Değerli okuyucu, bu yazımızda bir şeyhten bahsetmek istiyorum. Şeyh gibi bir Şeyh’ten. O, Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya gelmişti. İlk eğitim ve öğrenimini dayısından almış ve daha sonra da müstakbel kayınpederi Nakşibendî şeyhi Cemâleddin Gazi-Kumukī’den dinî ilimleri tahsil etmişti. Hatta yirmili yaşlarına geldiğinde ise dinî ve dünyevi ilimlerde önemli bir kariyer sahibi olmuştu.
XVIII. yüzyılın sonlarında Kuzey Kafkasya Müslümanlarının, Ruslar’a karşı başlattıkları, gazavât adı verilen bir direniş hareketi vardı. 1829’da bu direniş hareketinin liderliğine arkadaşı Molla Muhammed seçilince o da, sonuçta arkadaşının en önemli yardımcısı olmuştu. 1834 yılında da, Avar uleması ve ileri gelenleri, onu, direniş hareketinin lideri yapmıştı.
Aslında bu Şeyh, 1830 yılından 1859 yılına kadar beraberindeki gazileriyle birlikte hep savaş meydanlarındaydı, saldırgan Rus ordularıyla vuruştu. Müslüman Kafkasya’yı işgal eden, köy ve şehirlerini yakan, yıkan Rus ordularına karşı, ülkesini savundu. Onlar yaktı, yıktı, öldürdü. O da gazileriyle birlikte vatanını savundu, işgal edilen bölgeleri tekrar aldı ve imar etti.
O, kendisiyle baş edilemeyeceğini anlayan Rus çarının, görüşme talebini reddetmiş ve Kafkasya’da Rus hâkimiyetini kesinlikle tanımayacağını haykırmış, diğer yandan da Rus hükümetlerinin, Dağıstan ve Çeçenistan’daki Müslümanlar arasına saçtığı çeşitli bölücü, fitne ve fesat hareketlerini imha ederek, birlik ve beraberliği sağlamıştı.
Yıl, 1839. Haziran ayı başlarıydı. 30.000 kişilik bir Rus ordusu, Şeyh’i yok etmek için sefere çıktı. Şeyh de, Ruslar’ı durduramayıp Ahulgoh’a çekildi. Rus komutan, 13.000 kişilik kuvvetle Ahulgoh’u kuşattı. Koca Şeyh ise, 1000 kadarı savaşçı, geri kalanı kadın, çocuk ve yaşlı 4000 kişiyle Ahulgoh’u savunmaya çalıştı. Ama sonunda ateşkes istemek zorunda kaldı. Rus komutan ise, bu teklifi kabul etmek için Şeyh’in, rehine olarak oğlunu göndermesini, şehrin kayıtsız şartsız teslimini, bütün silâhların da Ruslar’ın emrine verilmesini istedi. Ama Şeyh, dört gün süren müzakerelerde ileri sürülen şartları kabul etmedi ve 80 gün süren bir direniş hareketinin sonunda Ruslara büyük kayıplar verdirdi, sonra da, yedi müridiyle birlikte şehri terk etti.
Destekçiler için 45.000 ruble Rüşvet
Yıl,1841. Şeyh, bu yılın ilk yarısını Ruslar’a karşı düzenleyeceği saldırılar için Çeçenistan ve Dağıstan’da hazırlık yapmakla geçirdi. Öyle bir hazırlık yaptı ki çeşitli yerlerde organize olan nâibleri ile birlikte yaptığı saldırılara Ruslar, karşılık veremedi. Şeyhin Ordusu, o günkü şartlarda günde 70 km. mesafe kat ediyor ve işgal edilen şehirleri teslim alıyordu.
Rus Çarı, Şeyh’e destek verenlerin tespit edilmesini ve onların kazanılması için 45.000 ruble gönderdi. Bu paranın, şeyhin kayınpederi dâhil bazı destekçilere rüşvet olarak verilmesini emretti. Ama nafile. 1842 yılına girerken Şeyh ve Müslümanlar, Çeçenistan ve Dağıstan’ın tek hâkimi olmuşlardı.
Ruslar, 4000 asker ve on topla Andi Geçidi’ni aşmış ve nihayet Şeyhin idarî merkezi Dargiye’ye girmişti. Ruslar’ın büyük gücü karşısında savunma veya meydan savaşı yapmanın uygun olmayacağını düşündü. Dargiye’yi fazla direnmeden terk edip Çeçenistan’a çekildi ve âni baskın hareketlerine yöneldi. Şehri tahrip ve talan edip geri dönen Rus ordusuna bu dönüş, çok pahalıya mal oldu. Üç general, 195 subay ve 3000’den fazla askerini, Müslüman mücahitlere kurban verdiler.
