Âlimlerimizin ezici çoğunluğu, İslamî hüküm çıkarmada dört ana kaynakta ittifak etmiştir. Bunlar; Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas-ı Fukahâdır. Tartışmasız tek kaynak da Kitap’tır yani Kur’an… Sünnet’in, icma’nın ve Kıyas’ın da, Kur’an’a ters düşmemesi lazımdır.
Sahabeden beri bu böyledir. Sevâd-ı âzam denilen ve kendilerine ana delil olarak bunları ölçü alan bir ulema damarı hep olagelmiştir. Fakat kısmen dün olduğu gibi, günümüzde de “Kur’an bize yeter” diyen çok sesli bir güruh vardır ki, onların bir kısmı, ya Sünneti hiç kabul etmez, bir kısmı işine geleni ve kendine destek vereni kabul eder, bir kısmı sözde Sünneti kabul ettiğini ifade etse bile fiiliyatta hiç kullanmaz. Hatta öyle tipler de vardır ki, “Peygamberin tek sözü vardır, o da Kur’an’dır” der. Birisi bu mudıl akademisyene, Kur’an’ın Peygamberimize ait bir söz olmayıp Allah’ın sözü olduğunu anlatmalı. Bugünkü güruh, bu inançlarını sadece sohbet mahfillerinde değil, medyayı da kullanarak geniş kitleleri etkilemek isterler.
Benim prensibim, geçmiş müktesebâtı reddedip “Kur’an’ın kendilerine yeni nâzil olduğunu” söyleyen bu “Televizyon cazgırları”nı reklam ederek meşhur etmeyip, onları ademe mahkum etmektir. Çünkü reklamın iyisi kötüsü olmaz. Kötü yönünü anlatsak da yine reklam etmiş oluruz. Fakat onları essahtan bir şey söylüyormuş zanneden bazı temiz niyetlileri uyarma bakımından zaman zaman onların “Kur’an’ı kullanarak” yapmış oldukları ayartmalara dikkatleri çekmek zorunda kalıyoruz.
Aslında bunların “Kur’an bize yeter” sözleri de yalandır. Onunla yetinmezler. Kendi tasavvurlarına uymayan ayetleri buharlaştırırlar. Şeytanın bile aklına gelmeyen tevillerle, ayetleri işlevsiz hale getirirler. “Akledin, aklınızı kullanın” derler. Fakat o ayetin anlamı hakkında oluşan ortak akla meydan okurlar. “Onlar hep aynı şeyi söylüyorlar” diye asırlar boyu tekrar edilen doğrulara isyan ederler. Elbette doğrular tekrar edilmelidir. Kur’an’ın her asırda ifade edilmesi gereken doğruları vardır ve kıyamete kadar tekrar edilecektir. “Kuran tinercileri” olan bu adamlar, fantezi yapıyorlar. Hâlbuki Kur’an’ı anlamak başka, fantezi yapmak başkadır.
Bu “Kur’an tinercileri”nden biri yaptığı televizyon programında şöyle bir itirafta bulunuyordu:
“Efendim, ben sabaha kadar Kur’an üzerinde çalışırım. Sabah namazımı kılar yatarım. Elektronik postama gelen sorulardan çoğunu cevaplandırırım. Bir ateist bana Kur’an’da kabir hayatı var mı? diye sordu. Ben de önceki bilgilerime dayanarak “Vardır” dedim. “Delilin nedir?” dedi. Ben de “Sabah akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!” (Mümin:40/46) ayetini söyledim. Ateist bana ve benim gibi kabir azabına inananlara, aşağılayıcı bir söz söyleyerek “Firavun’un cesedi Londra’da Biritish Müsium’de mumyalı bir şekilde duruyor, siz ‘sabah akşam ateşe arz olunuyor’ diyorsunuz, hiç aklınız yok mu sizin?” dedi. Sabah namazından sonra yatınca bu soru kafamı kemirdi. Uyuyamadım kalktım. Bu ateistin sözü üzerinde düşündüm. Sonunda “Yârabbi! Senin kitabını anlamadan bir fikir ortaya koymayacağım” dedim ve Kabir hayatı ile ilgili yazdıklarımı bilgisayarın çöpüne attım, bir daha müracaat etmeyim diye çöpten de sildim. Yeniden konuya odaklandım ve üretmeye başladım. Sonunda kabir hayatı ile ilgili bu hacimli kitabımı yazdım. Vardığım sonuç; kabir hayatının olmadığıdır. Beden çürüyor, ruh da yaptıklarına uygun olarak sıkıntı çekebilir. Bunu şuna benzetebiliriz “Bir kâtil tutuklanmış, nezarethanede mahkemeye çıkmayı bekliyor. İşlediği suçu biliyor, yargılayacak hâkim de biliyor. Fakat henüz yargılanmamış. İşte yargılanıp ceza alana kadar nezaret hanede çekeceği psikolojik sıkıntı ne ise, ölenlerin kıyamet kopup büyük mahkeme kurulana kadar çekeceği sıkıntı da buna benzer…”
