızı Allah’a adamanın sevincini tatmamızı diliyorum…
Abdulaziz Tantik