Bu yiğit Şeyh,1846 yılından 1853 yılına kadar 14 bin cengâveriyle başlattığı sürekli mücadelelerle Kafkasya’ya sükûnet getirdi, halkına da rahat bir nefes aldırdı.
Şeyh, bir yandan halkını Rus saldırılarına karşı koruyor, bir yandan da Güney Kafkasya’da başlama ihtimali olan Osmanlı-Rus savaşına karşı Rusların bölgede askerî yığınak yapmasını önlüyordu. Bu düşünce ve faaliyetlerini de Osmanlı Padişahı Abdülmecid’e bir mektupla bildiriyordu. Ve gün geldi Şeyh, Kırım savaşında askerleriyle birlikte büyük mücadele verdi.
1856 yılından sonra, Ruslar, ayrı ayrı komutanları olan beş ordu ile Kafkas ülkesine, şehirlerine saldırdılar. 1859’da Şeyhin ikamet ettiği Dargiye’yi kuşattılar. Şeyh, ailesi ve 400 taraftarıyla birlikte bir başka şehre çekildi. Ama Ruslar, 79 bin askeri kuvvetle Gunib şehrini de kuşattı. Cengâver Şeyh, önce vuruşarak ölmeyi düşündü, ama sonunda iki oğlu ile birlikte teslim olmaya karar verdi. Takvimler 6 Eylül 1859’u gösteriyordu.
Teslim olan bu kahraman, Saint Petersburg’a, ardından Kaluga’ya götürüldü ve orada Çar Aleksandr ile görüştürüldü. Rus çarı, onun yiğitliğini takdir edercesine kucakladı ve saygıyla karşıladı. Ve 1869 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi, Padişahla, hükümet erkânıyla görüşmeler yaptı.
Rivayet olunur ki, koca Şeyh, atının üstünde Rus komutana doğru yürürken, onun bu son kararına muhalif olan bir mürit, şeyhine seslenir: “Şeyhimmm! Dur da bir yüzünü göreyim.” der. Şeyh, durur, ama dönmez ve bir süre sonra yürümeye devam eder. Mürit, ikinci defa aynı çağrıyı yapar: “ Şeyhim! Dur ve dön de bir yüzünü göreyim.” Şeyhimiz yine durur ve sonra yürür ama dönmez. Mürit, aynı çağrıyı üçüncü defa yapar, Şeyh de aynı hareketi tekrar ederek yoluna devam eder.
Gün gelir, sorarlar Şeyh’e. “Müridin çağrısına cevap verdiniz, ama dönmediniz. Hikmeti nedir Şeyhim?” derler. Şeyh, buna karşın ilginç bir cevap verir:
Bizim inancımızda arkadan vurmak yoktur. Eğer dönmüş olsaydım beni göğsümden vururdu…” Şeyh, ta o tarihlerde bizim ve bizden olmayanların karakterini ortaya koyuyordu; biz, ne söyleyeceksek insanın yüzüne söyleriz; arkasından değil. Savaşlarda öldüreceksek bile, yiğitçe öldürürüz; eziyet çektirerek, kafasını, kulağını, kolunu bacağını keserek değil. “Davran bre kâfir.” sözüyle saldırının, karşıdan gelmesini bekleriz. Söz veriyorsak, sözümüzün eri oluruz, kalleşlik, ikiyüzlülük yapmayız.
Velhasıl Kimdi Bu Şeyh
Tarih sayfaları, ondan Şeyh Şamil diye bahsediyor. O Nakşibendi Tarikatına mensup bir mürit olarak tasavvuf yolunun yolcusu oldu. Ve gün geldi, MÜRİDİZM adı verilen bir ekolün Şeyhi oldu. Bu topluluk, XVIII. yüzyıl sonlarında Kuzey Kafkasya Müslümanlarının, Ruslara karşı başlattıkları tasavvufî kökenli siyasî topluluktu.
Ve bir gün Şeyhimiz, Sultan Abdülaziz’e bir veda ziyaretinde bulundu. Zira Şeyh, bunca mücadeleden sonra, nihayet hacca gitmeye karar vermişti. Günlerce yolculuktan sonra Mekke ve Medine’ye vasıl olup hac ibadetini eda etti. Ama Şeyhimize tekrar İstanbul’a dönmek nasip olmadı, can emanetini Medine’de C. Hakk’a teslim etti. Cenaze namazı kılındıktan sonra, Cennetü’l-bakī mezarlığına defnedildi. O güneş batarken takvimler, 1871 yılını gösteriyordu.
C. Hak, onu rahmetiyle kucaklasın, mekânı cennet olsun.
Şerif Ali Minaz
MİRATHABER. COM – YOUTUBE