İşte “Kur’an tinercileri”nin aşağılık kompleksi budur. Bunların ilham kaynağı, ateistler, deistler veya başka bir inançsız grup. Bir zamanlar Turan Dursun diye birisi vardı. Medrese kökenli, Arapçası ve İslamî ilimlere vukûfiyet iyi idi. Yıllarca Sivas’ta müftülük yaptı. Bildiklerini ortaya koyarak cami kürsülerinden insanları Allah’a ve O’nun dinine çağırdı. Sonunda emekli oldu. Fransız komünist partisi üyesi, felsefeci George Politzer’in “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” ve “Felsefenin Temel ilkeleri” adlı iki eserini okuduktan sonra, -bizim “Kur’an tinercisi” Tefsir profesörümüzün, ateist birisinin kabir hayatı ile ilgili uyarısından sonra kabir hayatını inkâr ettiği gibi- Turan Dursun da geçmiş bütün müktesebatını inkâr ederek, her şeyin bir tesadüf eseri olduğunu söyledi. Hâşâ Allah denen bir varlığın olmadığını söyleyip yazmaya başladı. Var olmanın tesadüfle olduğunu ispat için de boyalı suya batırdığı süpürgeyi duvara silkeleyerek, oluşan resmin kendiliğinden meydana geldiğini (!) ifade etti. Doksanlı yıllarda faili meçhulle kim vurduya gitti. “Din Bu” adlı eseri, İslam karşıtı olan cumhuriyet devrimi yanlılarının kutsal referans kaynağı olmuştur.
Kabir hayatını inkâr eden bay “Kur’an tinercisi”, metafizik konular, fiziksel ve kimyasal olaylarla izah edilmezler. Kabir ve ahiret hayatı, fizik ötesi bir hayattır, ğaybtır. Ğayb ile ilgili bilgiler, sâdık haberle bilinir. Bu sâdık haber de, Kur’an ve Sahih Sünnetle ortaya konur. Yukarıda mealini yazdığımız Mümin Suresi 46. ayette Yüce Allah yalnızca Firavunla değil Fravunun Âli/yakın çevresi ile ilgili iki ceza türünden bahsediyor. Biri kıyamet kopmadan önce ateşe arzı, diğeri de kıyamet koptuktan sonra daha şiddetli bir azaba atılacağı. Bu ayet üzerinde odaklanan âlimlerin ortak aklı da, kıyamet öncesi ateşe arzın, kabirde gerçekleşeceğini söylemiştir. Eğer Allah, “ateşe arz olunuyor” diyorsa, arz olunuyordur. Cesedinin British Musium’da olması, Firavunu ateşten kurtarmaz. Kabir âlemi fizik ötesi olduğuna göre, oradaki ahvâli, dünya aklıyla ve mantalitesiyle ölçmeye çalışırsan, bu terazi bu sıkleti çekmez.Mahiyetini Allah’a havale eder, Kur’an ve Sünnet lafzının ifade ettiği manaya teslim oluruz. Allah, kabir azabını ruhla beraber cesede mi? Yoksa sadece ruha mı tattıracak, -bu konuda ayrıntılı bilgi verilmediği için- mahiyetini Allah’a havale eder, kabir azabının hak olduğuna inanırız. Zaten âlimlerimiz de bu konuda ikiye ayrılmıştır: Kabir azabı ruh meal ceset diyenler ve sadece ruh çekecek diyenler. Teferruata takılıp kabir azabını inkâr etmemişlerdir.
Araf Suresi 8. ayette Ahiret ahvalinden bahsederken “O gün tartı haktır. Artık kimin terazileri ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” buyurulur. Günah ve sevapları tartacak olan bu terazileri, herhalde dünyadaki baskül olarak izah etmiyorsundur. Adı, dünyadakilerin adı, fakat mahiyetini bilemediğimiz bir ölçü aleti… Ğayb âlemi ile ilgili olanlara iman ederiz, ateistlerin hatırına onları inkâr yoluna gidemeyiz. Rasulullah (sav), otuzdan fazla duasında “Kabir azabından sana sığınırım Yarabbi!” demiştir. Efendimiz, olmayan bir şeyden mi Rabbine sığınmıştır? Bu abestir, Rasûlüllah da abesle iştigalden münezzehtir.
