Toplumların ruh ve fikir dünyası, onların hayata bakış ve insanı değerlendirmeleriyle bağlantılı bir olaydır. Yani, olaylara verdikleri ölçü ve değer, toplumların yaşama kültürü tarafından şekillenir.
İnanç merkezli birlik anlayışı:
Birlik duygusu, İslam dininin temel özelliğidir. Çünkü, aynı inançtan olanlar; manen birbirlerinin kardeşi durumunda olup, birbirlerine çok yönlü hak ve sorumluluk duygularıyla bağlı haldedirler..
Çünkü inanç değerleri, ortaya koyduğu merhamet ve dostluk değerleriyle kardeşine karşı hiçbir kötü ve ardniyetli tutuma izin vermez; bilakis, herkesi; diğer kardeşine karşı iyi niyetli ve adaletli hareket etmeye yöneltir.
Tarihte hiçbir toplum tipi, birbirlerine karşı bu tür duygu ve sorumluluklara ulaşamamış ve birbiriyle bütünleşememiştir. Çünkü İslam toplumu, kişi ve grupların fayda ve beklentilerinin ötesinde, bütün insanlığı içine alan bir kültür ve yaşama düzeni kurmayı hedefler. Bunun hukuki adı, “ümmet anlayışı ve birliği” dir.
Ümmet anlayışı, bir inanç ve kültüre sahip insanın; herhangi bir ırk, coğrafya ve dil farkını dikkate almaksızın, onun insan olarak değerli ve kardeş şeklinde kabul edilmesine ait sosyal bir sistemdir. Bu şekilde, kişinin herhangi bir sınırı koymadan, aynı kültürün insanı olarak kabul edilmesi ve benimsenilmesi, herhangi bir sistem ve ideoloji tarafından dile getirilmemiştir. Bu yüzden, zıt görüşler; ümmet anlayışı gibi, çağlar üstü bir aidiyet konusunu basite indirgeyerek, itibarsız kılmaya çalışmışlardır.
Siyasi ve ideolojik birlikler:
Bu tür birlikler, belli bir siyasi veya ideolojik görüş çerçevesinde insanları biraraya getirmişlerdir. Tarih içinde, çeşitli ülke ve dönemlerde bu tür birliktelikler ortaya çıkmıştır. Fakat, bu tür birlikteliklerin; insanları ve toplumları birada ve eşit statü ile bünyelerinde tutabilmeleri çok sınırlı şekilde gerçekleşmiştir. Ya ideoloji veya fikirlerin yetersizliği veya kişilerin taassup ve kendilerine yönelik eksiklik ve zaafları, bu tür doktrin veya felsefi anlayışları, belirli zamanlar içinde işler hale getirmiş, fakat; hiçbiri, uzun süreli olmamıştır.
Milliyetçilik hareketleri ve akımları da, birliği belli bir ırkın üstünlüğü ve hakimiyeti olarak ele alarak; insanları, bu tür biyolojik ve siyasi merkezde toplamak istemişse de, sosyal, ahlaki ve kültürel değerler üretemedikleri ve hayat bütünüyle cevap verebilecek kuralları olmadığı için, varlıkları belirli bir zaman ve güç nispetinde devamlı olabilmiştir.
Gelecek, nasıl bir birlikteliğe muhtaç:
Günümüzde, gerek iç ve gerekse dış politikada insanların birlikteliği ve bir arada yaşama tarzı konusunda, ciddi boşluk ve engeller bulunmaktadır. Bunun temel sebebi, insanları; gönülden ve ahlaki olarak belli bir disiplin ve anlayışa ulaştıramayıştan kaynaklanmaktadır. İnsan; birçok siyasi ve iktisadi anlayışta, birbirinin rakibi ve hatta düşmanı olarak kabul edilmektedir.
Çağdaş ve modern sistemler, ön plana aldıkları görüş ve sloganlara rağmen; insanları birarada tutabilecek ve birbirlerine karşı iyi ilişkiler kurabilecek sistem ve değerler oluşturamamışlardır. Onlar sadece; siyasi ve sosyal, teorik görüş ve düşünceler ortaya koyabilmişlerdir. Fakat, bilinmeli ki; sosyal sistemler, uygulamaya uygun olmadıkları sürece, sadece birer teorik görüşlerdir. Onları, uygulamada çözüm getirebilecek durumda değillerse, kendilerini bir sistem olarak kabul etmek mümkün değildir.
Bugün, dünya üzerinde bütün toplumlar; birlik olamamanın, kaynaşarak uyumlu ve düzenli bir toplumsal sistem kurumamanın sıkıntılarını yaşıyorlar. Çünkü; insanlarının ruh ve ahlak dünyaları eksiktir. Ruhun ve ahlakın olmadığı yerde, güzel ve güçlü birlikteliklerin olması mümkün değildir. Birlikteliğin temel şartı; karşıdaki insana kıymet vermek ve onu, kendisi kadar saygıya ve hakka layık görmektir. Böyle bir duygu, sadece ilahi sistemlerin verebileceği anlayış ve değerdir. Modern ve Çağdaş toplumlar; iktisadi ve teknik güçlerine rağmen, insanı başkalarına karşı iyi niyetli davranışa yönlendirememektedirler. Dolayısıyla; teorik ve temelsiz görüş ve anlayışlardan artık toplumların uzaklaşması gerekiyor.
Prof. Dr. Sami Şener