Ne hikmetse toplumumuz da din denilince, bilen bilmeyen herkes ahkâm kesiyor. Tabiî ki din kimsenin tekelinde olamaz. Olmamalıdır da… Ancak bu durum, dini konularda bilen bilmeyen herkesin konuşmasını da gerektirmez.
Demek istediğim şu ki, Kuranı kerimi orijinalinden dahi okuyamayan biri, meal okuyarak, ayetin siyak ve sibakından habersiz bir vaziyette anlam çıkartmaya kalkışıyor. Öyle insanlar tanıyorum ki, “Kuran bize yeter” anlayışıyla hareket ederek, elindeki kâğıtlara birkaç ayet meali yazarak dolaşıyor ve fetva veriyor. Hatta bu kişiler öyle hale gelmiş ki, İmamı Azam gibi büyük müçtehit imamları bile beğenmiyorlar. Kendilerini âlim ulema sınıfında görüyorlar. Vay ki vay…
Bu konuya şaşırmamak lazım! Kuranı kerimi yüzünden okumayı dahi bilmeyen biri vardı ki, vahiy aldığını iddia ederek Peygamberliğini bile ilan etti. Bu şekliyle de binlerce taraftar bile buldu. Geçende ölen şahıstan bahsediyorum. Maalesef rahmetle anamayacağım. Nübüvvet Peygamberimiz (sav) ile son bulmuşken ve bu açık ve net bir şekilde Müslümanlar tarafından bilinirken, bu tip sahtekârların ortaya çıkması ve taraftar bulması, çok acı olmasına rağmen maalesef hayatımızın bir gerçeği. Bu da bizlere gösteriyor ki, toplumumuzun din noktasında kat etmesi gereken çok ama çok yol var.
Peki, biz bu hale nasıl geldik? Birileri çıkıyor “Kuran bize yeter” diyerek Peygamberimiz (sav)’i ve sünnetini dışlıyor, Fetö gibi hainler de çıkarak “Allah, kâinatı Hz. Muhammed hürmetine yarattı, benim hürmetime devam ettiriyor” diyebiliyor. Bir taraftan da yalancı peygamberler ve mehdiler türüyor.
Bütün bunların temelinde, akıl ile vahyi birbirinden ayıran Pozitivist düşüncenin olduğunu; en son ve mükemmel din olan İslam’ın ve kitabı Kuranı Kerim’in aslı bozulmuş olan İncil ve Tevrat’ın hükümleriyle mukayese edilip bir bütün olarak düşünülerek, değerlerimizin dogma olarak görülmesi yatıyor. Bu noktadan hareket ile “Nasıl olsa dinin dogma yapısı, bilimin karşısındadır ve günümüz şartlarına hitap edemez” deniliyor. Gerçekler ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bu tez, aslı bozulmuş olan ilahi dinler için geçerli olmakla birlikte, takdir edersiniz ki İslam için geçerli değildir!
Sosyal açıdan yaşadığımız problemlerin maalesef tavan yaptığı bir dönemden geçiyoruz. Sanki ülkemizde İslami kurallar ve kıstaslar geçerliymiş ve kanun hükmündeymiş gibi, intiharlardan tutun da kadın cinayetlerine ve hırsızlıklara varan kadar cereyan eden olaylardan İslam dini ve İslami değerler sorumlu tutuluyor. Sanki İslam, git kadınları öldür, hırsızlık yap, zina işle demiş gibi, bu olaylardan sonra İslam’a ve Müslümanlara saldırılması, akıl ve izan sahibi her Müslüman’ı rahatsız ediyor.
Ama bu noktada, şöyle bir teklif yapmaktan da kendimi alamıyorum. Gelin bu suçları işleyen faillere, Kuran ve Sünnette belirtilen cezaları verelim. Şahitler ile ispatlanmış, suçları sabit olan insanlara bu cezaları verirken de zulmetmek adına değil, rabbimizin rızasını kazanabilmek ve adaletli olabilmek adına bunu yapalım. Ne dersiniz? Olmaz mı? O zaman lütfen ama lütfen, kadın cinayetlerini veya başka suçları İslam’a bağlayacak kadar basit bir yargı içine düşmeyelim. Peygamberimiz (sav)’in başta annelerimiz olmak üzere kadınlara bakış açısını ve davranışını öğrenelim. Ayetin tabiriyle “Bir cana kıyanın bütün canlara kıymışçasına günaha girdiğini, bir cankurtaranın da bütün canları kurtarmışçasına sevaba nail olduğunu”[1] unutmayalım.
Evet değerli dostlar! Aslında bizlerin sıkıntıları ve dertleri, Seküler hayatın bize dayattığı pozitivist düşünceden kaynaklanmaktadır. Kendimizi ilgilendiren sosyal problemlerimizi, yabancı sosyologların yabancı terimleriyle çözmeye çalışmak, olayları, tabiatı gereği yanlış yargılara götürmektedir. Gömleğimizi iliklerken yanlış düğmeden başlamamız ise, yanlışlar silsilesini araka arakaya getirmektedir. Bütün olaylara, Kuran ve Sünnet perspektifinden bakamadığımız müddetçe, bir taraftan dinimiz İslam’ı kötüleyecek, diğer taraftan da problemlerimizin giderek artmasını, sadece izlemekle yetineceğiz. Hangi sosyal veya ferdi problemimiz olursa olsun, ilkönce Kuran ve Sünnet eksenli bir çözüm bulmaya çalışmak, bizim öncelikli görevimiz olmalıdır.
Şunu unutmayalım sevgili dostlar! İslam dini, hüküm ve değerleri açısından dinamik bir dindir. Aslı bozulmuş semavi dinlerin aksine, İslami dinamiklerin, modern dünya değerleriyle buluşması zor da değildir. Yeter ki bizler, Müslüman olduğumuzu iddia ettiğimiz gibi, Müslümanca yaşama noktasında da iddia sahibi olalım ve iddiamızın arkasında duralım…
Ne dersiniz?
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…
Şaban DOĞAN
[1] Maide suresi 32. ayet
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Rabb’im sizlerden razı olsun kiymetli hocam.
Allah!(c.c) sayılarınızı arttirsin inşallah…