Yazar Selahaddin E. Çakırgil’in kaleme aldığı “Biz sizin dininize karışıyor muyuz ki, siz bizim dinimize karışıyorsunuz?” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
26 Eylûl tarihli yazıda, ‘hezeyan’ların da, ‘kişinin düşüncesini açıklamak hürriyeti’ sanılmamasına dair ifademe, bazı kişilerden mesajlar aldım. Halbuki, o yazımda yeteri kadar net cevabım vardı. Ama, nasıl bir herzevekil olduğu, geniş kitlelerce bilinen bir ateist Prof. kişinin, hem önceki ilahî Kitab’larda, hem de Kur’an’da isimleri ap-açık ve defalarca zikrolunan bazı peygamberlerin varlığının ‘bilimsel’ olarak isbatlanamadığı’ lafına ve ‘iman’ konularının ‘bilimsel’ denilen denemelerle tartışılmasının netice vermeyecek boş ve toplumun manevî varlığına bir saldırı olduğuna değinilmişti.
Evet, ‘İman meselesi’, kesin şekilde gerçekleşen kalbî tasdik konusudur. ‘İnandım!’ diyen insan, inandığı konuda şekk’e düşerse, o gibiler için, o konu artık iman konusu olmaktan zâten çıkar. ‘Efendim, başkalarının kesin olarak inandıklarını, iman ettiklerini belirttikleri konuları birilerinin de, eleştirmek hakkı yok mudur?’ denilmektedir; ‘düşüncenin hürriyeti’ adına..
Birilerinin inançlarına saldırırsanız, bu ona, propaganda silâhlarıyla savaş açmak demektir. O zaman, başkaları da kendilerine karşı savaş açanlara hangi silâhlarla karşılık vereceklerini kendileri belirlerler. Hangi tür mücadele olursa olsun, kimse, hasmına, ‘Sen de bana şu şekilde veya şu silâhlarla karşılık ver..’ diyemez.
Dinlerinin, özü itibariyle, ‘Vahy-i ilâhî’den kaynaklandığına inanan milyarlarca insanın bu kesin kabullerini ‘hurafe’ olarak nitelemek, o milyarları aşağılamak, onlara hakaret etmek değilse, hakaret ne demektir? Sizin inancınızın hem de en temel kaynaklarının, hurafe olduğunu iddia edenler, sahi sizin düşüncesiz, muhatab kabul edilemez kişiler olduğunuzu söylemiş, size hakaret etmiş, olmuyor mu?
*
Almanya’da bir akademisyen vardı, hâlen de var. Müslüman olduğunu söylemiş ve Muhammed ismini de almış ve hattâ daha çok Yemen’de yoğunluklu olarak bulunan Zeydîyye mezhebini seçtiğini bile açıklamıştı.
Ama, sonra Tevrat, İncil ve Kur’an’da isimleri peygamber olarak anılan birçok isimlerin gerçekte hiç yaşamadıklarını, bu isimlerin farazî isimler olduklarını söylemişti; bizdeki mâlum bir Prof. kişinin, câhili olduğu konulara dair hezeyanlarından 10-15 yıl öncelerde… Hattâ, Alman tv. kanallarından birinde, ‘Peygamberleri reddeden bir Müslüman’ ismiyle yayınlanan 45 dakikalık bir programda da saldırılarını tekrarlamıştı. Müslümanlar da onu ve iddialarını reddettiler. ‘İstediğin yere gidebilirsin, ama, artık bizim aramızda bulunamazsın..’ diyerek..
Alman Müslümanlarından ve çeşitli ülkelerde büyükelçilik yapmış bir diplomat olan ve Türkçeye çevrilmiş güzel eserleri de bulunan (merhûm) Murad Hoffman, o kişinin İslâm konusunda ders verdiği üniversitenin rektörlüğüne yazdığı bir mektupta, onun Müslüman olmayışının ötesinde, ‘İslâm düşmanı’ birisi olduğuna da dikkati çekmişti, o kişinin o kürsüdeki derslerine son verilmişti. O kişi de, kimliğindeki ‘Muhammed’ adını sildirdi; eski adına döndü.
*
Bu vesileyle, ekleyeyim.. Ateist veya Deist olduklarını söyleyen bir takım kişiler var. Bunlar, işlerini -güçlerini bırakmışlar, kendi ‘dinsizlik dinleri’ni anlatmak için de değil, Müslüman olduklarını bildikleri kişilere devamlı mesajlar göndererek, onların inançlarındaki -kendi akıllarına göre- çelişkilere dikkati çekmeye çalışıyorlar. Bu organize bir hareket..
Bana da geliyor bu gibi mesajlar.. Ve, ‘Utanmıyor musunuz, niye cevap vermiyorsunuz?’ diye bir de tahrik edici sorular soruyorlar; akıllarınca, Kur’an’ı tartışmaya açmaya çalışıyorlar.
Böylelerine şöyle cevap veriyorum:
‘Siz, Ateist veya Deist olduğunuzu, yani, ‘Müslüman olmadığınızı’ belirtiyorsunuz; tercihinizdir, karışılamaz. Ama, siz, bazı âyet meâllerini, bağlamından kopararak, sorduğunuz suallerle benim inancıma karışmak hakkını nereden buluyorsunuz? Size ne benim dinimden? Neye inanıp inanmayacağımı sizden mi öğreneceğim? Benim dinim hakkında söyledikleriniz bende zerre kadar olumsuz etki bırakmaz ve sizin gibilere, Kur’an’ın beyanıyla, ‘Lekum dinukum veliyedin/ Senin dinin sana; benim dinim bana..’ derim, ama; bu gibi itiqadî veya ideolojik tartışmalarda taraflar mukabele yol, imkân ve silâhlarını kendi konumlarına göre belirlerler ve o zaman bundan zararlı da çıkabilirsiniz.. Tepkileri kendi istediğiniz şekilde ayarlayamazsınız. Benden söylemesi.. ‘
Evet, bu gibi organize münasebetsizliklere bu kadarca değinildikten sonra; kısaca bir başka ve önemli bir konuya da değinelim kısaca..
NOT: Kırım Köprüsü’nün patlatılması bir alârm işareti veriyor:
Rusya, 2014’de illegal referandum oyunlarıyla ve zor kullanarak işgal edip kendisine bağladığı Kırım Yarımadası’nı, Kerç- Kırım arasında 2018’de yaptığı dev köprüyle kendisine bağlamıştı. Evvelki gün bu dev köprüde meydana gelen patlama, bir kazâ mıdır; yoksa, devam eden Ukrayna-Rusya Savaşı’nın bir sonucu mudur; henüz belli değil..
Bu vesile hatırlanması gereken husus, Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki köprülerinin korunmasında da çok daha dikkatli olunması gerektiği konusudur. Unutulmasın ki, Yunanistan’ın emekli bir koramirali olan Egkolfopoulos, 11 Haziran 2022 günü, Yunan tv. ekranlarından, ‘Uçaklarımız önce, İstanbul’daki köprüleri yok edecek’ ifadelerini kullanabilmiştir.
Haa, o zaman, Yunanistan’dan geride ne kalır, o ayrı; ama, yetkililerin, Yunanistan’ın her yönden küçük bir ülke olduğunu sıkça vurgulaması, psikolojik savaş taktiği olarak da görülse bile, rakibi veya hasmı küçük görmek de, büyük görmek de daima tehlikelidir.