Semure ibnu Cundeb’den (r) nakledilen uzunca bir hadiste, Rasulullah’ı iki melek rüyasında Mukaddes bir arza götürdüğünü, orada sağ ve sol yanakları kancalanan, kafası parçalanan, kandan bir göletten kurtulmak isteyenin alnına atılan bir taşla tekrar kan gölünün ortasına gönderilen ve alevlerin yükseldiği bir fırında kadın ve erkeklerin çığlıklar atarak çıkmaya çabalayanlardan bahseder. Sonra:
“Ben, yanımdaki iki meleğe: Sizler beni bu gece iyi gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri haber verip, bildiriniz, dedim. Onlar: Evet, anlatalım dediler: Şu ağzının parçalandığını gördüğün kimse bir yalancı idi. 0 dünyada devamlı yalan söylerdi. Bunun yaydığı yalan her tarafa ulaşırdı. İşte bu yalancı, kıyamet gününe kadar yapılmakta olduğunu gördüğün şekilde azap olunacaktır.
Başı ezilmekte olduğunu gördüğün kimse, öyle bir adamdır ki, Allah ona Kur’ân öğretmiş, o da bu nimetin kıymetini bilmeyerek bütün gece uyumuş, gündüz de Kur’ân ile amel etmemişti. İşte hayatında Kur’an’dan yüz çeviren bu gafil kimse de, kıyamet gününe kadar bu suretle azap olunacaktır.
O fırın içinde gördüğün çıplak kimselere gelince, onlar da bir alay zina edicilerdir. Nehir içinde gördüğün kimse ise, ribâ yani faiz yiyicilerdir… ” (Bak: Sah-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Trc. C.4, s.595 vd. Hadis no:681).
Dileyen, bu hadisin tamamını parantez içinde verdiğim kaynaktan okuyabilir.
Görüldüğü gibi altı çizili kısımda “….kıyamet gününe kadar, yapılmakta olduğunu gördüğün şekilde azap olunacaktır”ifadesi, kıyamet öncesi böyle bir azabın varlığından bahsetmektedir. Âlimlerimiz de bunun kabirde vuku bulacağını söylemişlerdir. Kabir azabı, öyle nezarethanede çekilen psikolojik sıkıntı ile izah edilecek kadar basit değildir.
“Kuran tinercileri”nin katında bu ve benzeri hadislerin, bir ateistin sözü kadar değeri olsaydı, kabir azabının olmadığına dair, bir karış kalınlığında kitap yazacağına, bunları anlamak için kafasını çatlatırdı. Reddi miras edip “Ben geçmişi tekrar etmiyor, üretiyorum” deyip fizik ötesi âlemi, fizikî âlemin gözüyle değerlendirerek fantezi yapmazdı. Allah’ın muttaki kulları “Ğaybe inanırlar” (Bakara:2/3), ahkâm kesmezler.
Rasûlüllah’ı susturup onun yerine konuşlanarak ahkâm kesenlerin varacağı sapma işte böyle oluyor. Onu, ateist etkiler fakat peygamber etkileyemez. “Biz akledip üretiyoruz, geçmişi tekrar etmiyoruz” diye de yalan söylerler. “İslam rasyonalistleri” diye bilinen ve aklı naklin önüne geçiren Mutezile mezhebinden bir grup da, kabir hayatının olmadığını söylerler. Bizim “Kur’an tinercileri” de onların dediklerini güncelleyip “Kur’an’dan ürettim” diyerek bilmeyenlere yutturmaya çalışırlar.
Bu tür aykırı modern akımlar, Müslümanlar yükselmeye başladığı zaman itibar görmediği halde, ne zaman ki Müslümanlar inişe geçerse, işte o zaman itibar görüyor. Bu bir aşağılık kompleksidir.
Onlara son sözümüz “لكم دينكم ولى دين”. Gerisi lâf-ı güzaf.
Not: Kur’an ve Sünnet’te Kabir hayatı konusunu incelemek isteyenlere Ali Rıza Demircan hocamızın aşağıda linkleri verilen yazılarının okunmasını tavsiye ederiz.
https://www.mirathaber.com/kuranda-kabir-hayati-14-3926h.html
https://www.mirathaber.com/ali-riza-demircan-sunnette-kabir-hayati-1-3935y.html
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi