Kur’an, insanı muhatap alır ve ona Allah- insan, insan-insan ve insan-kainat ilişkilerine dair yönlendirici ve düzenleyici bilgiler verir. Bu bilgilere de “Kur’an mesajı” deniliyor. Bu mesajların ise ya doğrudan veya dolaylı olarak verildiği; dolaylı mesajların da genellikle peygamberlerin, özellikle de Hz. Peygamber’in hayatından kesitler halinde sunulduğu anlaşılıyor. Bu sebepledir ki Kur’an’da yer alan bu mesajlardan bir kısmının “Kul/söyle” emriyle doğrudan, bir kısmının da onun hayat tarzı/siyeri üzerinden verildiği görülüyor.
İnsanlar, soyut kavramlarla anlatılan soyut konuları anlamaktan ziyade somut kavramlarla anlatılan soyut konuları daha iyi anlama ve kavramaya yatkın bir fıtrata sahiptirler. Bu nedenle Kur’an, genellikle mesajlarını yaşanmış hayat hikayeleri üzerinden verir ve bunlardan ders alınmasını ister. Nitekim Kur’an’da cennet ve cehennem gibi soyut konuların, somut kavramlarla açıklandığı, bilinenlerden bilinmeyene gidilen bir yöntem uygulandığı – mesela cennetin, yeşillik ifade eden bağ ve bahçe ile, cehennemin de ateşle açıklandığı- ; insan psikolojisinin ve sosyolojik olguların ise yaşanmış olaylardan ve tecrübelerden örnekler verilerek anlatıldığı görülür. Çok iyi biliniyor ki tecrübeler, yaşlılıkta değil, yaşanmışlıktadır, dolayısıyla insan, ne kadar çok şey yaşamış ise, o kadar da tecrübe sahibi demektir. Bu sebeple Kur’an, muhataplarından başkalarının tecrübelerinden de yararlanmalarını istemekte, peygamberlerin hayatlarından özel kesitler sunmakta ve bu kesitler içinde Hz. Peygamber’in hayatı büyük önem arz etmektedir.
İnsanlar, hayatın doğal olan veya olmayan şartları gereği, çeşitli zorluklarla karşılaşmakta ve bu zorluklarla boğuşmak zorunda kalmaktadır. Haliyle bu durum, insanların morallerini bozmakta, ve çalışma azmini de yok edebilmektedir. Bir beşer olarak Hz. Peygamber de bundan müstağni kalamamış, o da peygamberlik görevini yerine getirirken çeşitli zorluklarla karşılaşmıştır. Kur’an bize bu zorluğu şöyle ifade etmektedir:
“Senin göğsüne bir genişlik vermedik mi? Belini büken ağırlığını indirmedik mi? Senin şanını yükseltmedik mi? Doğrusu güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. Doğrusu güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. Bu nedenle bir işi bitirince, diğerine geç ve sadece Rabbine yönel.”[1]
Kaynaklar, bu surenin Duhâ suresinden sonra nazil olduğunu nakledeler. Duhâ suresinde ise Hz. Peygamber ile ilgi özel bilgilerin yer aldığı görülür. Nitekim bu surede Allah Teâlâ’ın, Peygamberini terk etmediği, ona darılmadığı; vereceği şeylerle memnun kalacağı ve âhir ömrünün başından daha iyi olacağı anlatılır; bunun bir delili olarak da, öksüz iken onun elinden tuttuğu, ne yapacağını bilmez bir durumda iken ona yol gösterdiği, fakirlikten kurtarıp zengin ettiği hatırlatılır. Kendisine verilen bu nimetlere karşılık, ondan da öksüzün canını sıkacak davranışlarda bulunmaması, kendisinden bir şey isteyenin isteğini de geri çevirmemesi ve Allah’ın verdiği bu nimetleri her daim “tahsis-i nimet” olarak anlatması da istenir.
Duhâ suresinden dan sonra gelen “İnşirah” suresinde de Allah Teâlâ, peygamberlik görevini yaparken Hz. Peygamber’in belini büken ağır bir yükten söz ederek, bu yükün altında kalmaması için kendisine yardım ettiğini, böylece şanını yücelteceğini hatırlatır. Sonra da her zorlukla birlikte iki kolaylığın bulunduğunu açıklar. Fakat bütün zorlukları yenip rahata kavuştuktan sonra, bir kenara çekilip yatmamasını, bilakis yeni bir işe koyulmasını ve daha da önemlisi her durumda kendisine yönelmesini ister.
Bu bilgiler, ilk muhatabı olarak Hz. Peygamber’e yönelik olsa da, aynı zamanda onun şahsında ümmetine de yöneliktir. Zira bu bilgiler, Hz. Peygamber’i ilgilendirdiği kadar, bütün Müslümanları da ilgilendirmektedir. Çünkü Kur’an’ın temel amacı, genelde bütün insanlara, özelde muttakilere yol göstermek, kılavuzluk etmektir. Dolayısıyla surede verilmek istenen mesaj şudur: Hz. Peygamber, görevini ifa ederken, şiddetli engellemeler ve zorluklarla karşılaştı, zaman zaman bunaldı, sıkıntıya düştü ve bu ağır yükün altında ezileceğini zannetti; görevini hakkıyla yapamama kaygısına ve endişesine kapıldı; bunun üzerine Allah Teâlâ da ona endişeye kapılmamasını , zira her zorlukla birlikte iki kolaylığın olduğunu açıkladı. Ona umut verdi ve karamsarlığa düşmesine engel oldu.
Müfessirler bu surede iki defa tekrar edilen “Doğrusu güçlüğün yanında bir kolaylık vardır” ayetinde yer alan “el-usr/güçlük” kelimesinin marife; “yüsr” kelimesinin nekre oluşuna bakarak; zorluğun bir, kolaylığın iki defa tekrar edildiğini, dolayısıyla bir zorluğa karşı iki kolaylığın olduğunu ifade etmişlerdir.[2] Nitekim Elmalılı Hamdi Yazır da bu ayetin yorumunda zorluktan sonra bir kolaylığın değil, zorlukla birlikte iki kolaylığın olduğunu söyler ve bu bağlamda Hz. Peygamber’in “Müjdeler olsun! Size kolaylık geldi, artık bir zorluk, iki kolaylığa galip gelemez”[3] dediğini de nakleder.[4]
Bu kolaylığı elde etmenin yolu da çalışıp çabalamak, kısaca “sünnetullah’ın gereğini yerine getirmektir. Nitekim “Yaptığınız işler, çeşit çeşittir. Malını ihtiyaç sahiplerine veren, takva sahibi olan, en güzel sözü tasdik eden kimsenin işlerini kolaylaştırırız (kolay bir yola sokarız). Cimrilik eden, Rabbine ihtiyacı olmadığını düşünen ve en güzel sözü yalanlayan kimsenin işlerini de zorlaştırırız ( zor bir yola sokarız)”[5] ayeti, bu kolaylığı açıkça ifade eder. Dolayısıyla bu ayetler, malını paylaşan ve yardımlaşan, takva sahibi olan ve “ hüsnâ” yı tasdik kişilerin işlerinin kolaylaşacağını; bu karşılık malını paylaşmayıp cimrilik eden, kendini Allah’tan müstağni sayan ve “ hüsnâ” yı yalanlayan kimselerin de işlerinin zorlaşacağını açıklar.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Hz. Peygamber’in davranışını Müslümanlara örnek olarak sunan Allah Teâlâ, böylece her bir bireye de karşılaşacağı zorluklar karşısında yılmaması gerektiği mesajını verir ve ondan her hangi bir endişeye kapılmadan görevlerini yerine getirmesini bekler. Zira bir zorlukla birlikte iki kolaylığın bulunduğu müjdesi, ona da yöneliktir. Bu nedenle her Müslümandan da Hz. Peygamber’e yapılan bu tavsiyeye uymasını ve bir işi bitirdiğinde diğer bir işe koyulmasını talep eder.
[1] İnşirah, 94/1-8.
[2] Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İstanbul 1962, 3/1195.
[3] Muvatta’ ,Cihad,6.
[4] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’dan Dili, İstanbul 1938,8/5923-5924.
[5] Leyl 92/4-10.